"Hayranlığı o dereceye vardı ki; yere düştü ve kendinden geçti." -Fuzuli (Leyla ile Mecnun) |
|
||||||||||
|
Müslüman toplumların büyük bir çoğunluğu, hala dinlerin siyasetin içerisinde olup olmadığına bir türlü karar vermiş değillerdir. Bu yüzden de sürekli ikilem içerisinde kalmaya devam etmektedirler. Makalenin içeriğine geçemeden önce dinlerin ilk varoluşlarından itibaren, siyasetle bağlarının nasıl olduğunu tarihsel olarak netleştirip devam edersek, İslam'ın siyasal yapısını daha iyi anlamış olacağız. Örneğin yapılan tüm araştırmalarda şöyle bir gerçeklik ortaya çıkmaktadır. Dünyanın her yerinde özellikle ilk insanlığın başlamış olduğu Avcılık (Paleolitik) çağın'dan itibaren “Çok Tanrılı, (Poloteist) Çift Tanrılı, (Dualist) ve Tek Tanrılı” (Monoteist) dinlerin hepsi birer siyasal sözleşmeler olarak icat edilmişlerdir. Çünkü insanlar gerek Klan, Kabile ve Gruplar şeklinde iken, gerekse daha sonraki büyük topluluklar halini aldıkların da, hem maddi (Sosyal) hem de manevi (Psikolojik) olarak bir kural ve düzene göre hareket etme ihtiyacını duymuşlardır. Ve böylece din adı verilen sözlü ve yazılı kurallar ortaya çıkmıştır. İşte tam burada dinlerin birer siyasal sözleşmeler olmasına rağmen, neden kutsallıklar atfedilerek tartışılamaz, eleştirilemez ve kötü niyetle bakılamaz maneviyat yüklendiği sorusu akıllara gelmektedir? M.Ö. 500'lü yıllardan itibaren tek tanrılı dinlerin icadıyla başlayacak olursak, Orta çağ dönemindeki dünya toplumsal yapısının niteliklerinde, şöyle bir gerçekliğin olduğu bilinmektedir. Örneğin Orta çağ'da, her toplumun içerisinde okuma yazma bilenlerin sayısı % 0,1'lik oranı dahi bulmuyordu. Okuma yazmanın olmadığı böyle bir ortamda, icat edilen düşünce ve araçlara kutsallık atfedilmeden, toplum tarafından kolayca kabul edilmesi mümkün değildi. Bunun için en önemli yöntem, icat edilen her düşünce ve araçlara tanrı ve dinin kutsallığı şart koşularak, buna uyulmadığı sürece, tanrı istediğinde insana en büyük cezayı verecek güçte olduğunu, insandaki korku (Fobi) psikolojisini kullanarak başarmıştır. Ve böylece insanların rahatça boyun eğmesi sağlamaktadır. Eğer bu korkutma icat edilmemiş olsaydı, eğitim, kültür, siyasal ve sosyal gelişimin olmadığı bir çağda, toplulukları zapt etmek öyle kolay bir iş değildi. Bu yüzden dinler denilen siyasal yapılar en büyük silah olarak tanrı ve emirleri olan din metinlerini kullanıp, insanların biraz daha düzenli sosyalleşmelerini sağlamışlardır. Dinlerin temel almış oldukları bu siyasal ve manevi kutsallık felsefi politikaları, yaklaşık olarak bin beş yüz yıl boyunca etkinliğini sürdürmüştür. Buna rağmen, dinlerin toplumları gerçek bir huzur ve barış içerisinde yaşattıklarını söylemek oldukça zordur. Çünkü birçok işi tanrıya havale edip, çağın koşullarına göre değişime her zaman karşı çıkmışlardır. Şimdi insanlığın böyle bir dinsel ve siyasal temeli olduğuna göre, ister istemez şöyle bir soru akla gelmektedir. Dinler siyaset dışı mıdır, siyaset içi mi? İslam açısından sorunun cevabını aradığımız da, net bir yanıtın geleceğini hayal etmek güçtür. Nedeni ise, içerisinde bulunduğumuz bilgi ve teknolojik çağa göre, Müslümanlar İslam siyaset dışıdır deseler, tüm sosyal ve ekonomik yaşamdan ellerini tamamen çekip, dinin sadece kişilerin Ruhsal (Psikolojik) olarak Allah ile birey arasında yaşanmasını kabul etmeleri gerekiyor. Yok İslam siyaset içidir diyecek olurlarsa, o zaman da, dinlerin kutsallıkları ve azizlikleri tartışma konusu olmaktadır. Çünkü her siyasal düşünce, toplumları yönetip idare ederken, ister istemez birçok yanlış veya olumsuzluklara düşebilmektedirler. Bu da dinlerin ve de İslam dininin kutsallığına zara verdiği bilindiği için, İslam'ın ne siyasetin içinde ne de dışında olduğuna net olarak bir türlü karar verilememektedir. Dinleri her zaman tartışma konusu yapan diğer bir tarihsel olay ise, insanlık tarihinin geçmişi 1 milyon yılı bulmasına rağmen, tanrı durdu durdu da, bundan 2500 yıl önce, neden peygamber ve kutsal kitaplar gönderdi? Çünkü insanlığın gerçek tarihi, M.Ö. en az 700 bin yıllarında Homo Sapiens'in aklını elini ve ayağını kullanmasıyla başladığı asırlar öncesinde kanıtlanmıştır. Din, siyaset ve insan birbirine bu kadar bağlı olduğuna göre, çağın ve koşulların ihtiyacına uygun düşecek dinleri siyasetin içerisinde yaşatmak bazen faydalı olabiliyor. Ancak çağa ve sosyal koşullara cevap olmayan hem dinler hem de siyasi düşünceler gerçek hayatın içerisinden kendilerini çekmek zorundadırlar. Çekmedikleri sürece, sürekli çatışma ve kaosların devam ettiğini, yaşanan savaşlardan herkes rahatlıkla bilmektedir. Dinlerin konumları bu şekilde iken, peki.! İslam siyasallaştı diye bağırıp çağırmanın bir anlamı var mı? Elbette ki vardır. Bunun en somut örnekleri, Müslüman toplumların içerisinde bulundukları yaşamın kalitesizliği, kaos, karmaşa, çatışma ve savaşlar göstermektedir ki, artık siyasal bir İslam'ın, çağın diline ve toplumun sosyal ihtiyaçlarına cevap olmadığı net olarak anlaşılmaktadır. İslam dini; 1500 yıl boyunca sürdürmüş olduğu politikasında, toplulukları daha çağdaş ve rahat bir yaşama kavuşturacağı yerde, ilk var oluşundan daha geriye düşmesi, İslam'ın siyaseten tamamen bittiğini göstermektedir. Ve böylece çağdaş ülkelerde olduğu gibi, reform ve rönesanslarla, laiklik, sekülerizm ve demokrasi ilkelerini kabul edip, daha huzurlu ve barışçıl bir İslam dünyasına adım atılabilir. Örneğin 1848 yıllarından itibaren Avrupa'da başlayan laiklik, sekülerizm ve demokratikleşme reformlarıyla, Yahudi ve Hıristiyan toplulukların yaşadıkları bölge veya ülkelerde, istisnaların dışında dini çatışma ve huzursuzluğun yaşandığını kim söyleyebilir? Her iki tek tanrılı dinlere inanan toplumlar, böylece huzur ve barışın sayesinde, dinlerine atfettikleri kutsal saygıyı da kazanmışlardır. Dinlerin tarihsel gerçeklikleri bu şekilde olduğuna göre, İslam dini neden hala siyasal varlığından vazgeçmemektedir? Öncede ifade edildiği gibi, her toplum yaşadığı çağın sosyal koşullarına göre bilinç ve eğitim seviyelerini geliştirip, siyasal ve dinsel yaşamlarında önemli reformlara karar verebilmişlerdir. Dünya toplumlarının eğitim ve kültür seviyeleri gözden geçirdiğinde, Yahudilik ve Hıristiyanlığa inananların eğitim durumları, dünyanın diğer toplumlarının bir çoğundan daha yüksek olduğu rahatlıkla görülmektedir. Bu da doğal olarak beraberinde siyasal ve dinsel yapıların tartışılarak sorgulanmasını doğurmuştur. Ve herkesin bildiği gibi modern felsefeci ve bilim insanlarının ilk önce Avrupa toplulukları içerisinde ortaya çıkmasını sağlayan en büyük etken, eğitime verilen önemden kaynaklıdır. Örneğin İslam toplumlarında, halkın eğitim ve kültürel olarak gelişmesine ciddi anlamda hiçbir zaman önem verilmediği görülmektedir. Topluma verilen eğitim her zaman Metafizik çerçevede ele alınıp, pozitif bilimleri dışlayarak, çok kısır ve yavan kalması, insanların tartışma ve fikir geliştirme mantığının önü sürekli kapatılmaktadır. Müslüman ülkelerin diğer bir handikapıysa, toplumu yönetecek kişilerin daha çok maddi durumunun iyi olmasına ve de dini doğmalara tartışmasız bağlılığına göre tercih yapılmasıdır. Bu tarz eğitim ve siyasi yönetim politikasını yeterli gören Müslüman ülkeler, diğer taraftan toplumun birçok istemlerinin gerçekleşmesini, kutsanan tanrı emirleri olan dini kurallara uygun yaşandığı sürece, kendiliğinden gerçekeleşeceğine toplumun inandırılmasıdır. İşte Müslüman ülkelerde ifade etmeye çalıştığımız bu vb. nedenlerden dolayı, siyasal İslam her geçen gün daha da radikalleşip gericileşmesi neticesinde, hem siyasi olarak hem de kutsallık politikasından bir türlü vazgeçememektedir. Tüm bunlardan şu sonuç ortaya çıkmaktadır. İslam için; yönetmiş olduğu toplulukların yaşamında en ufak bir demokratik ya da liberal yaşama adım atmak demek, İslam'ın bitireceği korkusu anlamına gelmektedir. Bunun için, her geçen gün daha da ilkelleşerek, kendisini kurtaracağını düşünmektedir. Halbuki Müslüman ülkelerde yaşanan çatışma ve savaşlar göstermektedir ki, herkesten çok kendi sonunu hazırlamaktadır. Bu yüzden Müslüman toplumlar hep birlikte artık siyasal İslam'a hayır deyip, bir an evvel gerçek laik, seküler ve demokratik yaşama geçmelidirler. Geçmezlerse kendileri kaybedecektir. Örneğin son birkaç hafta önce FETÖ terör örgütünün yaratmış olduğu panik ve korkuyla, mevcut AK PARTİ Hükümeti, kendisine bir takım paylar çıkararak, daha da dindar bir siyasal İslam'ın temelini atmaya çalışmaktadır. Ancak ne olursa olsun, her türlü siyasal İslam demek, ülke ve toplumlar da kaos, çatışma ve savaş demektir. Herkesin aklını başına toplayıp tüm kültürel farklılıkları kapsayan gerçek demokratik bir Anayasanın yapılmasında ısrar etmek gerekiyor. Bu yapılmaz ise darbeler asla bitmeyecektir. Cemal Zöngür
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © Cemal Zöngür, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |