"İçtenlik bütün dehanın kaynağıdır." -Boerne |
|
||||||||||
|
3 Aralık 1920de imzalanan Gümrü Antlaşmasıyla Ermenistan’ın “Batı Ermenistan” dediği Türk topraklarının Türkiye’nin egemenliğinde kalacağı kararlaştırılmıştı. Ancak, buna rağmen, Ermenistan kendi Bağımsızlık Bildirgesinin 11'inci maddesine "Ermenistan Cumhuriyeti 1915 yılında Batı Ermenistan'da düzenlenen soykırımın uluslararası alanda tanınmasına çalışmaktadır" şeklinde bir tümce koymakta hiç bir sakınca görmemiştir. Oysa, bu çifte standart ve çelişkili tutum, Ermenistan’ın hem soykırım palavrasını, hem de toprak talebi saplantısını aymazca sürdüreceğini, bunları kendi varoluş nedeni ve ulusal hedefleri için kullanacağını açıkça göstermektedir. Bu bağlamda, artık tamamen Ermenistan devletinin borazanı haline dönüşmüş bulunan Agos gazetesinde 4 Şubat 2015de çıkan haberde 29 Ocak 2015 günü Ermenistan’ın “Ermeni Soykırımı 100. Yılı Etkinlikleri” kapsamında yayınladığı deklarasyon doğu cephesinde hiçbir şeyin değişmediğinin, değişmeyeceğinin göstergesidir. Söz konusu deklarasyon Cumhurbaşkanı Sarkisyan ile Ermeni Katolikosu Karekin II ve Kilikya (Adana) Katolikosu Aram I ‘in katıldığı bir komisyon toplantısında mecliste okunmuş ve deklarasyonun dünya genelindeki tüm Ermenilerin iradesini ortaya koyduğu belirtilmiştir. Bildirge BM Genel Sekreterliğine de verilmiştir. Deklarasyonda,1894-1923 yılları arasında Osmanlı İmparatorluğu ve Türkiye’deki çeşitli hükümetlerin uyguladığı “planlı ve sürekli soykırım” ile Ermeni mirasının yok edildiğine ve Sèvres Antlaşması ile 22 Kasım 1920 ABD Başkanı Wilson’un Tahkim Kararına işaret edilmektedir. Dikkat edersek Ermenistan bu son deklarasyon ile yalanlarına yeni yalanlar eklemekte, soykırım savını 1894-1923 arası 29 senelik bir döneme yaymakta, aklı sıra olayların görüngesini genişletmekte ve “planlı ve sürekli” (!) soykırım yapıldığını ileri sürmektedir. Deklarasyondaki diğer bildirimler özetle şu şekildedir: • Ermeni Soykırımı 100. Yıl Komisyonu, diasporadaki komiteleriyle beraber, soykırıma kurban giden 1,5 milyon insanı ve kurtulanları anıyor; • Soykırımların önlenmesi, soykırıma uğrayanların haklarının iadesini yineliyor; • Ermeni Soykırımını tanıma ve kınama cesaretini gösteren ve inkarcılığı önlemek için önlemler alan devletlere ve kurumlara teşekkür ediyor; • Türkiye’nin Ermeni karşıtı duruşunu, normalleşme sürecine koyduğu ön koşulları, Ermenistan’a uygulanan engellemeyi kınıyor ve bunları cezasız kalmaya devam eden soykırım suçlarının sonuçları olarak değerlendiriyor; • Türkiye Cumhuriyetini soykırımı tanımaya ve kendi tarihiyle yüzleşmeye çağırıyor; bunun Ermeni ve Türk halkları arasında oluşabilecek yeni bir tarihsel uzlaşının başlangıç noktası olabileceğini umuyor, denmektedir. Hani burada affınıza sığınarak “vay anası sayın okurlar” demek durumundayım. Görünen o ki, Türk dış politikasının zayıflığı ve beceriksizliğini fırsat bilen Ermenistan Sèvres antlaşmasına takılıp kalmış, eski yalanlarına ürettiği ve icat ettiği yeni yalanları da ekleyerek geçmişin sanrılarıyla varoluşunu sürdürmekte, açıkça meydan okuyarak Türkiye’nin cezalandırılmasını istemektedir. Sınırlarının ABD başkanı tarafından belirlenmesini kabul eden ve hala bu sınırlara dönülmesi gerektiğini savunan bir ülkenin bağımsızlık, türe ve özgürlükten söz edecek hali olabilir mi? Böyle bir ülkenin deklarasyonu ciddiye alınabilir mi? SOYKIRIM PROPAGANDASI - HALKIN VE AYDINLARIN KIŞ UYKUSU 2000li yıllardan bu yana, siyasal İslamcı kitlelerin oylarıyla seçilen hükümetlerin iktidara geldiği Türkiye’de, ABD’nin eşgüdümüyle tezgahlanan Büyük Ortadoğu Projesi kapsamında mevcut sınırların küresel güçlerin çıkarları doğrultusunda yeniden düzenlenmesi gündemdedir. Laikliğin tamamen rafa kalktığı, etnik bölücülüğün iyice azgınlaştığı, muhalefetin adeta iktidarın gizli stepnesi haline geldiği bu ülkede, artık ulus-devlet yapısının federasyona dönüştürülmesi, yamalı bohça örneği özerk eyaletlerden oluşacak güdümlü bir başkanlık sistemi düzenine geçilmesi gerektiği öforik bir coşkuyla savunulmaya başlanmıştır. Federasyona dönüştükten sonra Türkiye'nin Yugoslavya gibi darmadağın olup küçük devletçiklere dönüşmesinin planlandığı açıktır. En başta Ermenistan olmak üzere, AB ülkeleri ve ABD umutla bunu beklemektedirler. Türkiye ile Ermenistan arasında imzalanan uzlaşma protokollarının parlamentodan geri çekmesinin altında yatan cüret işte bu beklentidir. Bu arada, AKP hükümetinin eş başkanı konuma gelmiş bulunan PKK liderinin, Ermeni Yazarlar Birliği tarafından "Büyük Ermenistan" fikrine olan katkılarından dolayı onur üyeliğine seçilmesine de kimsenin şaşırmaması gerekir. Ermenistan’daki tüm eğitim-öğretim sistemi, siyasal, dinsel, kültürel, sanatsal söylem, eylem ve etkinlikler Türkiye ve Türklerden nefret üzerine yapılandırılmıştır. Emperyalizm, Avrupa Holokost Endüstrisi ve Ermenistan, soykırıma uğradıklarına gerçekten inanan, Türklerden tiksinti derecesinde nefret eden bir Ermeni kuşağı yetiştirmeyi başarmışlardır. Üstelik bizim ezik aydınlarımızın da bu psikolojik propagandanın etkisinde kalarak, ya hiç yorumda bulunmamak, ya da soykırım savını apriori kabul edip bunu destekleyen yapıtlar ortaya koymak gibi bir açmazları var! Aslında tarihle yüzleşmekten kaçan, kendi halkını Sèvres antlaşmasının tefessüh etmiş sanrılarıyla avutmayı sürdüren küresel güçlerin güdümündeki Ermenistan yönetimidir. Hal böyle iken, 21 Aralık 2008’de Prof. Ahmet İnsel, Prof. Baskın Oran, Dr. Cengiz Aktar, gazeteci Ali Bayramoğlu gibi isimlerin 1915 olayları hakkında internette bir özür kampanyası başlatmaları doğrusu çok anlamlı ve göz yaşartıcıdır. İmzaya açılan özür kampanyasında kişisel olarak Ermenilerden özür dilenmekte olup imza sayısı 5000i geçmiş durumdadır. Özür metni ise aynen şöyle: “1915'te Osmanlı Ermenileri ‘nin maruz kaldığı Büyük Felakete duyarsız kalınmasını, bunun inkâr edilmesini vicdanım kabul etmiyor. Bu adaletsizliği reddediyor, kendi payıma Ermeni kardeşlerimin duygu ve acılarını paylaşıyor, onlardan özür diliyorum.” İmdi, sanmayın ki söz konusu metinde "Ermeni Soykırımı" yerine -ABD Başkanı Obama gibi- "Büyük Felaket” denmesi soykırım yapıldığını yadsımak anlamına geliyor: Tam tersi, bu eşanlamlı söylem ile soykırım yapıldığı kabul ediliyor. Bu çok bilmiş aydınlarımız “Büyük Felaket” sözünü soykırımla eşanlamlı bir söze dönüştürerek, Şoah örneğinde olduğu gibi, Ermenilerin de uluslararası kamuoyunda salt kendilerine özgü bir soykırım adı oluşturmasını desteklemiş oluyorlar. Tıpkı Holokost yerine yeni icat edilen İbranice Şoah sözünün ısrarla pazarlanmaya çalışılması gibi. Oysa, Naziler sadece Yahudileri değil, Nazi rejimine muhalif kim varsa, Alman, Polonyalı, Avusturyalı, Çekoslovak, Çingeneler ve Yehova Şahitleri gibi etnik-dinsel gruplardan kişileri de toplama kamplarına göndermiş, fırınlarda yakmışlardır. O zaman her soykırıma uğrayan ulus kendine özgü özel soykırım sözcükleri mi türetsin ? Oysa, Holokost sözcüğü Naziler tarafından soykırıma uğrayan herkesi kapsar. Şoah sözünün kullanılması Almanların yaptığı soykırımın salt Yahudileri kapsadığına dair bir algı oluşturur ki bu doğru bir yaklaşım değildir. Güdülen diğer bir amaç da, konu hakkında hiç bir bilgisi olmayan, soykırım sözcüğünün ne anlama geldiğini bile bilmeyen Türk halkını ketempereye getirmek, olayı