Olgular görmezden gelindikleri için var olmaya son vermiyorlar. -Huxley |
|
||||||||||
|
Seval Deniz Karahaliloğlu Üç sıradan ev kadını, üç farklı hayat. Bu kadınlar, bir “seks dükkanında” mahsur kalırsa ne olur? “Kırmızı Dükkan”, komedi ve dramı ustalıkla harmanlayan bir oyun. İnce dengelerin hakim olduğu oyun, tabular, gelenek görenekler, iki yüzlü ahlak anlayışı ve bastırdıkları cinsel kimlikleri arasında sıkışıp kalan kadınları konu ediyor. Aynı apartmanda yaşayan sıradan üç ev kadını alışverişe çıkarlar. Sokakta bombalar patlayınca can havliyle kendilerini bir dükkana atarlar. Daha sonra bir “seks dükkanında” olduklarını anlayan bu üç kadının tepkileri hayata karşı duruşları hakkında fikirler verir. Oyun ilerledikçe maskeler düşer, gizledikleri sırlar bir bir ortaya dökülür. Bir an kahkahadan kırılırken başka bir an hüznün dibini buluruz. Oyunu kaleme alan ve sahneye koyan Serdar Saatman çok basit bir sorudan yola çıkmış. Gerçek yaşamda hiçbir yere konumlandıramadıkları ve sürekli bastırdıkları cinsel kimlikleriyle sıradan ev kadınları bir seks dükkanında mahsur kalırlarsa, “kadın kimlikleri” nasıl ortaya çıkar? Böyle bir deneyim, bu kadınları dönüştürebilir mi? Ya da gerçekten ne kadar değiştirip, dönüştürebilir? Tiyatro Oyun Kutusu, yüzüne tiyatro ya da yüzüne vurumcu tiyatro olarak tanımlanan “in your face” türünde oyunlar sergileyen bir topluluk. 1990’ların başında İngiltere’de ortaya çıkan şiddet, cinsellik, uyuşturucu ve cinayet gibi öğeler içeren oyunlar yazma eğilimine, akımın yazarları tarafından takılmış bir isim. İlk defa “ in-yer-face” olarak İngiliz Tiyatro eleştirmeni ve Boston Üniversitesi öğretim üyelerinden Aleks Sierz tarafından kullanılır. “in yer face” terimi 2001 yılında piyasaya çıkan “İn-Yer-Face Theatre” kitabıyla daha popüler hale gelir. Daha çok genç oyun yazarlarının kullandığı bu türde yazılmış oyunlarda ön plana çıkan müstehcenlik ve şiddet unsurları seyirciyi şok etmeyi amaçlar. “Kırmızı Dükkan” çok küçük bir oda tiyatrosunda, 37 kişilik bir seyirci topluluğuna oynanıyor. Oyunu neredeyse oyuncularla ağız ağza diyebileceğimiz bir mesafeden izliyoruz. İnsanda sanki apartman komşularımız misafirliğe gelmiş de kadın kadına dertleşiyormuşuz gibi bir his oluşuyor. Bazen öğrendiğimiz sırlardan dehşete düşüyoruz. Küçük hayret çığlıkları atarken ortamın gerilimi artıyor. Merakımızı körükleyen giz perdesini aralayabilmek ve daha fazla şey öğrenebilmek için öne doğru eğilip kulak kesiliyoruz. Herhalde bundan daha fazlası olamaz dediğimiz bir anda, oyunun gizli kalmış “seks kölesi” ni keşfediyoruz. Artık bu noktadan sonra işler çığırından çıkıyor. “Tiyatro Oyun Kutusu” ekibi gerçekten zoru başarıyor. Öncelikle bayağılığa kaçmadan ölçülü bir üslupla tiyatro yapıyorlar. Ve en önemlisi, her türlü zorluğa rağmen ayakta kalmayı başarıyorlar. Bu noktada Afrodisyas Kültür Merkezi’nin kapılarını onlara açan Patoloji uzmanı Prof. Dr. Ali Küpelioğlu’nun katkısı çok büyük. Genç sanatçılara, sanata ve tiyatroya inanan bilim adamı Afrodisyas Kültür Merkezi’nde Tiyatro Oyun Kutusu’nun seyirciye ulaşmasını sağlıyor. İzmir, Kıbrıs Şehitleri caddesi, Bornova sokaktaki eski bir Rum evinden içeriyi girdiğinizde sizi Prof Dr. Ali Küpelioğlu’nun dünyanın dört bir yanından topladığı eski fotoğraf makineleri koleksiyonu karşılıyor. Giriş katında camekanlarda sergilenen fotoğraf makineleri ve onun karşısındaki duvarda oyunla ilgili görsellerin yansıtıldığı büyük bir barkovizyon gösterisi daha ilk dakikadan itibaren farklı bir yerde olduğumuzu gösteriyor. Oyun saati gelince, evin içine doğru ilerliyoruz. Karşımıza heykel çalışmalarının yapıldığı bir sahanlık ve daha sonra oyunun sahnelendiği küçük bir oda çıkıyor. Odadan pardon “dükkandan” içeri girdiğimizde, kasanın yanında duran bir adam gayet doğal bir sesle “ne istemiştiniz” diye soruyor? Ne isteyebiliriz ki? Bakalım dükkanda neler var? Kımızı, pembe renkli peluş atkılar, kırbaçlar, şişme erkek bebekler, çivili deri tasmalar, isimlendirmesi zor ve “en iyisi gidip kendiniz görün” diyeceğimiz bir takım garip objeler ve odanın solunda seyircilerin oturacağı sandalyeler. Yerimizi alıyoruz. Derken ışıklar sönüyor ve oda karanlığa gömülüyor. Büyük bir patlama sesi, garip gürültüler. Bomba mı, deprem mi pek anlaşılamıyor ama iki kadın panik içinde ciyak ciyak bağırıyorlar. Attıkları keskin çığlıklardan ne söylediklerini anlayamıyoruz ama sinirli sinirli bir kadın çantasını karıştırıp içinden cep feneri bulmayı başarıyorlar. Daha sonra da elektrikler geliyor. Karşımızda sinir krizinin eşiğinde iki kadınla yerde baygın yatan başka bir kadın duruyor. Ve şenlik başlıyor. 18 yaş ve üstü seyirciye hitap eden “Kırmızı Dükkan” sahnelemesi ve oynaması çok zor bir oyun. Açık sayılabilecek sahneleriyle kolaylıkla bayağı damgasını yeme tehlikesine rağmen insani kaygıların, açmazların, zaafların, baş edilmesi zor travmaların altını çizen üslubu ile sırat köprüsünü geçmeyi başarıyor. Erotizmi komediyle yumuşatan oyun, “üç maymunu” oynamak zorunda bırakılan kadınlara cinsel kimlikleri üzerinden sorular sorduruyor. Sedar Saatman’ın sahneye koyduğu oyunun dekor ve kostüm tasarımını Işınsu Ersan yapıyor. Oyunda, seksi Gülşen karakterini Cana Gedik, temizlik hastası muhafazakar Nabahat’ı Sevcan Yaman ve dini inançlarını hayatının merkezine koymuş Hamiyet’i ise Gonca Altıntaş canlandırıyor. Oyunun sürprizi ise yan odada kapalı kalmış her daim hizmete hazır bir seks kölesi. Bu rolü dönüşümlü olarak Mert Arat ve Volkan Avşar oynuyorlar. Müzikler ve danslarla da desteklenen oyunda müzikler Masiva ve Zümrüt Şahin’e ait. Dansların koreografisini ise Yarkın Ünsal tasarlamış. Oyuncular genel olarak cesur ve dengeli oyunculuklarıyla göz dolduruyorlar. Oyunun başında kaos ortamı yaratan gereksiz gürültüler konuşmaların anlaşılmasını engelliyor. Gürültü ve bağırma seslerinin şiddeti azaltılırsa oyuncuların neler söylendiğini anlayabileceğiz. Oyunun akışı içinde yer yer abartılı kaçan oyunculukların yerini daha doğal bir oyunculuk alırsa sanki daha vurucu bir oyun ortaya çıkabilir. Erotizmin dozu biraz daha düşürülebilirse iyi olur. Ufak tefek aksaklıkları saymazsak herkes elinden gelenin en iyisini yapmaya çalışıyor. Kafamın içinde bir ses “ben bu oyuncuların yerinde sahnede olsam, bu rolü oynayabilir miyim?” diye fısıldıyor. Mümkün değil. Bir çok benim diyen oyuncunun da becerebileceğini sanmam. Ama onlar başarıyor. Klasik Tiyatro anlayışını ciddi biçimde zorlayan topluluk, insana “farklı bir gezegende yaşıyormuşuz” izlenimini veriyor. Klasik Tiyatroya alışkınsanız, oyun çıkışında 2012’de yaşadığınızı ve yeni anlayışların geçerli olduğu yepyeni bir çağın eşiğinde olduğunuzu anlıyorsunuz. Bu oyun, size bu gerçeği net olarak hissettiriyor. Sonuç olarak, tiyatro insanı değiştirip dönüştüremedikten ve sorular sorduramadıktan sonra neye yarar?
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © Seval Deniz Karahaliloğlu, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |