|
Anasayfa |
Son
Eklenenler |
Forumlar |
Üyelik |
Yazar
Katılımı |
Yazar Kütüphaneleri |
|
|
8 Kasım 2003
Günlük - 7
günlük-7
Arzu Menteşeoğlu
'İdeal tutkusu sendromu' yaşıyorum. Çocukluğumdan beri çizgisinde büyük değişiklikler olmadan gelişen ideallerim ve kendim için seçtiğim bir kimlik var. ... |
|
Görmek istediğimizi gördüğümüzü çoğumuz deneyimlemişizdir. Kişisel deneyimler bilgi ve beceriler çerçevesinde değerlendirmek mecburiyetinden kaynaklanır bu. Böylesi bir gerçek nedeniyledir ki en harikulade ve alışılmışın dışında eserlerde bile kendi doğrularımızın ispatını buluruz. Yanılgıyı en aza indirmek gayretiyle okuduğum eserin yazarını tanımaya çalışırım. Ancak o zaman bana aşina gelen kelimelerin, fikirlerin altında asıl neyin kastedildiğini anlayabilmeyi umarım. Okuma alışkanlığım, bir romanı, şiiri, anlatıyı okumaktan ziyade onu yazana yöneliktir, iş böyle olunca okuduğum eserin yazarı çocuk eğitimi üzerine yazmış ama kendi çocuklarıyla hiç ilgilenmemiş de olsa, erdem ve ahlak üzerine yazmış ama bunlarla bağdaşmayan eğilimler göstermiş de olsa veya Mozart gibi bir kişiliğe sahip olup, içindeki dehayı müzikle de yaşasa, artık fark etmez. Evet eserlerinden o kirlenmemiş lezzeti alamam artık, ama karşımdaki insanı görürüm. Böyle dahilerin en büyük eksiklikleri içlerinde var olan dehayı yaşam tarzı olarak yaşayamamış olmaları.
Benim yazdıklarımla ne derece bağdaşır olduğum da tartışılır, ancak temize çıkartacak ve benim gözümde beni, eserlerindeki ruhu yaşamayan tüm dehalardan üstün kılacak bir özelliğim var. Yazdıklarıma kanımın son damlasına kadar inanıyor ve inadımın getirdiği buhranlara rağmen ideallerimi yaşamaya çalışıyor olmam.
'İdeal tutkusu sendromu' yaşıyorum. Çocukluğumdan beri çizgisinde büyük değişiklikler olmadan gelişen ideallerim ve kendim için seçtiğim bir kimlik var. Kimliğin hatları, nerede nasıl davranmam gerektiğinden, duygularımın gelişimine kadar çizilmiş, ulaşmak istediğim bir ahlaki yapı oluşturmuştur. Dış dünyayla ilgili düşüncelerim ise hayata karşı oynamak istediğim rol ile ilgilidir; mesleki kariyerim... kişisel becerilerimde gelmek istediğim nokta... insanlar için neleri hangi yoldan gerçekleştirebileceğim...
Küçük yaşlarda bile ciddi biri olarak tanındım. Ciddiyetim lisedeyken lakabımın 'buzdolabı' olmasına neden oldu. Üzülmek bir yana, hayatı ciddiye alacak kadar önem verdiğim için kendimle gurur duyarken, bana böylesi bir bilinç verdiği için de Yaratanıma şükrettim. Hatırlayabildiğim en eski hatıralarımda doğru olma çabalarını görürüm, zor durumlarda bile yalan söylememe ve hiç bir zevkin peşinden koşup, doğru olmayan bir şey yapmama çabası. Hatırlayabildiğim en eski hatıralarımda bile Allah'la yakınlaşma isteği ve O'na karşı dürüst olma çabası vardır. İnsanlara faydalı olma düşüncesini ise ancak lise çağlarında görüyorum. O zamanlar insanlığa çok faydalı olacak bir takım yapıtlar oluşturma isteği en pahalı hayallerimi süslerdi. Afrika'daki açlardan kutuplara kadar insanlara faydalı olacak, çığır açacak keşifler peşindeydim. Yeşil yapraklı bitkilerin klorofilleri çıkartılıp, diğer canlılara nakledilebilir miydi ve bu şekilde insanların güneş ışığıyla beslenip fotosentez yapmaları sağlanabilir miydi? Yaşıtlarım gülüp eğlenirken benim derdim başkaydı. 'Nasıl faydalı olurum? İnsanlığa nasıl faydalı olurum?'
Yaşıtlarımda gözlediğim taşkın canlılık, düşünsel yönümün önde olması nedeniyle bende yoktu. Şikayetçi değildim. Onların zevk aldığı konular bana çok uzaktı, çoğu boş ve yanlıştı. Popüler olan şarkıcıların özel hayatlarını bilmezdim. Araba markalarından anlamazdım ve giydiğim kotun markası hiç önemli değildi. Grup olarak gittiğim konserlerde arkadaşlarım gibi eğlenemezdim. Onların bağrışıp çağrışmalarından, ayakta sağa sola sallanmalarından müziği dinleyememiş ve kendimi ortama yabancı hissetmiş halde dönerdim. O yıllarda asla derdim olmayan aksine belki de böylesi başkalıkla gurur duyduğum ve geliştirmeye çalıştığım durum, yıllar sonra kendimi sorguladığım dönemde, kendimi algılayışıma olumsuz yönler vererek, benliğimde bir takım kompleksler aramaya kadar gidecekti.
Arkadaşlarımdan farklı oluşumdaki en büyük etkenin manevi hayatımın ağır basması olduğunu görebiliyorum. Sahip olduğum -daha doğrusu, sunulan- bilinç hali kendimi bildim bileli bende var olan bir tür dürüstlük oluşturmuştur. Kendine karşı dürüstlük ve hayata karşı dürüstlük. Kendine karşı dürüst olan insanın benliğinde kibir ve gurur başkalarında olduğu kadar köklü barınamaz. Hayata karşı dürüst olan insan, her dakikasını bilinç içinde değerlendirmeye çalışır ve ölüm bilincinin ne demek olduğunu bilir.
Allah sevgisi bende sonradan kazanılmış bir şey olmayıp, kendimi bildim bileli içimde olan ve zamanla gelişen bir duygudur. İçimdeki tohumun yeşermesine rehberlik eden dedemi burada rahmetle anmayı borç biliyorum. Taassuba kaçmayan gerçek bir Hak sevgisine tanık olduk onda. Çarpık psikoloji mantığına sahip olan okuyucular çocuk yaşta dini kurallarla bunaltıldığımı düşünebilirler. Gerçek hiç de öyle değildi. Dedemin ektiği bilgiler doğrultusunda içimde, beni seven ve benim de O'nu sevdiğim yaratanıma karşı hata etmeme isteği uyanmıştır. Henüz dokuz yaşında iken karanlıkta sırt üstü uzandığımı ve o anda 'yaşım gereği hayatta rolüm olmadığını ve henüz günahım da olmadığını, büyüyünce iyi biri olmaya kendi kendime söz verdiğimi' hatırlıyorum. O anda yaratanıma duyduğum sevginin coşkusunu ifade etmek çok güç.
Sevdiğimiz birine karşı nasıl titizlik gösterirsek, ben de Allah'a karşı öyle hissediyordum. Bu durum biraz daha farklı, sevdiğimiz biriyle anlaşamama... lar, yanlış anlaşılma... lar, söylemek isteyip söylenemeyen...ler yaşarız, sevdiğimiz yanımızda değildir, insan sınırları içinde sıkışır kalırız. Oysa ilahi sevgide sevilen her an yanımızda, içimizde, bize bizden daha yakın. Kelimelere gerek yok, ifade edilenden çok fazlasını biliyor, kendimiz hakkında bildiğimizden daha fazlasını. Orada sadece samimi olmak yeterli, her zaman coşkunlukla kabul görürsünüz. Sevginizin karşılıksız kalması diye bir şey söz konusu değildir. Eğer biri nankörlük edecekse, bunun her zaman kendiniz olduğunu fark edersiniz. İlahi sevgi; sınır tanımaz bir hüzün, özlem ve katıksız bir mutluluk sunar.... ve de yalnızlık. Ayrı bir dünyada yaşıyormuş gibi yabancı ve yalnız kalırsınız, tüm olan bitenler sizin iç dünyanızı baltalar gibidir, doğrularınıza aykırıdır. Ortalıktaki vurdumduymazlığa şaşırırsınız, olup bitenlerin parçası olamazsınız. Çoğunluğunkinden farklı olan bu pencereden bakmakta ısrar ettiğiniz müddetçe yalnızlığa alışmak zorundasınızdır. Bu sadece sizin olan bir dünyada -sadece sizden yansıyan bir dünyada- yaşayacağınız ve sadece O 'nunla paylaşabileceğiniz bir yalnızlıktır. Eğer olgunlaşmış ve soru sormayacak kadar bilgeliğe ulaşmışsanız, yanınızda olan, tüm varlığınıza sinmiş sevgi ve huzurdur. Ancak bu aşama dikenlerle dolu, derin acıların, ikilemlerin, çıldırma noktalarından dönmelerin sonundaki mükafattır. Ben bundan çok uzağım...
Söyleyeceklerim var!
Bu yazıda yazanlara katılıyor musunuz? Eklemek istediğiniz bir şey var mı? Katılmadığınız, beğenmediğiniz ya da düzeltilmesi gerekiyor diye düşündüğünüz bilgiler mi içeriyor?
Yazıları
yorumlayabilmek için üye olmalısınız. Neden mi? İnanıyoruz
ki, yüreklerini ve düşüncelerini çekinmeden okurlarına açan yazarlarımız,
yazıları hakkında fikir yürütenlerle istediklerinde diyaloğa geçebilmeliler.
Daha önceden kayıt olduysanız, burayı tıklayın.
|
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
|
YAŞADIKLARIMDAN ÖĞRENDİĞİM BİR ŞEY VAR
Yaşadıklarımdan öğrendiğim bir şey var:
Yaşadın mı, yoğunluğuna yaşayacaksın bir şeyi
Sevgilin bıtkın kalmalı öpülmekten
Sen bitkin düşmelisin koklamaktan bir çiçeği
İnsan saatlerce bakabilir gökyüzüne
Denize saatlerce bakabilir, bir kuşa, bir çocuğa
Yaşamak yeryüzünde, onunla karışmaktır
Kopmaz kökler salmaktır oraya
Kucakladın mı sımsıkı kucaklayacaksın arkadaşını
Kavgaya tüm kaslarınla, gövdenle, tutkunla gireceksin
Ve uzandın mı bir kez sımsıcak kumlara
Bir kum tanesi gibi, bir yaprak gibi, bir taş gibi dinleneceksin
İnsan bütün güzel müzikleri dinlemeli alabildiğine
Hem de tüm benliği seslerle, ezgilerle dolarcasına
İnsan balıklama dalmalı içine hayatın
Bir kayadan zümrüt bir denize dalarcasına
Uzak ülkeler çekmeli seni, tanımadığın insanlar
Bütün kitapları okumak, bütün hayatları tanımak arzusuyla yanmalısın
Değişmemelisin hiç bir şeyle bir bardak su içmenin mutluluğunu
Fakat ne kadar sevinç varsa yaşamak özlemiyle dolmalısın
Ve kederi de yaşamalısın, namusluca, bütün benliğinle
Çünkü acılar da, sevincler gibi olgunlaştırır insanı
Kanın karışmalı hayatın büyük dolaşımına
Dolaşmalı damarlarında hayatın sonsuz taze kanı
Yaşadıklarımdan öğrendiğim bir şey var:
Yaşadın mı büyük yaşayacaksın, ırmaklara, göğe, bütün evrene
karışırcasına
Çünkü ömür dediğimiz şey, hayata sunulmuş bir armağandır
Ve hayat, sunulmuş bir armağandır insana
ATAOL BEHRAMOGLU
Etkilendiği Yazarlar:
Dostoyevski,Orhan Pamuk
|
|
bu
yazının yer aldığı
kütüphaneler |
|
|
|