masum, janjanlı ve insancıl bir özür kampanyası kamuflajı altında, duygu sömürüsü yaparak pazarlamaya çalışmaktır. Kuşkusuz herkes düşüncesini açıklamakta özgürdür. İyi de ben de eleştirmekte özgürüm. Ben bu girişimleri nedense “benim başörtülü bacımın önünü kestiler, üstü çıplak, deri giysili, elleri eldivenli adamlar saldırdı” türünden mağduru oynama taktikleri olarak görüyorum. ERMENİSTAN GENEL SAVCISININ SÖZLERİ Ermenistan’ın Türkiye’den toprak ve tazminat talep etme arzusunun hastalıklı bir saplantı haline dönüştüğünün en somut örneklerinden biri 5 Temmuz 2013 günü "Ermenistan Diaspora Bakanlığı" tarafından Erivan'da düzenlenen “Ermeni Avukatlar Forumu” nda konuşan Ermenistan Genel Savcısı Agvan Hovsepyan’ın aşağıdaki sözleridir: "Her ne olursa olsun Ermenistan Cumhuriyeti yitirdiği topraklarına kavuşmalı ve Ermeni Soykırım mağdurları maddi tazminat almalıdır. Fakat tüm bu isteklerin hepsi yasal temellere dayandırılmalıdır. Soykırıma uğrayanların yakınlarının mutlaka parasal tazminat alması gerektiğine, mucizevi şekilde Türkiye topraklarında muhafaza edilmiş bulunan kiliseler ile kiliselere ait arazilerin Ermeni Kilisesi'ne iade edilmesi gerektiğine ve Ermenistan Cumhuriyeti’nin yitirdiği topraklarını geri alması gerektiğine kesinlikle inanıyorum." ERMENİ IRKÇILIĞINA DOĞRU Bu bağlamda 25 Şubat 2015 Agos gazetesinin internet sayfasında yayımlanan Türkiye Ermenileri Patrik Genel Vekili Başepiskopos Aram Ateşyan'ın Ermenistan vatandaşı olmak isteyen Ermeniler ile ilgili yönergesi de ırkçı, apartheid ve ürkütücüdür: "Kimin kanını taşıyorsun sen? Ermenice konuşarak vatandaşlık alamazsın. Vaftiz kâğıdını getir, Ermeni olduğunu ispatla ki sana vatandaşlık vereyim. Ermeni, diniyle ayrılmaz bir bütündür. Eğer Ermeni olmak istiyorsan, gelir vaftiz olursun, Ermeni Kilisesi mensubu olursun, ve o zaman dersin ‘Ben Ermeni’yim’ diye" Naziler de insanları Yahudi olmadıklarını kanıtlamaya zorlamıyorlar mıydı? Bir ülke vatandaşı olmak için illa devlet kilisesinde vaftiz olma koşulu aranması nasıl ve ne biçim bir devlet anlayışıdır? Böyle bir din adamı olur mu ? Ermeni olduğunu kanıtlayamayan Ermenistan vatandaşı olamıyor mu yani? Amaç kan ve soy kültüne dayalı, homojen Ermeni milleti mi oluşturmaktır ? İlginçtir ki böylesine bir dinsel ırkçılık, apartheid ve kafatasçılık uygulamasının öncülüğünü dünyada Nazilerden sonra ilk kez Siyonistler başlatmıştır. 20.7.2018’de İsrail meclisinde, ülkeyi salt "Yahudilere özel" bir yurt olarak tanımlayan bir yasa kabul edildi ! "Yahudi Ulusunun Devleti" isimli bu yasa ile Arapça, ülkenin iki resmi dilinden biri olmaktan çıkarıldı, işgal altında tutulan topraklarda Yahudi yerleşimlerinin yapımına devam edilmesi "ulusal çıkar" olarak tanımlandı, "birleşik ve bütün" bir Kudüs'ün İsrail’in başkenti olduğu belirtildi. Yasa, İsrail'i "Yahudi halkının tarihsel anayurdu" olarak tanımlıyor ve "Yahudilerin ulusun kaderini tayin etmekte özel hak sahibi olduğu" belirtiliyor ! 55 "Hayır" oyuna karşı 62 "Evet" oyu ile geçen bu yasanın taslağı daha korkunçtu: Taslakta " salt Yahudilerin yaşayacağı topluluklar oluşturulması" gibi bazı maddeler metinden çıkarıldı. Bu İsrail’de demokrasi ve laikliğin ölümü, sömürgeci emperyalist zihniyetin ırkçı politikalarla etnik üstünlüğü ve Tevrat’taki “seçilmiş halk” saplantısını yasalarla meşru duruma getirmesidir. Tabi tüm bu gelişmeleri ana akım dünya medyası, Avrupa Birliği ve ABD görmezden gelmiştir. Ermenistan da aynı yolda ilerlemektedir. (Sonraki bölüm: Soykırımı tanıyın çağrıları ve Eurovision)
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © Erdağ Duru, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |