Bir deliyle aramda tek bir ayrım var. Ben deli değilim. -Salvador Dali |
|
||||||||||
|
Almanya’da mukim olan ve medyadaki çalışmaları ile Türkiye’de tanınan Muhammed Can Bey ile düzenli olarak yapmış olduğumuz haftalık söyleşilerin 4’üncüsüne ulaşmış bulunuyoruz. 1-Sayın Can! Cumhurbaşkanı Sayın Erdoğan’ın Rusya ziyareti, Türkiye’nin Almanya ve Avrupa ülkeleri ile olan ilişkilerindeki gerilim artarken, Türkiye yeni anayasa nedeniyle referanduma hazırlanıyor. Bu süreç içerisinde siz Türkiye ile Almanya arasındaki sürtüşmeyi nasıl görüyorsunuz? Söyleyeceklerimiz bilinmeyenlerden oluşmayacak. Sadece fark şu olacak ki mil/Eksen’e bağlı olarak değerlendireceğiz. Ve bu duruş namuslu her Müslümanın takınması gereken bir tutum olmalıdır. Hangi inanç ya da ideoloji müntesibi olursa olsun gerek birey ve gerekse bireylerden oluşan toplumların sahip oldukları yaşam kuralları mutlaka bir eksene bağlı olmalı. Bu kıstas üstünden hareket ettiğimizde Türkiye toplumu ve siyasetinin kendine has bir ekseni yok. Böyle bir durumda Rusya ya da başka bir yere gitmesi bizim için bir anlam ifade etmiyor. Kaldı ki yarın kimin eksenine kayacağı belli olmayan bir duruştan bahsediyoruz. Tarihin hiçbir döneminde millet adına sözcülük yapan politikacılar da bu kadar kıvırmaya dayalı, halk adına sözcülük yaptığını iddia eden âlim ve aydınlarını da bu kadar naif duruşunu görmedim desem yadırgamayın. Çok uzun olmayan bir zaman önce Türkiye ile Avrupa arasında vizelerin bile kaldırılacağı her gün medyada işleniyordu. Bir yıl olmadan, bugün Türkiye ile Avrupa’nın bazı ülkeleri arasında adeta diplomatik krizler yaşanıyor. Gerçi bir süre sonra yeni bir Argüman bulunur, yine ‘Sayın dostum’ diye başlayan bir nutuk seremonisi başlar. Türkiye de anayasa değişikliği referandumu yapılmıyor. TC anayasası toplamda 177 madde ve beşi asıl olmak üzere yedi kısımdan oluşuyor. Söz konusu referandum ile TC anayasasının 18 maddesinde değişikliğe gidilmesi isteniyor. Bu durumda 923 Cumhuriyet Tarihi ile başlayan rejimin ilkelerinde revizyona gidilmiş olacak(Siz buna 1982 anayasasını değiştirme referandumu diyebilirsiniz. Yani yapılmak istenen Revizyona kendileri açısından meşruiyet kazandırmak için halk ikna edilerek alet edilmek isteniyor. Kaldı ki bu halk, 1982 de bugün mutlaka değişmeli diye direttiği anayasayı %91 oranında evet diyerek onaylamış halk!) Ve böylece rejimin çürümüş dalları budanarak daha bir gür olmasına ön hazırlık yapılmış olacak. Almayanın diş politikasına yönelik amaçlarına kesin bir hükme varmak ve ne yapmak istediklerine aşina olmak gerçekten hüner ister. Bu cümlenin geçerliliğini Almanya da ki birçok diplomatlar için de söyleyebilirim. Ancak gözlemlediğimiz ve elde ettiğimiz veriler ışığında gördüğümüz kadarı ile Alman diplomasisi bilinçli bir dil kullanarak, milliyetçi Türkleri provoke yolu ile Erdoğan’ın safına iterek hararetle evet demeye teşvik ettiğini, referandumu yönlendirme ve ileride oluşma ihtimali olan bir oluşumdan politik ve ekonomik Rant elde etme eğilimi ağır basmaktadır. Böyle düşünmemizin haklı sebepleri de var. Batıda özellikle Fransa ve Hollanda başta olmak üzere hemen bütün ülkelerinde Sami’nin külahlı çocukları politikaya yön veren güç olarak biliniyor. Bu durumda, Direniş İslam’ına alternatif olarak geliştirilmek istenen hilafet ekolü liderliği, dolaylı olarak desteklenmeli. Bugün Almanya ve Hollanda gibi ülkelerde Türk politikacılarına karşı geliştirilen yapay sorunlara bu açıdan bakmak gerekli diye düşünüyorum. Almanya, Türkiye de yapılacak olan referandum olayına sırdan bir iç değişiklik olarak bakmıyor. Elbette batının kendine has sorunları olan Suriye ve Irak Sığınmacıları ile İncirlik Üssü gibi sorunlarda unutulmamalı. Söylediğimiz gibi Referandum, yeni anayasa değişikliği olarak görülmemeli. Başkanlık sistemi için ki siz buna modern halifelik arayışı da diyebilirsiniz, sisteme gerekli olan bir By-Pass operasyonudur. Çünkü İslamcı olarak iktidara geldiği söylenen AKP, rejim/Kemalizm/’le sorun yaşamadığını ve böylece gerek iç ve gerekse dıştaki rejim sahiplerine gerekli mesajı veriyorlar. Burada ABD ve İsrail çıkarları ile örtüşen bir süreç var. Tabiidir ki Almanya bunu kendi çıkarlarına hizmet etmeye dönüştürmeyi de düşünüyor. Bu son cümle ile yukarıdaki Almanya; Türk milliyetçiliğini provoke ederek Evet’e yönlendiriyor cümlesi arasında tezat varmış gibi görünüyorsa da ince bir çizgi de var. Ayrıca makul görülür ya da görülmez. Almanya kendi içinde Demokrasiyi özümsemiş bir toplum. Bu durumda kendi iç işlerine müdahale sayılabilecek kadar burada yaşayan Türk kökenlilere Türkiye politikacılarının müdahale etmesini doğru bulmuyor. Bir Empati kurun. Türkiye de 3 milyon Suriyeli yaşadığı söyleniyor. Böyle bir durumda Sayın Esad’ın seçim propagandası için gelip İstanbul da on binlerin katıldığı mitingler düzenlediğini düşünün. Acaba Türkiye’nin tavrı nasıl olurdu? Türk politikacıların bazı tavırları burada yaşayan Türkiye kökenli topluma karşı Alman sağının aşırıcılığına sebep olursa hiç yadırgamayın. Türkiye de Kürt kökenli politikacıların ve birçok farklı görüşlü medya elemanlarının, ayrıca Gülen cemaatine mensup elemanların hemen hepsini şu ya da bu şekilde vatan hainliği ile yaftalayıp tutuklamak ayrıca Türkiye de Hukukun nasıl işlediği açısından önemli bir gösterge. Bunlara ilaveten, Batı’nın; ikide bir dillendirdiği insan hakları, hukukun üstünlüğü, demokratik değerler gibi sloganlar, İslam dünyasını sömürmek ve onları kendine bağımlı kılma adına, batı tarafından mükemmel bir şekilde kullanılan Afyon’dan başka bir şey değildir. 2- Türkiye’nin Suriye politikası ciddi manada sorunlar yarattı. Halep’in Suriye ordu güçleri tarafından tamamen kontrol altına alınması sonrasında Türkiye’nin dış politikasında bir yumuşama gözüküyor. Bu süreç içerisinde Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Rusya ziyaretini nasıl buluyorsunuz? Halep; ön Asya’nın başında bulunan Türkiye ve dolayısı ile Avrupa’nın Kara’dan, yakın ve orta doğuya açılan kapısı. Türkiye; sadece Suriye de değil Libya, Irak, Yemen ve hatta Mısırda da sorunlu politikalar uyguluyor. Üç saatte Şam’ın Emevi camiinde namaz kılmak için yola çıkmak isterken, öyle bir çıkmaza girdi ki Terör örgütü dediği PYD öncülüğünde sadece Eşme’ye uğrayıp, asırlar önceki Nekropol emanetini alıp çıkmak zorunda kaldı. Düşünebiliyor musunuz? Osmanlının dağılma sürecinde bile böyle bir trajedi yaşanmamıştı. – NATO; Libya’ya müdahale etmeli midir, NATO’nun ne işi var Libya’da? Böyle saçmalık olabilirimi ya? Böyle bir şey düşünülemez! Diyen bir başbakanın birkaç gün sonra – NATO, Libya’nın Libyalılara ait olduğunu tespit ve tescil için oraya girmelidir! Dediğini çok erken unutan bir toplumuz. Doğrusu bu son cümleyi duymadan önce Libya’da, binyıllardır uzaylıların yaşadığını bilmiyorduk. Meğer NATO Uzaylılara karşı Libya’nın Libyalılara ait olduğunu tespit ve tescil için oraya gitmiş! Böylece dünya tarihinde bir ilki öğrendik. Hiçbir ülkede tek tip insan ve yaşam Standardı yoktur. Ancak Türkiye de siyasetçilere hizmet etmek demek, kulluk bilinci seviyesine çıkarılmış. Böyle bir düşünce egemendir. Böyle bir toplum yanlış doğru ter türlü politik Argümanı tevil eder ve kutsar. Maalesef, yurdum insanı zihinsel gelişme evresini, içinde yaşadığı çağa göre geliştirmemenin bedelini bu şekilde ödemek zorundadır. Hatırlarsınız. Suriye’nin direniş ekseninden koparmak, Davutoğlu ve onun yakın dostu Hillary’nin büyük arzusuydu. Olmadı. Suriye’nin bir kısmını Türkiye’ye katmak veya hiç değilse ABD ve İsrail’in istediği çizgiye gelmesi ısrarla isteniyordu. Ancak Beşşar Esad, çok onurlu bir duruşla bu beklentiyi boşa çıkarttı. Öyle ki Suriye de çıkartılan iç savaşın akabinde, Erdoğan AKP’si ve düzenin hortumlarından beslenen akademik çevreler, aydınlar ve medya mensupları, uydurulmuş büyük Türkiye haritaları yayınlayarak, Halep ve Musul’u Türkiye’ye katacak kadar işi ileri götürmekte bir sakınca görmediler. Suriye de masum Müslümanları, hatta kundak bebelerini, koyun boğazlar gibi boğazlayan teröristleri; ‘Sünni öfkesi’ olarak görenlerin karşısında, inanıyorum ki Siyonist İsrail politikacıları bile bu sözden hicap duymuştur. Gelecek nesillere bırakılan tarih, bugünün eylemleri ile yazılıyor. Acaba böyle bir tarihi mirası bırakırken ne gibi duygular taşıyoruz? Kavramların haysiyeti ile oynanıyor, düşüncenin iffeti iğfal ediliyor. Oy pusulası İslamcılığı ile İsrail’in zevalini önlemek hatırına Hilafet tesis edilmek isteniyor. Bir yandan da bu hilafet külahı ile İslami direnişin şah damarı kesilmek isteniyor. Direniş adına silah tutan ellerin bütün parmakları kırılmak isteniyor. Hem Emperyalist hem İslamcı olunabiliyor. Öyle bir İslami algı ki, emperyalizmle hiç mi hiçbir sorunu yok. Olmadığı gibi bu İslamcılığın temelini, ben-i Umeyye soyunun attığı ve kuluçkasındaki larvaların politik terminolojideki karşılığı ise“İnşallah biz en kısa zamanda Şam’a gidecek, oradaki… Emevi Camii’nde namazımızı da kılacağız’’ olmuştur. Bu cümlenin ve beklentinin, bölgedeki karşılığı, İsrail’in garantörlüğünü üstlenmek olduğunu kimesin bilememesi elbette düşünülemez… Erdoğan’ın Rusya ile görüşmesini samimi bulmuyorum. Suriye de sıkışmış olan Türkiye’nin, ABD ye blöf yapması ve bu minvalde Rusya ile yeniden ilişkileri geliştirme çabası Rusya tarafından da bilmiyor değil. Rusya’nın, Kırım ve Ukrayna meselelerinden dolayı batı ile olan sorunları onlara bu durumda Erdoğan Türkiye’si ile yakınlaşmayı daha mantıklı kılıyor. Ve öyle de olmalı. Kaldı ki Astana görüşmelerinde Rusya ve İran, Türkiye ye sorumluluk yüklemiş. Ancak Türkiye bu sorumluluk taahhüdünde ne derece samimi? Onu zaman gösterecek. Diyebiliriz ki Erdoğan, Suriye sorununu olabildiğince zamana yayarak, 2023 yılların arzusuna ulaşmak istiyor. 3- Referandum tarihi yaklaşıyor. İç politika ve dış politikada gündem yoğun. Ekonomik kriz ise kapıda deniyor. Bu süreci nasıl değerlendiriyorsunuz? Küresel sömürü aracına dönüşen ve sömürge ülkelerde askeri işgallerden daha fazla hasar oluşturan Borsa, Rant, Global sermayenin Ekonomi kuralları hakkında pek fazla bilgim yok. Buna rağmen şu kadarını söyleyebilirim. Anlaşıldığı kadarı ile gerek batı sermayesi ve gerekse İslam ümmetinin yeraltı zenginliklerini baba mirası olarak bilen Arap şeylerinin gönderdiği sermaye, referandum tarihine kadar Türkiye de kalmayı tercih etmiş. Şayet ‘Evetle sonuçlanırsa Arap şeylerine ait sermaye Türkiye borsasında işleme devam edecektir. Ve tabii günümüz Karunlarının rolünü üstlenmiş, içteki büyük sermaye sahiplerinin de iktidarla kapalı kapılar ardında nasıl bir pazarlığa giriştiklerini de unutmadan. Batı dünyasına ait ve küresel mobil sermaye; Türkiye’den istediği avantajı almazsa adres değiştirmede tereddüt etmeyebilir. Böyle bir olasılık var. Tabii bu durum aynı zamanda İktidar partisinin lehine de olacaktır. Zira iktidarın istediği politik tutum, Arap kabile iktidarları ile daha sık ilişkiler ve böylece özlem duyduğu modern Hilafet kurumuna geçişi kolaylaştırmak. 4-Referandumdan beklentiniz nedir? Sorunuzun içinde konunun öznesi olan cevabı bildiğinizi biliyorum. Dikkat ederseniz var olan sisteme alternatif yeni bir sistem arayışı referandumu yapılmıyor. Eskinin yani Kemalizm sisteminden ödün vermeden Restorasyon yapılmak isteniyor. Referandum sloganı ile sıvası dökülen bir duvarın, yeniden ve fakat bir başka renkle sıvanma çabasıdır. Nedir o çaba? En geç 2023 yılında Hilafet kurumunu ihya etmek ve zaten iliklerine kadar sömürülmüş İslam dünyasına musallat olmak! “Evet” ya da “hayır” bu anlamda sistemin kıstaslarını zedelemeyecek Restorasyon, yani bir nevi ıslahat hareketleri yapılacak. Kemalizm adına her türlü gericiliği savunmayı kutsal amaç edinmiş CHP Muhalefeti ise buna eksen kayması diye vaveyla koparmasını anlamak daha bir zor. CHP ve HDP, ya doğru algılayamıyor ya da Statükocu duruşlarına ters düştüğü için karşı çıkıyor. Türkiye(Halkı) politik ve ekonomik evrim istiyor. Çünkü mevcut bütün siyasi partiler Statükocu. Şu farkla, AKP Statükoyu evrimleştirip dışa taşırmak istiyor. Bunun adını da Başkanlık sistemi koyarak rahatlayacağını sanıyor. Evrensel bir Kaos süreci var ve hassaten İslam dünyasında değişen dengelere karşı ne yaparsa yapsın (direniş ekseninden dolayı) dayanamayacaktır. Yani kitle düşünceler ve mantıksal evrimler geçirmeden, Statükoyu korumak adına Revizyonist eylemlerle geleceğe hükmedemezsiniz. Etseniz bile muayyen bir vakte kadar edilgen halde yaşatabilirsiniz. ABD Hariç (orada iki taraflı eşit güçler dengesi ve dengenin üstüne çatı Siyonizm var), üçüncü dünya denen ülkelerde yürürlükte olan başkanlık sistemlerini araştıranlar göreceklerdir ki referandum sonucunun ‘Evet’ ile sonuçlanması durumunda bile farklı bir getirisi olmayacaktır. Sorun şu ki sömürgecilikten kurtuluşun reçetesi bulunmalı. Tamda bunun için özellikle sömürge konumunda olan İslam dünyası için kurtuluşun yegâne yolu direniş İslam’ıdır. Hilafet ekolü ile beli kırılmak istenen de bu akımdır. 5- Size göre referandum sonucu nasıl olacak ve siz nasıl olmasını isterdiniz? Bizim isteğimiz; beşeri aklın, vahyin şemsiyesi altında kalmasıdır. Ki bu istek Türkiye toplumu için an itibarı ile çok büyük bir ütopyadır. Ütopya derken toplumsal bilincin ortaçağ seviyesine kaldığıdır. Bu durumda referandum sonucunun Evet veya Hayır ile sonuçlanmasının hiçbir kıymeti harbiyesi yoktur. Biz biliyoruz ki İslam İnkılabı ile birlikte Devrimci ahlak süreci de başlamıştır. Bu ahlak, insaniyet mektebinin özüdür. İşte İslam dünyasından esirgenmek istenen bu ahlaktır. Söz konusu devrimci ahlak, Türkiye İslamcılarında oran olarak %1’lere bile ulaşamamış iken böyle bir toplum da sistem adına yapılan bir referandumla ne gibi bağımız olabilir ki? Şayet Muhalefet olarak, öyle ya da böyle bir şekilde söylediğimiz devrimci ahlak ilkelerini benimsemiş bir oluşum var olsaydı, o zaman bakışımız belki değişebilirdi. Referandum adına takınılan üç farklı tavrın; ‘Evet’, ‘Hayır’ veya ‘Boykot ’un, bizim açımızdan hiçbir farkı yoktur. Devrimci İslam ve onun yüklediği ahlakın, ürettiği sorumluluk; yapay gündemleri algılaması ve devrimci/direnişçi kitlelere(varsa!) örneklik sunmasıdır. 6- Cumhurbaşkanı Erdoğan çatışmacı bir üslup kullanıyor. Halkın ayrıştırılması ve ötekileştirilmesi sizce nasıl ve neden? Erdoğan ne yapmak istiyor? Erdoğan’ın 15 yıl boyunca iktidar olduğu halde mağdurları oynaması, sizin belirttiğiniz çatışmacı üslup sayesinde başarmak değilse ne ile izah edilebilir? Kuzey Kürdistan’da 15 yıllık Erdoğanlı APK iktidarındaki zulüm İsrail’i aratmazken, Suudi kabile yönetiminin, Yemendeki cinayetlerine sessiz kalırken, keza CIA’nın kuklası olan Bahreyn halifesinin zulmüne göz yumması, bunlara rağmen mazlumların savunuculuğu rolüne soyunması, bana tarihte halife Osman’ın varisi olduğunu iddia eden Muaviye’nin gözyaşlarını hatırlatıyor. AKP iktidarda olduğu günden bu güne kadar Erdoğan, tek adam olarak Türkiye’yi tek başına yöneten bir liderdir. Bunun aksini söylemek Erdoğan’a hakkını vermemek olur ki bu doğruluk ve adil vicdan sahibi birinin ahlakına aykırı düşmektir. Erdoğan’ın beslendiği ve kullandığı İslami kavram ve referanslar, dikkatle incelenirse, kişiliğinin derinliklerinde ustaca gizlenen diktatörlük anlaşılacaktır. Bütün bunları kullandığı çatışmacı üslupla başardığını ve başarısının temelinde, algı yetisi ortaçağ seviyesinde kalan bir topluma hitap etmesinden alıyor. Dolayısı ile yadırgamıyorum. 7- Batı dünyasında dillendirilen “tek adam” ve “hilafet” meselesi sizce mümkün mü? Yaşadığımız coğrafyada hiçbir gelişimini tam olarak tamamlamamış toplumların olmasından dolayı her şey mümkündür. Tabi bunu ille de Erdoğan kişiliği üstünden ele almak doğru değil. Genel durum böyle… Tek adam veya halifelik kötü bir liderlik anlamına gelmez. İslam dünyasının ideal yönetim biçimlerinden biri de hilafet ekolüdür. Ancak sorun şu: Bu tek adam veya Halifelik makamını temsil edenin taşıdığı değerler manzumesi nasıl olmalıdır? Nereden beslenmeli? Eğer Erdoğan hilafet makamını yeniden ihya eder ve İslami direniş ekseni ile birlikte hareket ederse(ki çok zayıf hatta imkânsız gibi bir durum) sizi temin ederim ki Erdoğan, başta Türkiye olmak üzere İslam dünyasının ikinci büyük kahramanı olarak tarihe geçip, adı da ölümsüzleşecektir. Bu olasılık, batı dünyasının en istemediği bir olasılıktır. Şayet Erdoğan, batıya karşı tutumunda samimi ise(ki yine referandumdan dolayı oy toplama senaryoları kokuyor. Nitekim Erdoğan’ın Davos’ta ‘One Minute’ çıkışının akabinde İslam dünyası hafifte olsa bir samimiyet kokusu almış gibiydi. Ne yazık ki Daha Davos’ta oturduğu koltuk vücudunun ısısını soğutmadan Erdoğan, ‘tavrım Moderatör’e diyerek çarkı geriye döndürmüş olmasaydı bugün çok faklı İslam dünyası farklı bir süreçte olacaktı.) başta Kürdistan olmak üzere Filistin, Suriye, Bahreyn ve Yemen diğer İslam coğrafyalarındaki haklı direnişlerin yanında yer almalı ki bu da benim ütopyamdır. Son söz, İslam dünyası çok hassas bir dönemden geçmektedir. Küfür; Emperyalizm ve sömürü kimliğinin adını; özgürlük ve ekonomik refah koymuş. Siyonizm; İslam dünyasında Politik oluşumları istila etmiş. Bu yazgıyı değiştirmenin yegâne çaresi yine öze dönüşle mümkündür. İslam dünyası; özüne dönmenin arayışındadır. Bundan dolayı direniş İslam’ı her geçen gün daha bir önem kazanıyor. Özgülük ve adalet için korkunç bedeller ödüyor. Öyle ki İslam coğrafyasındaki halklar, 17. Yüzyıldaki Avrupa mezhepler savaşını aratmayacak kadar bedeller ödüyor. Özellikle gençlik bu konuda diğerlerinden daha çok sorumluluk almalıdır. Çalışmalarınızda başarılar dilerim.
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © Muhammed CAN, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |