Dilerim, tüm yaşamınız boyunca yaşarsınız. -Swift |
|
||||||||||
|
Kurulduğu günden bu yana, Türkiye'de ne batı tipi bir Demokrasi ve ne de Osmanlıdaki gibi yarı islami geleneksel bir dini yaşam standartı başarılmış değildir... Yirminci yüzyılın ilk çeyreğindeki Türk islamcıların, çürüyüp yıkılmaya yüz tutmuş Kemalizm'in iskeletlerine giydirdiği yeni islami beden ise ayrı telden çalıyordu... Türk islamcıların devlet geleneğindeki olmazsa olmazı, güce tapınma sendromu hiç bir zaman hız kesmedi. Ortadoğuda kendi devlet paradigmasını daha ileri evrelere taşıması ve bu işi Müslümanların omuzlarına yüklemesi de devet erki'nin temel Karakteriydi. Bu açıdan devletin üstün ırk ve ideal islam anlayışı, vatandaşının kimliği ve siyeseti olmuş. Bu karekterle kodlanmış vatandaşı ise, evrendeki diğer adem-evlatlarına karşı ayrıcalıklı olduğu tezini bilinçaltına ayrıca işlemiştir. Türk İslamcıların, kimlik kodlarında gizledikleri doneleri bütün çıpkalığıyla görebilmek sanıldığı kadar kolay değildir. Öyle ki onların Cumhuriyet tarihinde de pek fazla sıkıntıları olmamış, her dönemde, kendilerine ait kültürlerini sivil toplum kurumları adına bir şekilde yaşatmayı bilmişlerdir. (Elbette Kimlik derken; kendilerini "Müslüman Türk" olarak tanımlamalarını kast ediyoruz.) Nitekim 12 Eylül1980 Cuntası ile birlikte Cunta mesnuplarının arzuları doğrultusunda Türk İslam sentezinin siyasi kadroları yeniden dizayn ve disipline edilirken, bu kadrolara özenle zerk edilen doneler, evrimin kör bir tesadüfü değildi. Devamındaki ilk on yılda sol paradigmanın iflasıyla açıkta kalan Türk-i devletciklerin de rolü hesaba katılmalıydı. Pan-Turanizm daha bir değer kazanmasıyla, bugünkü Türk Devlet erkinin ileri gelenleri daha o dönemde özel eğitilmiş elemanlardan seçilmiş oluyordu. Bugün Türk islamcıların, Cumhuriyet tarihinden bu yana iktidardaki altınçağı(ustalık dönemi)'nı yaşamasına rağmen, Kardeş ilan ettikleri Kürtlerin en temel haklarına saygı duymamaları onların Ümmet anlayışının kodlarını açıyor. Açılan bu kodlar da gösteriyor ki Türk islamcıların geçmişte laiklik gibi kavramlara olan soğukluğu, onları kendi kimliklerine kalkan kullandıkları argümanlardan ibaretmiş. Laikliğe karşı olma argümanı, iktidar olabilmek veya hiç değilse, Devlet yönetiminde söz hakkına sahip olabilmekmiş. Şayet bu İslamcılar, Kürtlerin en temel insani haklarını kabul edebilecek olgunluğa erişmiş olsaydılar, sistemin omurgası olan Laikliği, sistem dışına itmeyi temel ilke bilmeli değiller miydi? Onlara göre içe dönük sorunlarda (ki bunun başında da Kürt sorunu ile ilgili hakların kısıtlanması gelmekte) en iyi bahanesi, yine onlara göre Laikliğin engellemeleridir. Böylece İslamcıların iktidar döneminden de anlaşılmıştır ki Laik'lik, onların da benimsediği ve temsil ettiği kurumsal sistem paradigmalarıdır. Peki Türkiyede bunlar olup biterken başka tarafta neler olmuştu? Komşu ülke İranda; Kerbela kıyamı ve bu kıyamın verdiği derslerin yeni kullanım biçimlerini, kendi zamanına uyarlayabilen ve pratik olanaklığını ıspatlayan, yetenekli bir Liderin öncülüğünde, öyle ki menkibe ve merasimlerin zinciriyle yüzyıllar boyunca esarete mahkum edilmiş dini, yeniden siyasi boyutuyla uyarlayarak Devrimci islam adıyla zamanına damgasını vurabilmişti. Zamanına vurulan bu damga kendisi ile birlikte islam dünyasına ve bölge haklarına da yeni bir liderlik perspektifi de sunuyordu. Liderliğin kendine has özellikleri ve taşıdığı değerler manzumesinin, sıfır töleransla, İslam dışı değerler karşısında durması, ona ayrı bir farklılık ve haklılıkta kazandırmıştı. Şu halde bu tarzdaki liderlik misyonu; İslamı belli mekanlara ve kalıplara indirgeyip sıkıştırmış, Kürdistan alimlerine de, klasik yaşam tarzı ve zihniyetlerin değişmesi gerektiğine dair, önemli doneler sunmuş. Onlara yeniden ''öze dönüş''ün ''özeleştiri''lerini yapma zorunluluğunu da dayatmıştı... Kürdistan Alimlerinin donandıkları yeni fikri ve siyasi birikimlerle, ''...izm''lerin süreçleri ve bu izm'lerin dimağlarda bıraktığı derin izlerden arındırma metodunu, Kerbela'ki ''öz'' ile yeniden inşa edilebilineceğini, tarihi olayların, zamanlarındaki olaylarla özdeşleştirilerek, arasındaki asıl misyonun kopuksuzluğunu yakalama yeteneğini, ortaya çıkarılan yeni liderlik olgusu ve aynılıkları, analizin temel taşları haline de gelmişti. ''İslamı Kuram''sal çerçevenin dışına çıkaran islam İnkilabının Şuleleri, evrenselleşerek kalıcı islami değerlerini sunması ve yeniden ''eylemsel çerçeve''den yola çıkarak; dil, ırk, coğrafya, kültür sair farklılıktaki toplumlara sunduğu dönüşümü; siyasi, kültürel, sosyolojik, askeri, bilimsel olarak tarihsel eleştirel bir perspektiften analiz ettirerek kendine yaniden yaşam alanı yaratıyordu... İşte Türk İslamcıların, Türk solu kadar Kürt halkının gasp edilmiş vatandaşlık ve yukarıdaki paragrafta zikredilen insani değerlerine atıfta bulunmaya ve savunmaya, sözlü de olsa sahip çıkamayışı ya da çıkmak istemeyişi, onların nasıllığının aynası olurken, Kürtler bu yeni liderlikte, kendi tarihlerinin derinliklerinde yüzerek beş asır önce yitirdikleri ''öz''ünü buluyordu. Öz'e dünüşteki değişim ve dönüşümler, sadece Kürtlerle sınırlı değildi. Ortadoğu'da var olan sorunlar da, İslamın sahip olmak istediği söz hakkı ve ısrarcılığın haklı sebebi, ( Ki İslam sadece maddi fenomenler dünyasını tanımlayan bir din değildi) çeşitli politik çıkarlar, popülist siyasetciler, partizan ve kayırmacı ilişkilerden uzak, aile veya kabile sermaye birikiminin sahnesi olmaktan çıkmış, bizatihi halka/hakka ait olan oluşumlar oluşturmaya başlamıştı. Yine İnkilabla birlikte; Ortadoğu'da, despotizm ve elitizm'den kurtulmak isteyen halklar, asli kültürlerine ve inançsal değerlerine kavuşmak, kabilesel ve partizan rantların, hizmetlerin paylaşımında ki eşitsizlik yerine, sosyal sınıfsızlık, adalet ve İslam hukukuna ihtiyacı olan ısrarcılığı, ulusal mekanlarda yeniden ayrışmaları derinleştirerek yaygın hale geliyordu. Ve gayet tabiidir ki Kürdistan halkı da bu etkileşimden uzak kalamazdı. Gelinen aşama evrensel insani hareketler adına; Dünya halkları istisnasız tahakkümü altında yaşadıkları dikta rejimleri alaşağı etmek için kıran kırana, canla başla mücadele verirken, kendilerini Kutlu elçinin mensubu sayan, İslam dünyasına geçmişte sözde önderlik yapmış, Türk-i milletlerin hala tiranlık sistemini meşrulaştırma çabaları, İslam şöyle dursun insanlık değerleri ve onuru ile ne derece bağdaşıyor du? Dünya halkları Huseyni mektebin ''Heyhat mine zilleh'' nidasıyla evreni sarsarken, Türk islamcıları hala Osmanlı saray mollalığı küstahlığı ile aziz islam dünyasının evlatlarına ninni söyleme hülyası güden Emevi islamcılığı döneminin kapandığını görmek istemediler. İslam dünyası yeniden Alinin evinin etrafında mahşeri kalabalıkla, özlem dolusu hürrüyet ve izzeti kuşanmaya adanmışken, Ki bu adanmışlık, tekrar tekrar Neynova çölünü Huseyni yarenlerin kanıyla sulaması pahasına evrenselleşiyordu... Kemalizm diktasında sıkışmış Türk İslamcıları, Arap baharı diye lanse edilen islam dünyasındaki hareketliliği kendi adına canlandırmak ve hanesine artı olarak yazdırmak için yeni bir izm veya düşünceye ihtiyaç duyuyordu. İşte tam da bu kulvarda sisteme can simidi kadar elzem olan ''iki ana akım'' sosyal hayata akıtılmaya başlandı. 1-Devletin kontolünde olması gereken ''Kemalist Şiilik.'' 2- Yine aynı erk'in mahiyetinde ve çok önceden palazlanmasına müsaade edilen ılımlı islam/ ''Nursizm'' Ki bu da kendinde/Türki ve Kurdi olarak/ ikiye ayrilir... Sistem her ikisini de kontrollü olarak kendi ana gövdesine bağlamayı bir kez daha bilmişti. Öyle ki iki ''ana akım'' içinden İktidardaki Parti vesilesi ile sistemde palazlanan Türk İslamcıların öncü gücü olan Nursizm, dün olduğu gibi bugünde bir daha oklarını Kürtlere yöneltti! Hatta kapalı kapılar ardında yükselttiği şu meşhur: ''Kürtlerin öncüsü dinsizler olursa, terör bizim için kolay lokma olacak. Peki ya Kürtlerin siyasetçileri İslami bir dille konuşurlarsa ne yapacağız?'' Sözleri tarihe geçti! Türk İslamcı dostlarımızın, Kürtleri kardeş ilan ettikleri ve bunu her fırsatta bir şekilde minnetvari dille söylemekten çekinmedikleri, Kürtlerin de özellikle islamcı cenahı onların bu iyimser tutumlarından dolayı şükanlarını büyük bir eziklikle iade edişlerini söylemezsek, vefasızlık olacağını bilmeyen var mı? Son yarım yüzyıl boyunca, Türk egemen güçleri tarafından, sol Paradigma kucağına atılan Kürtler, ki yüzyıllar boyunca egemenler, her türlü hile ve desiselere rağmen Kürtleri İslamdan uzaklaştırmayı başaramamışlardı. Hükümet adına iktidarda olan Türk İslamcıların, İslam dünyasına olan ikinci el yönetim iştiyakları ve bu uğurdaki düş ve didişmeleri çöldeki suya hasret bedevi serabından öteye gececek de değil. Çünkü ''Türk İslamcıların Stepnesindeki Kemalizm'e ram olan Şia-cı-lık'ta tutmayacak.'' Bugün Kemalizm'in kanatları altına sığınan, iki koltuk ile bir sokağa berdel, ana Fatıma'nın evinin risalet kokusuyla değişenler, Kemalizm'in zulmu ile yoğrulmuş bu toprakların egemenliğine, TV Ekranlarinda ''Güzel Cumhuriyetimiz'' diye mehdiyeler dizen bu şiacılığın versiyonlarını, ne bugünün, ne de yarının ''Velayet güneşi'nin evlatları'', onları; tarihin önünde yargılamaktan alsa vazgeçmeyecek ve de af etmeyecektir. Onyıllar önceden Türk egemen güçleri tarafından, ''Bağımsız Türkiye'' süsü ile kulağa hoş gelen ve milli duyguları da kabartmayı ihmal etmeyen parti amblemleriyle, Ehl-i Beyt Mektebi adına ''Baş'' olmak, yeni bir oluşum sergilemek, böylece Kürt-Türk İnkilabi İslamcıların rotasını egemen güçlerin payandası adına bir daha hizmet ettirmeye atanmışların oyunları da ''esaretin kodları''nı gizleyemiyor artık . Tarih; her dönemde egemenlerin payandasına ram olmuş, zamane saray mollalarını, esefle kara sayfasına kaydetmiştir. Tarih; bir satır da olsa, Huseyni duruşu sergileyerek, tarihin ak sayfasına harf harf, kayıt düşenleri, gelecek zamana asla unutturmayacaktır. Tarih; Türk İslamcıların, her dönemde zamana ve mekana göre ''gömlek değiştirmesi'', onlara yalnışlıklarındaki sürecin başlangıcını, onların çıkmazda olduklarını gösterecektir. Zaman; egemen güçlerin, kılıç zoruyla Kürdistanda tarihe gömdükleri ''Velayet islamı''nı, yeniden diriltmeyi başarmıştır. Bu başarının telaşında olamlı ki Türk islamcıları ''Huseyni ekol''e olanca hıncı ile saldırmakta. Öyle ki düne kadar egemen devet anlayışındaki Zerdüşt-i bayramların hanesinde zikredilen ''milli günler'' hakkında, Ehl-i Beyt adına hadisler üreten saray mollararı yetiştirmektedir! Oysa Kürdistan ve Kürt milleti, dün olduğu gibi bugün de Ali'nin ve soyunun Velayetine ram olmuş. Bunun için nice gençlerini bağrında taşımaktan gurur duymuş ve asla yorulmamıştır. Ancak bu Kürdistan'ın: Türk islamcılarına göre değeri dünya politik arenasındaki (hinterland) arka bahçesi olmalı. Ki ABD ve Batı'nın hayalindeki ılımlı islamı bu kapıdan Ortadoğuya ve dahi kafkaslara akıta-bilsin! Yine bu Kürdistan, ılımlı İslamla sulanmalı. Ki Kırmızı Şerhadet çizgisinin varisleri, Zagrosların eteklerinde ablukaya alınsın. Öyle bir abluka ki ''Risalet ve medeniyetin beşiği'' olan Mezopotamya, adeta dünün Mekkesinde, Şib'i Ebi Talip!? İşte Esaterin kodları Mayıs 2010 da “Mavi Marmara gemisinde bulunan yolcu ve mürettebat, Kendi vatanında her şeyi elinden gasp edilmiş Kürt halkına yardım götürüyor olsaydı, o zaman da aynı şekilde tepki gösterir miydiniz?” Şeklindeki soruya, hükümetten önce, Türk İslamcıları şiddet ve celalle, “Bu iki halk asla kıyaslanamaz!” Türünden gelecek nesillerin unutmayacağı şekilde karşılık verdiklerini tarih kaydetti. Kürtlerle Filistinliler arasında asla öyle bir benzerlik yok. Biz (Kürt-Türk) tek bir milletiz! Gibi gülünç cevaplar alınması, Siyonistlerin inancından dolayı, Filistinlilere uyguladığı zulme rağmen dilini ve alfabesini yasaklamadığı, oysa her fırsatta Kürt-Türk kardeşliğinden melodiler sunan Türk İslamcıları, Türkiye’nin takındığı tavrın İsrail’i aratmayacağını Kürtlerden önce söylemeli değil miydi? O geminin misyonu, Arap İslam dünyasına sunulmak istenen, Osmanlı Hilafetinin manevi liderliğinin 21. yüzyılda ilk bedelini mavi sularda verir iken… Kürtlere, islamcı ağa-bey rolünde olmayı ayrıcalık kabul eden Türk İslamcıları, Kürt halkına zulm yapanlardan ölenleri şehit ilan edip Cennete göndermeyi İslami zorunluluk ve dini vecibe bilirken, Kürtlerin ölülerini ise Cennet şöyle dursun, terörist ilan ederek gayta kuyusuna atan kardeşliğin ölçüsü ölümlerde nasılda tecelli ediyordu!? Böylece Türk İslamcıları için NATO askerleri dahil şehit olurken(zira Türk askerleri Kore’den Afganistan’a, Afganistan’dan Lübnan’a kadar bügün dahi NATO bayrağı altında aynı hedefler için verdiği zayiatını Şehit ilan ediyor. Bunun en son örneği Afganistanda ölen 12 Türk askerinin şehid ilan edilmesidir. Bu şu halde NATO askerleri de şehittir. Öyleyse ABD askerleri de...), Karşının verdiği zayiat ise (Kürdistanlı Kürtler, Iraklı Araplar ve Afganistan halkı ise) Terorist! Rahmetli Cibran der ki ''Yol boyunca; Yola çıkıp da yürümeyenleri, yola oturup, gelen-geçenin ayağına çelme takanları, yoldan metafizik uyuşturucularla keyif çatanları, telörgülerle çevirdiği yolu kendisine zindan edip volta atanları, maratona yüz metre koşucusu gibi hızlı girip ellinci metrede yola yatanları; yürüyüşün uzun ve yolun zahmetli olduğunu görünce, yolculuk üzerine zar atanları, yürümeyi bırakıp, yol-yolcu ve menzil üzerine kalem oynatanları; ayağına batan tek bir dikenin faturasını çıkarıp, ömür boyu tafra satanları; beyaz atlı kurtarıcıyı gözlemek için ufka bakıp bakıp dağıtanları; yanlış kılavuzlara kızıp yolu satanları göreceksin! Siyonizm’in beslendiği zihniyette, ılımlı Türk islamından farklı değil. Emevizm ile bütünleşmiş bu aksiyonun “İslami öz”e karşı olduğunu daha ne zamana kadar görmezden gelineceği ise bilinmiyor. Peki, bunu evrensel tabloya yansıttığımızda resmin bütünü nasıl olmalı? Öz’ün son yıllardaki ivmesi ile genelde islam dünyasında 14 asırlık Emevist zihniyetin, özelde Kürdistanda son beş asırlık öz'deki gizliliğin aşikâr olması sorununu Son dönemlerde daha bir bilinçlenen ve ayakları yere basan Müslüman Kürtler; “Türk İslamcılarını muhatap almıyor. Muhatap almayışındaki haklılık, Türk İslamcıları somut ve nesnel olgularla Kürtlere yaklaşmaktan uzak kalmasıdır.” Bunun içindir ki Kürtlerin, Türk İslamcılarına bakışları daha olgun bir sürece girmiş. Burada Sayın İlhami Gülerin tabiri ile “Osmanlı-Türk Müslümanlığı ilmihal Müslümanlığıdır” demesi sanırım esaterin kodlarını açıklamaya yeterli gelir. Üzülerek belirtelim ki gerek Türk ve gerekse Kürt islamcılar, ''siyasal islam'' adına bir kez daha sistem tarafından, sistemin yeni yüzyıl Stratejisinin kurbanı oldular. Sitem kendi kodlarını onarın ruhlarında gizleyip onları dizaynda kullanmayı şu ana kadar başarmıştır. Esaretin Kodlarıyla; İki milletin yazgısı birleştirilmiş, yeni bir millet yaratılmış. Hiç batmayacak olan güneş imparatorluğunun, ikinci el yönetimi adına hırslı ve bir o kadar da ürkek nazenin gelini... Esaretin Kodları! Ve ben hala (Kardesim tarafindan!) vuruluyorum: Cudide, Gabarda, Ciloda... Zağrosların eteklerinde, medeniyet adına. Mezar taşlarına adımın yazılmasına tahammül edemeyen kardeşlerim, mezar taşlarımla yeniden bir medeniyetin kutsal mabedini yapıyor. Fıratı Sakaryaya akıtacak kadar ulvi bir medeniyetin varisi Kardeşlerim! Oysa bu yaşlı gezegendeki bütün aynalar bile anaların gözyaşlarıyla dolup-taşan Fırat kadar gerçeği yansıtamazken, saflık ve berraklığını koruması adına Sakaryaya akmalıydı Fırat! Hem Ademin varisi Habil ile Kabili temsil eden iki kardeş değilmiydik? Birbirimize nasıl da vurulmuştuk, ölümüne bir sevda uğruna! Sevdamızı ancak aynalar yansıtabilirdi bütün sadeliği ve vurgunluğuyla... Fıratımız her bakışımızda, birimizin diğerini gördüğü aynamız! Esaretin Kodları! Zemheri soğuğunda Gurvil dağı eteklerinede beli bükülmüş büyük babaların anıları ile kendi dünyalarında, yoksulluğun alın yazgısı ile tutuştuğu metalli ateş dansılarına katılmak üzere yeniden dönüşünü müjdeliyecek? Esaretin Kodları! Yılanlar gibi kıvrılıp giden zagros dağlarının eteklerindeki patika yola düştüğünde bir akşam vakti. Henüz bıyıkları yeni terlemiş, buğulu gözlerle ardında bıraktığı gizliden gizliye fısıldaştığı adı konulmamış gözağrısına, sonsuza dek sürüp gidecek bir elveda hüznüdür. Gözlerinden pıldır pıldır damlayan iki damla pırlantayla. Gecenin zifiri karanlığında kurşunların masumların körpe bedenlerinde raks ederek çizdiği ölüm tabloları betimlemeleri ile birleştiği an olan Roboski... Esaretin kodları! Esaretle yoğrulmuş atalarımın et ve kemiğinden irsi olarak devr aldığım utanç mirası. Sürekli olan bir olgunun içinden süresiz olanı alamak o kadar zor gelmiş ki anlamaya çalışmak bile korkunç bir ürküntü. Öylesine serserpe uzanmış düşler ülkesindeki Gülistanda hayale dalmayı tapınmanın en kutsal seremonisi. Her şeye inat, her devinime kör, her değişime kapanmiş kutu, her sunuma dolu bir boş olduğum halde öylesine güzel düşlerle öyle güzel gelecekler kurmak! Esaterin Kodları! Bir ülke varsa bana benzeyendir. Bir benzeşme varsa bendenliğimdir. Orada yaşamak ve orada ölmek üzere oraya dönüş düşlerde kalsın diye... Üstünde bin yılların küflü yoksulluğu,Vatana hasret vatansız sürgünler yığını. Cehennemsi ihanetlerle yazılmış yazgısı. Oya oya, leçek leçek, işlemiş süslenmiş de Bir ucundan bir ucuna dünyanın, sere serpe... Esaretin Kodları! Habil ile Kabil'in sonu gelmez destansı kavgası ve …!
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © Muhammed CAN, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |