Bir deliyle aramda tek bir ayrım var. Ben deli değilim. -Salvador Dali |
|
||||||||||
|
Dünyaya gelmiş bir bebek, anne ve babandan biyolojik ve dolaylı şekilde etkilenmeyi tamamladıktan sonra, artık ailenin bir bireyi olarak gerçek yaşamın içerisinde, tüm yaşanacakları görerek, duyarak ve de hissederek karakterini oturtmanın ilk evresine başlamış demektir. Bu aşamadan sonra bebek, olgunluk çağına kadar tam anlamıyla bir fotoğraf makinası ya da bir kamera misali, çevresinde olup biten her şeyi resimleyerek, aile ve çevrenin etkisiyle, kendi fiziksel yapısına uygun karakter sahibi olmaktadır. Fiziksel olarak herhangi bir sorunu olmadan doğan çocukların, ileride sağlam bir karaktere sahip olabilmesi için, başta ailenin yaşam şekli ve maddi imkânları olmak üzere, yaşadığı çevre ve ülkenin sosyal ve siyasal yapısı en büyük etkiye sahiptir. Bir çocuğun sağlıklı, akıllı, zeki ve kendine öz güveni olacak şekilde karakter kazanması, önce anne ve babanın küçük çaplı da olsa, maddi güvencesinin olması her şeyden önce gelmektedir. İkinci büyük güvence ise, devletin eğitim ve yönetim yapısının adaletli olmasıdır. İnsan karakterinin oluşumunda temel etkiye sahip maddi varlıkların eksikliği, her zaman kötü sonuçlara sebep olduğu gibi, fazla ve dengesiz şekilde olup, bilinçsizce kullanılması da benzer sonuçlar yaratmaktadır. Bu yüzden çocuklarını iyi şekilde yetiştirmek isteyen her anne ve babanın, maddi güvencesinin yanında genel kültürünün yeterli seviyede olması şarttır. Türkiye’de ailelerin büyük çoğunluğu, maddi açıdan güvencesiz ve kötü bir eğitim yapısı sonucunda, sürekli tartışma, kavga, sinir, stres ve çeşitli olumsuzlukların mevcut olduğu bir ortamda, çocukların karakteri şekillenmektedir. Yaşanan olumsuzluklar yüzünden bireylerin bilinç, duygu ve düşünce yapıları negatif şekilde etkilenip agresif, bencil, feodal, asabi ve doyumsuzluk içerisinde, korku ve öz korumacı hücreler en etkin durumdadır. Bu tür problemlerle baş edemeyen aileler, genelde belirtilen ekonomik ve kültürel alt yapı güvence boşluğunu, daha çok ideolojik ve inanç kültürüyle doldurmaya çalışmaktadırlar. Genellikle ideolojik ve dini kültüre dayanarak yaşamaya çalışan aileler, sadece psikolojik açıdan deşarj olmaktadırlar. İstisnaların dışında maddi ve genel kültür sorunlarına doğru düzgün hiçbir çözüm bulamamışlardır. Bu şekilde yetişen çocuklar, her zaman dünyayı yarım ve yanlış yorumlayarak anlamaya çalışırlar. Ve belirtilen çerçevede yaşayan her toplumun büyük çoğunluğu kültürsüz, yarım zekalı, ve kaba gücün dışında başka bir mantığa sahip değillerdir. Herhangi bir ülke ifade edilen bu eksik ve yanlış yaşamdan kurtulup akıllı, zeki ve barışçıl bir topluma sahip olabilmesi için, gerçek sosyal devlet ilkesini tartışmasız kabul etmek zorumdadır. Gerçek sosyal bir devlet demek; milli ekonomik gelirine göre her aileye kısmi şekilde de olsa, düzenli bir maddi destek sağlamalıdır. Bunun yanında toplumun genel kültürünü geliştirecek her türlü tartışmaya açık sorgulayıcı bir eğitim programıyla işe başlar. Bir toplum bu her iki temel sosyal yardım ve yapıdan mahrumsa, o toplumda umutsuzluk, hayal kırıklığı, isteksizlik, çatışma, yolsuzluk, yalancılık, yozlaşma ve doyumsuzluk asla bitmek bilmemektedir. Genel çerçeve bu şekilde olduğuna göre, Türkiyeli anne ve babaların çocuklarını nasıl bir ortamda yetiştirdiklerine biraz daha yakından baktığımızda, içimizi acıtan büyük anormalliklerle karşılaşılmaktadır. Her şeyden önce sorumlu ve ciddi bir devlet yönetimi, çocukların iyi bir karaktere sahip şekilde yetişmesi için, ailelerden önce devletin kendisi maddi ve manevi olarak çocukları desteklemesi gerekir. Çünkü devletin sunacağı imkanlara çoğu aileler sahip değiller. Düzenli bir maddi gelir ve güvencesi olmayan hiçbir aile, çocuğunu istediği şekilde asla yetiştiremez. Bu da başta anne ve baba olmak üzere çocukların her an yanlış yollara sapmasına neden olmaktadır. Çünkü dünyanın her yerinde en büyük huzursuzluk, yolsuzluk ve çatışmalar, maddi yokluklar ve dengesiz paylaşımdan kaynaklanmaktadır. Türkiye ne yapmıştır? bırakalım ailelere kısmi maddi güvence ve bilimsel eğitimi vermeyi, doğru düzgün hiçbir dertleriyle ilgilenmemektedir. Tarihten bu zamana kadar sürdürülen en büyük yanlışlık ve bilgisizlik, şu şekilde devam etmektedir. Genelde devlet; kendine göre hazırlamış olduğu birtakım kalıplaşmış bilgileri ve programları, eğitim adıyla topluma aktarmakla devlet olarak her şeyi yaptığına inanmaktadır. Ben gerekli eğitimi verdim, anlayan anlar anlamayan sürünsün mantığıyla, sorumsuzca hareket eden feodal ve ukala bir yönetim anlayışı mevcuttur. Halbuki gelişmiş ileri toplumlarda devletler, büyük bir sorumlulukla bireylerden ailelere kadar hepsinin maddi, eğitim ve sağlık sorunlarını asgari ölçüde çözmeyi en büyük görev saymışlardır. Bunları başarabilmek için de, asgari bir maddi güvencenin yanında, kutsallıkları da dahil her şeyi tartışan bir eğitimle işe başlamışlardır. Ve böylece toplum daha sağlıklı, zeki ve akıllı karaktere sahip olup, önceden yaşanan tüm olumsuzluklar, ya tamamen bitmiştir veya en aza indirilmiş durumdadır. Türkiye’de gelmiş geçmiş tüm hükümetler, siyasi ve idari politikalarını uygularken, ciddi hiçbir alt yapıyı hazırlamadan, oldum olası göstermelik, pragmatist ve popülist şekilde Ortaçağdan kalma bilgilerle, dünyada bende varım demeye çalışmaktadır. Örneğin hazırlanan plan ve programların kaçı, aileler ve toplumun çoğunluğu tarafından benimsenip kavranmıştır? Bu ailelerin ekonomik gelirleri, yaşadığı çevre koşulları, aile nüfus yapısı ve eğitim seviyeleri bu planlara uygun olup olmadığına bakmadan, yaptım oldu bitti mantığıyla hareket edilmektedir. Böyle sorumsuz, güvencesiz ve vurdum duymaz bir yapıda, çocukların iyi bir karaktere sahip olacağını beklemek, hem devlet yönetiminin hem de ailelerin kendilerini aldatmaları anlamına gelmektedir. Şu istatistikler bu düşüncelerimizi destekleyen önemli kaynak niteliğindedir. Bir kere Türkiye’de toplumun %90’ı maddi açıdan kendi kaderiyle baş başa yaşamaktadır. Ailelerin nasıl yaşadığıyla ilgili, hiçbir devlet görevlisinin ne haberi olur ne de ilgisi. Sadece seçim vb. dönemlerde samimiyetsiz bir ilgi söz konusudur. Beslenme ve sağlıklı yaşam üzerine yapılan bilimsel araştırmalardan da anlaşılacağı gibi her insanın, insani ihtiyaçlarını karşılayacak asgari seviyede bir ekonomik gelire sahip olması şarttır. Buradan bakıldığında, bırakalım Türkiye’de herkesin asgari seviyede ekonomik güvencesinin olmasını, çalışan insanların büyük çoğunluğunun gelirleri dahi insani ihtiyaçları karşılamaya yetmemektedir. Türkiye’de 3 kişilik bir ailenin kirada içerisinde dahil olmak üzere, en az 3000 veya 3500 TL para kazanması lazım. Bu oran fakirliğin biraz üstü demektir. Çalışan istisna yönetici ve özel görevlilerin dışında, başta devlet kurumları olmak üzere iyi bir özel kurumda çalışanlar, en fazla 3500 TL maaş almaktadırlar. Diğer büyük çoğunluk asgari ücret veya biraz üstünde gelire sahiptirler. 2,5 milyon asgari ücretli çalışanlarla birlikte, ülke genelinde ücretle geçinenlerin toplamı 16 milyonu bulmaktadır. Diğer dar ve düzensiz geliri olanlarla birlikte, mevsimlik veya geçici işlerde çalışanların kazançları insani yaşam ücretinin çok altında kalmaktadır. Aynı şekilde kırsal alanlarda tarım ve hayvancılık yapanlar, esnaf olup zar zor ayakta kalanlar ve sürekli işsizlik çekenlerle birlikte, Türkiye toplumunun yaklaşık 70 milyonu, insani şartları karşılamayan yetersiz ve güvencesiz bir gelirle yaşayıp ayakta kalmaya çalışmaktadırlar. Ailelerin bu maddi yetersizliklerine bir de ülkedeki siyasal, dini ve kültürel kargaşalar eklendiğinde, tedavisi çok güç olan sıkıntı, stres, kavga ve çatışmalara yol açmaktadır. Bu da anne ve babalarda dahil, çocukların her türlü yalan, kıskançlık, hile ve kavgayla birlikte, anormallikler içerisinde, bir karaktere sahip olmalarına yol açmaktadır. Onun içindir ki, Türkiye’deki siyasi partilerin hemen hemen hiçbirisine toplum ciddi anlamda inanmamaktadır. Partileri destekleyenlerin %50’lik oranı ise, ekonomik pay kapma amaçlıdır. Kültürel ve insani olarak hiçbir partiye toplum sıcak bakmış değildir. İşte Türkiye gibi ülkelerde kadın cinayetleri başta olmak üzere, her tülü kavga, çatışma, kıskançlık ve yolsuzlukların ana kaynağı, toplumun asgari seviyede ekonomik destekten yoksun olmalarıdır. Diğer taraftan “Deveyi hamuduyla götüren siyasi parti taraftarlarını” toplum görünce, düzgün olan karakterlilerde bozulmaktadır. Cemal Zöngür
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © Cemal Zöngür, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |