İnsanlığın hangi filizi köreltilmek istenmişse, tersine o filiz daha gür büyümüştür. -Freud |
|
||||||||||
|
Mayıs’ın bitmek tükenmek bilmeyen günleri gelip çatmıştı. Tütün fideleri boy vermiş, yapraklarda damarlar belirmeye başlamıştı. Babası, denkleri toplama zamanı geldi, sabaha hareket var, diyordu. Elif’se o güne kadar hep hayalini süsleyen üniversite sınavıyla haşır neşirdi. Evin tek kızıydı. Ailesi onun liseyi bitirip, üniversiteye gitmesine itiraz etmemişti. Ancak o, aynı zamanda ailesiyle tütün kırmak zorundaydı. O geceyi zor geçirdi Elif. Sabah, çaresizliği yüzünden okunuyordu. Annesi kızının asık suratını görünce, teselli için birkaç laf etmiş, ancak başaramamıştı. Oysa onun da kızı için ne hayalleri vardı. Ama işte tütün gelip çatmıştı kapıya. Tütün hiç beklemeye gelmezdi. Eğer zamanında kırım yapılmazsa yapraklar birden gelişir ve tohuma kaçardı. Tütün kırımı akşam serinliğinden sabahın ilk ışıklarına dek sürerdi. Lisenin ilk yıllarında ‘Acı Tütün’ romanını okuduğunda, tütün işinde çalışan insanların ne denli ortak yönleri olduğunu anlamış ve şaşırmıştı. Tütün tarlasına vardıklarında güneş iki mızrak boyu yükselmişti. Çevrede sinekler vızıldıyor, aşağıda akan derede güneşten kaçan birkaç eşek ve köpek serinlemeye çalışıyorlardı. Makilikler arasında tek tük gördüğü ahlat ağaçları yaşadığı coğrafyanın kaderini yansıtan birer simgeydi onun için. Yaşadığı insanları, bu tarlada geçireceği o uzun tütün gecelerini seviyordu. Her tütün zamanı, komşu Hacı Ahmetlerin Hüseyin’le gizli gizli buluşurlardı, özlem giderirlerdi. Hüseyin’i düşününce içini birden ter bastı. Annesinin bohçaya koyduğu Nazilli basması donunu bir koşuda kuytuda üstüne geçirdi. Rahatlamıştı. Ilık bir meltem esintisi dolmuştu içine. Toprak testiden içtiği bir bardak su içindeki bu coşkuyu tamamlamıştı. Akşamın ilk alacası çöker çökmez tütün kırımına başlıyorlardı. Sivrisinek vızıltılarına karışan kurbağa sesleri gece senfonisinin gönüllü koro elemanlarıydı. Bu koronun diğer oyuncusu ise, pilli radyoydu. Radyodaki ezgiler, şarkılar gecenin içinden ovaya yayılırken derin düşlere kapılıyordu Elif. Beklenen güne çok az zaman kalmıştı. O tütün kırarken, arkadaşları harıl harıl üniversite sınavına hazırlanıyor, bir çoğu da dershaneye gidiyordu. Elif’in ailesinin maddi gücü yetse bile, onun dershaneye gitme olanağı yoktu. Babası ısrarla, “Kızım, tütün asla beklemez!” diyor, başka bir şey, söylemiyordu. Annesi içten içe üzülse de bunu kızına hissettirmemeye çalışıyordu. Elif’in en büyük ideali İngilizce öğretmeni olmaktı. Ortaokuldaki öğretmeni Osman bey sayesinde ingilizceyi sevmiş ve öğretmen olmayı kafasına koymuştu. Tütün işinin onu bu idealinden uzaklaştırdığını biliyor, bu durumsa kendini yiyip bitirmesine neden oluyordu. O akşamın öncekilerden bir farkı yoktu. Lüks lambası eşliğinde tütün kırılırken radyonun sesi sonuna dek açılmış, yayılan nağmelerle elleri durmadan tütün yapraklarına gidip geliyordu. Radyoda arada bir telefon bağlantısı yapılıyor, eşe dosta selam yollanıyordu. Elif de, keşke yanımda telefon olsa diye iç geçirdi. Önce her zamanki canlı bağlantılardan biri diye düşündü; fakat konuşanın ses tonu onu etkilemiş, konuşmaya konsantre olmuştu. Telefonda konuşan bir kızdı. Hastaneden arıyordu. On yıldır yatalaktı. Ve ilk kez böyle bir canlı bağlantıyla radyoda konuşuyordu. Heyecandan sesi çatallaşıyordu. Sunucu, kızın heyecanını yatıştırmak için yeni sorular soruyordu. Elif’in can kulağıyla radyoyu dinlemesi annesinin de gözünden kaçmamış, kocasının öfkeli bakışlarına aldırmadan, o da konuşmaya kulak kabartmıştı. Sunucu, “Hayattaki en büyük dileğin nedir?”diye sorunca, kız bir an duraksamış; ”En büyük dileğim, bir bardak suyu hiç dökmeden ağzıma kadar götürüp, içebilmek!” demişti. Sesindeki müthiş kırılganlık açıkça anlaşılıyordu. O an, Elif’in içinden büyük bir buzdağı kopmuştu. Yere birden çöktü. O güne dek hiç düşünmediği acı bir gerçek suratına adeta bir tokat gibi inmişti. Annesi de bu dilekten etkilenmiş, kızıyla konuşma gereği duymuştu. Elif’se hiçbir şey duymak istemiyordu artık. Bir koşuda çardağa kaçmış, gece boyu, yatalak bir kızın bir bardak suyu içememesinin, onda bıraktığı izleri anlamaya çalışmıştı. Gün ışıdığında artık bambaşka bir Elif vardı. Kendine güvenen ve inandığını başaracak bir insan. Günler hızla akmış, sınav günü gelip çatmıştı. O, en büyük ideali olan İngilizce öğretmenliğine gidecek yolun ilk basamağı olan ÖSS sınavına hazırdı. Ege sıcağında ter dökerken sınavı yarıladığını ancak saatine bakınca anlayabilmişti. Heyecandan dudakları kurumuştu. Hemen bir bardak su istemişti, salon görevlisinden. Suyu yudumlarken başarmanın verdiği keyif Elif’in gözlerinden okunuyordu. 11.05.2002 / Ömer AKŞAHAN /Ödemiş / Bir Bardak Su
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © ömer akşahan, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |