"Moda denilen şey o kadar çirkindir ki onu her altı ayda bir değiştirirler." -Oscar Wilde |
|
||||||||||
|
İslam; Hz. Muhammed'in Peygamberliği aracılığıyla insanlara tebliğ edildiğine inanılan tek tanrılı bir dindir. Hz. Muhammed'in ölümüne kadar yaklaşık 20 veya 25 yıl boyunca, İslam'da ne mezhep ne de tarikatların varlığını kimse iddia edemez. Ve Kuran-ı Kerim'de de mezheplerle ilgili en ufak bir kaynak bilgi bulunmamaktadır. İslam'da böyle temel bir gerçeklik mevcutken, mezhepler ve tarikatların kutsallıkla hiçbir ilişkisi ve bağlarının olmadığı rahatlıkla anlaşılmaktadır. Peki o zaman mezhep ve tarikatları yüceleten Din Alimleri ile Müslüman devletler, insanların manevi duygularını kullanarak ipe sapa gelmez uygulamalarla, neden kişileri düşünemez ve sürekli farklı şeylere sapar hale getirmektedirler? Bunun mantık çerçevesinde cevabını verecek bir Din Alimi veya Müslüman devlet yetkilisi bugüne kadar çıkmış değildir. Tahmin edileceği gibi her zaman mezheplere uygun saldırganlıkla cevap verilip, ondan sonra da efendim İslam barış dinidir demekle kabahatlerinin üzerini örtmeye çalışırlar. Tarihsel bir gerçeklik olarak bugün kendilerini Müslüman gören toplumların hepsi, miladi 610 yılına kadar doğa dinleri başta olmak üzere putçuluk, Yahudilik ve Hıristiyanlığa inanarak yaşamışlardır. Ve bölgelere göre bu halkların önceki inanışlarının dağılımı şu şekildedir. İslam'dan önce Anadolu'da yaşayan halklar daha çok doğa dinlerinin yanında Yahudi, Hıristiyan ve putperestiler. Mezopotamyalıların büyük bir kısmı ise Zerdüşt ve diğer doğacı dinlerdendi. Asya'nın geneli çeşitli doğa dinleriyle birlikte Şamanizm ve Güneş (İndira Mitra) tanrıcılığın ön planda olduğu görülür. Asya ve Afrika'nın Orta Doğu bölgesinde ise doğa inanışı, Puta tapınma, Yahudilik ve Hıristiyanlık en etkin dinlerdir. Afrika da ise yine doğacı dinler hakimdi. Genel olarak bölgelerde durum bu şekildeyken sormak gerekiyor, Allah putperest dinlerden önce İslamiyeti neden göndermedi? M.S.610 yılından itibaren İslamiyet'in ortaya çıkmasıyla, anılan bölgelerin büyük çoğunluğunda Müslümanlık hakimiyet kurmuştur. Fakat burada açıklanması gereken çok önemli bir nokta ise, Araplarda dahil diğer toplumların hiçbirisi, İslamiyeti öyle sanıldığı gibi güllük gülistanlık içerisinde kabul etmemişlerdir. İslamiyetle birlikte önce Arplar kendi aralarında çatışma, savaş ve talan mantığını yükselmişler. Daha sonra bunu diğer toplumlar üzerinde en acımasız şekilde uygulayıp, insanları yoksul, yolsuz ve korkuyla birlikte çaresiz bırakarak, İslam'a bağlanmaya mecbur etmişler. Miladi 632 yılında Hz. Muhammed öldükten sonra, İslam'ın peygamberlik makamına kimin geçeceği tartışmaları, İslam'da tekrar büyük bir iç çatışmaya dönüşerek, Halifelik ve mezhepleşmeye giden yolu açmış oldu. Ancak mezheplerin kesin çizgilerle ayrılışı ve dünyaya 4+1 şeklinde ilan edilmesi, Halifelik makamından yaklaşık 30 yıl sonra belirginleştiği görülür. Hz. Ali'nin miladi 661 yılında öldürülmesiyle, Haşimi Arapların Suudi Arabistan topraklarından sürgün edilmeleri, İslam'da ve Araplarda bir daha birlik olunmayacak şekilde bölünmüşlerdir. Emevi Sünni Araplar ile Haşimi Şii Araplar şeklinde iki zıt Arap İslam toplumu oluşmuştur. Emevi Sünni Araplar, kendi aralarında siyasal olarak İslam'ı yaşatma ve yaşama bakımından Hanifi, Hambeli, Şafi ve Maliki adlarıyla dört mezhebe bölünmüşler. Haşimi Araplarsa Şia veya Şiilik adıyla İmam Caferi Sıddık mezhebinden olduklarını ilan ederek kısmi farklı bir yaşamı seçmişlerdir.. İslam Din Alimleri esasında mezhepleri icat etmekle, farklı kültürel topluluklara ve değişen insan yaşamına cevap olmanın yanında, tüm maddi varlıkları kendi kontrollerine almayı düşünmüşler. Böylece İslam'ın ileri gelenleri ve Müslüman devletler, mezhepleri toplumun gözünde yüceltip kutsallaştırarak bunu gerçekleştirdiklerini görüyoruz. İslam Alimlerinden en önde gelen Hanifi, Maliki, Şafi, Hanbeli ve İmam Caferi Sıddık, gibi şahıslar, İslam'daki Mezhepleri, Fıkıh ve Hadisler adıyla bir daha kolayca değiştirilemeyecek Kuran ve İslam kanunları şeklinde insanlara kabul ettirmeyi başarmışlardır. Her mezhep kendi düşüncesini Allah ve Kuran emri olduğunu ileri sürmesine rağmen, başta Sünni Mezhepler kendi aralarında olmak üzere Şii Mezheple sonu gelmez çatışma ve savaşlara tutuşurlar. Bu noktada yine sormak gerekiyor. Allah ve Kuran emri olduğuna inanılıp kutsallaştırılan İslam ve mezheplere tapınanlar, sürekli savaşarak cehennem içerisindeki yaşamlarını neden sorgulayamazlar? Bu yaşananları sorgulayıp doğru ve barışçıl bir düzene geçemeyen bir dinin, Allah emri olduğuna inandırılması, ancak kişi ve toplumların büyük bir korku (Fobi) psikolojisine sokmakla mümkündür. Bunlar yetmemiş gibi Mezhepler kendi içlerinde bile çeşitli tarikatlara ayrılarak dedikodu ve bir sürü hurafelerle, kültürel nitelik olarak çok düşük, nicel açıdan ise sürekli güdülen bir İslam dünyası yaratılmıştır. Anlaşılacağı gibi mezhep ve tarikatları temsil eden kişilerin kutsallıkla, mübareklikle ve Allah kelamını kullandıklarıyla hiçbir alakaları bulunmamaktadır. Sadece Kuran-ı Kerim'deki sure ve ayetlerden yola çıkarak benzetme ifadelerle ipe sapa gelmeyecek düşünce ve yaşam biçimlerini insanlara dayatmaktadırlar. Ve bunu yaparken de çeşitli tarikat adı altında kendisine daha sadık kullanacağı kişileri belirleyip, bunları Şeyh vb. unvanlarla rütbelendirip, uzak bölgelerdeki insanları kolayca kontrollerinde tutmayı sağlamaları. İfade edilenlere bir de İslam'ın egemen olduğu tüm ülkelerde din, mezhep ve tarikatların Şeyh ve de Alimleri, birbirlerini sürekli heteredokslukla suçlayıp, kendi geri ve cahilliklerine uygun düşünmeye insanları zorlamaları.. Bu da yetmemiş gibi bir de Batini ve Zahihiri kelime oyunlarla bilinçli bir karmaşa yaratıp, adeta İslam'ın kolayca sırrına erilemeyecek yüksek bir bilgi dini imajı yaratılması. Halbuki İslam; toplumları bilgi, bilim ve teknoloji dışı bırakıp her teknik cihazı yabancılardan alarak faydalanmaktalar. Aynı zamanda sürekli kendi içlerinde savaşıp ekonomik talanla, üst düzey elit kesim cennette yaşarken, toplumun büyük çoğunluğu onurları kırılmış bir şekilde sürekli el açarak yaşamaktadır. İslam toplumlarının mevcut yapıdan bir an evvel kurtulması gerekir. Bunun için de İslam kendi içerisinde gerçek bir sorgulama ve özeleştiri yaparak, tamamen siyasal ve maddi hayattan çekilip, sadece manevi açıdan insanlara yol gösterici olmalıdır. Bunu yapmadığı sürece, er ya da geç İslam kendi kendisini zehirleyerek çok ağır bir şekilde dağılıp marjinalleşecektir. İnsanın icat ettiği hiçbir şey ebedi ve kalıcı değildir. İslam, mezhepler ve tarikatların icadıyla Müslüman toplumların sorunları bitmek yerine daha da içinden çıkılmaz iğrenç bir hal aldığını herkesin kabul etmesi gerekir. Çünkü İslam adıyla kutsallaştırılıp yüceltilen maddi ve siyasi yaşam anlayışı, tüm Ahlaki değerleri bitirme noktasına getirmiştir. Kullanacağı başak bir kaynak bulamayınca, en sonunda akrep misali kendisini zehirleyecektir. İşte İslam'da mezhep ve tarikatlar maneviyat adıyla maddi çıkar ve makam sağlamak için icat edilen en büyük dini siyasal araçlardan birisidir. Cemal Zöngür
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © Cemal Zöngür, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |