..E-posta: Şifre:
İzEdebiyat'a Üye Ol
Sıkça Sorulanlar
Şifrenizi mi unuttunuz?..
Dünya hayal gücünün tuvalinden başka birşey değildir. -Henri David Thoreau
şiir
öykü
roman
deneme
eleştiri
inceleme
bilimsel
yazarlar
Anasayfa
Son Eklenenler
Forumlar
Üyelik
Yazar Katılımı
Yazar Kütüphaneleri



Şu Anda Ne Yazıyorsunuz?
İnternet ve Yazarlık
Yazarlık Kaynakları
Yazma Süreci
İlk Roman
Kitap Yayınlatmak
Yeni Bir Dünya Düşlemek
Niçin Yazıyorum?
Yazarlar Hakkında Her Şey
Ben Bir Yazarım!
Şu An Ne Okuyorsunuz?
Tüm başlıklar  


 


 

 




Arama Motoru

İzEdebiyat > Eleştiri > İstanbul > Yûşa Irmak




3 Şubat 2012
Tacizci İtler!  
Yûşa Irmak
İnsanın kendi gözünü kontrol etmesi, gözünü herhangi bir “haram noktaya” dikmeden bir iş yapması ne kadar güç modern dünyada değil mi? Görünen o ki, asrın “görüntü” merkezli medeniyetler dünyasının tam kucağında oturuyoruz. Ve insan da bu asrın kendisine nimet diye sunduğu görüntülerle düşünüp, inanıp, hayatını da görüntülere bakarak devam ettirmekte müthiş ısrarlı. Öyle ki, herkes gözleri ile seçiyor sevdiğini, gözleri ile seçiyor dostlarını, gözleri ile seçiyor düşmanlarını… Sanki bitişin ve başlangıcın sıfır noktasında, olan-biten tüm şeyleri son kez gören “göz”, son sözleri söyleyen ise gönülleri dilgir edici “söz” oluveriyor haddizatında…


:BCDJ:
İnsanın kendi gözünü kontrol etmesi, gözünü herhangi bir “haram noktaya” dikmeden bir iş yapması ne kadar güç modern dünyada değil mi? Görünen o ki, asrın “görüntü” merkezli medeniyetler dünyasının tam kucağında oturuyoruz. Ve insan da bu asrın kendisine nimet diye sunduğu görüntülerle düşünüp, inanıp, hayatını da görüntülere bakarak devam ettirmekte müthiş ısrarlı. Öyle ki, herkes gözleri ile seçiyor sevdiğini, gözleri ile seçiyor dostlarını, gözleri ile seçiyor düşmanlarını… Sanki bitişin ve başlangıcın sıfır noktasında, olan-biten tüm şeyleri son kez gören “göz”, son sözleri söyleyen ise gönülleri dilgir edici “söz” oluveriyor haddizatında…

Evet, ekranların “görüntü”sünün kuşatması altında mahpus hayatı yaşıyor artık insanlık. Bu görüntü, benliklerini yırtarak her yuvanın saadetini, her insanın kalbini, düşüncelerini tıpkı bir kurşun gibi delip geçiyor. Günlük gazeteler, aylık dergiler, sürekli ilânlar, her daim seyredilen televizyonlar, her an el altında bulunan ve kullanılan bilgisayarlar, görüntülü telefonlar hepsi ama hepsi çağdaşlarına görüntülü işler gördürtüyor sürekli… Acaba en çarpıcı görüntüyü kim yakalayıp çıkarıyor ki? En ilginç, en güzel görüntü neredeyse insanlık oraya bakıyor, oraya bayılıyor, orada büyüleniyor, orada kendini buluyor. Tam tersi görüntüler ile de insanlar birer hasta, birer sapık olup çıkıverebiliyor.

Hani, Firavun’un sihir yaparak gözleri bağlayan, insanları sürüler halinde köleleştirmesine mukabil, Hz. Musa’nın hakikat görüntüleriyle bu sihri, ufukları, gönülleri, eşyayı esaretten kurtarmaya çalıştığı bir zaman dilimi ile hemen hemen aynı kesitte cereyan ediyor sanki her bir şey… Akıl almaz teknik ve biçimlerle geliştirilip yaygınlaştırılan ve insanlar üzerinde çeşitli gayeler için baskı aracı olarak kullanılan, dahası insanı çılgınlıklara iten bir görüntüler furyasında fert ve toplumların kendilerini koruyup kollamaları öylesine zorlaştırıldı ki! Yani, kalkıp eski ile yeninin kavgasını yapmayacağım! Ama, fakat ve lâkin anlıyorum ki “gözü”, “sözü”, “beli” artık kontrol etmek daha da güçleştirildi “diğer”leri tarafından.

İşte size herhangi bir alanda gördüğüyle amel eden kendi “görüntü”ler dünyasının etkisinde kalmış şehvet torbası “Tacizci İt”lerden sadece birinin benim de gözüme “görüntü” cinsinden sirayeti ve o mevzu ile ilgili mini bir kesit…

Sabahın erken saatlerinde (8: 00–11: 00 arası) Beylikdüzü-Bakırköy otobüsü -bu saatlerde otobüsün içinin ne durumda olduğu ise akıllarınıza havale - ve zihinlerinizde oluşmasını istediğim hikâyenin de başlangıç noktası…

Bir buçuk saat, bazen trafiğin durumuna göre iki saatten bile fazla süren yolculuğum sırasında yanımda oturan genç bir kadın… Sanıyorum ben yaşlarda, belki benden daha da büyük! Öyle bir hal ki ömrü hayatımda ben böyle “suratı ile insanı pataklayan”, “burnundan kıl aldırmayan”, “havalı” bir insanla daha önce yan yana hiç gelmemiştim ağabeylerim ablalarım! Hemen arka tarafımızdaki koltuklarda ise bir çift pişkin yurdum hanzosu… Eh, oturduk elbette koltuklarımıza. Daha ilk durakta yer buldun mu zaten sen “Kral Liyu”sun! Zira yol uzun, trafik çile, hayat da inanılmaz ucuz, bir de gece geç saatlere kadar beşik sallıyorsanız benim gibi işte her şeye kıl, her şeye tüy ya da keçe olup, istem dışı tepkilerle insanlar huzurunda “ne idüğü” belirsiz biri olabiliyorsunuz efendim!

Beni daha iyi anlayabilmeniz için sizlere mini de olsa içinde bulunduğum ruh haletinden de bir kesit sunmalıyım... Evet, öyle bir kalabalık ki sevgili dostlarım bu kafamda elli bin tane senaryo kurup otobüsün içinde olmadığımı kendime telkin etmiş olmama rağmen yine de başaramayıp ecel terleri döke döke yolculuğu bitirmeye çalışıyorum her yeni bir gün… Hani ciğerime çektiğim ve oksijen sandığım havadan mide bulantısı, halsizlik, yorgunluk, bitkinlik hissi ile son durağın gelmesini adeta Leyla ile Mecnun’un birbirlerine kavuşmasına benzete biliyorum yer yer..(!) Ve sevgiliye varınca ( yani “son durak”) da etrafta gördüğüm ilk çöp kutusuna istifralar yaparak, betibenzi sararmış, ayakta duran canlı bir kadavra gibi hiç bitmeyecek sandığım 23 defa “Amentu” duasını okuya bildiğim bir yürüyüş mesafesini ağır adımlarla bitirmeye çalışarak geçiriyorum son iki yılımı… Ne ise, oturdum oturacağım yere, taktım öğrencilik yıllarımdan kalma yadigâr mp3 çaları kulağıma! Gözümü yola dikmiş, bildiğim bütün sureleri mırıldanarak yolun bitmesini hasretle ve sabırla bekliyorum!

İşte böyle bir ahval içinde yolculuk yaptığım günlerin birinde bahsini ettiğim o hayvanattan birinin dizi sırtımda “haydari” gibi dururken zaten sıkılmış olan canımın daha da çok sıkılmasına, çıkarttığı kürdilihicazkâr makamındaki “horultu”suna da Allah’ın katlanma sabrı vermesiyle yine yeniden “la havle” çekerek ancak Avcılar’a kadar dayanabilmiştim… Tamam, ben dertliyim! Ama hangimiz öyle değiliz ki sevgili dostlarım! İşte birazdan homurdanmalarımı kesecek olan şu bahsini ettiğim İtici Ablanın çığlığı ile otobüsün içinin tam bir bayram yerine dönmesi sırasında uyuşmuş beynimin kendine geldiğini de iyiden iyiye hissedebiliyorum…

Bayan; “Ayyy! Siz iki Ayı’nın dizleri sırtımızda mı gideceğiz bunca yolu kardeşim! Ayaklarınızı anladık! Ellerinize kollarınıza sahip olun bari!” deyip arkadaki iki hanzoya “Emma Shapplin”nin o tiz sesi gibi (Emma Shapplin sevenler üzülmesinler sadece sesin ne kadar gür çıktığını vurgulamak için bu örneği veriyorum. Yoksa ondan “beyaz giyme toz olur” türküsü kim dinlememiştir ki?) avazı çıktığı kadar bağırıp-çağırmasıyla 90 mevcudu olan ama 150 kişinin binebildiği avuç kadar otobüste herkesin suratının buz gibi kesilmesine yetti de arttı bile! Tabii herkes savunur kendini ama bir insan hanzo olunca cevapta geç kalmayacaktır elbette! Diğer hanzo (benim arkamdaki eleman) hemen ayağa kalkıp; “Ne diyorsun sen bayan, git sen başka yerde aran! Ne dizi, ne eli be kardeşim!” diye diklenmiş, zaten gergin olan sinirleri iyice germiş, artık gerilen sinirin de kopmaması, bir kavga çıkmamasını iyiden iyiye “anormal” bir duruma sokmuştu… İki taraf birbiriyle kemik kavgası yaparken ben de istem dışı; “Beyler ayıp olmuyor mu? Yaptığınız şey gerçekten saygısızlık. Otobüs burası! Yatak odanız değil! Özür dilemeniz gerekirken kalkıp erkek kedi gibi hem üste çıkıp hem de bağırıp çağırmaya çalışıyorsunuz.” filan dedim! Tam ben bunu söylerken bu sefer öbür hanzo İtici Abla’ya elini kaldırıp, burun deliklerini iyice açıp, biraz da öne doğru kaykılarak: “Bak döverim seni hea!” demesin mi!

Ulen, elin kızı senin beylik cümlelerini hiç dinler mi oğlum! Alırsın tabii ağzının payını! Ama bu sesler ve huzursuzluklar hınca hınç dolu otobüsten yavaş yavaş memnuniyetsiz seslerin yükselmesine de sebebiyet verdi! Şimdi otobüsümüzdeki vatandaşlar üçe ayrıldı. Bir kısmı, “Biz de senden rahatsız oluyoruz bayan! Kapasana şu çeneni sen! Ne bu ya car car! Bi susmadı şu kadın da ha!” diyenler, beri taraftan diğer yarısı da, “Tabii bu kalabalığı fırsat biliyor bu ayılar anacım, her taraf sapık dolu kız ne yapsın!” diyenler, birde benim gibi arada kalmış her iki tarafın da bağrışmasına çağrışmasına sinir olanlar…

Dedim ya abla şirret! Suratındaki o “hadi len oradan” ifadesiyle hemen herkese dönüp cebinde taşıdığı hazır cevaplarıyla milletin ağzının ayarının bozulmasına mani olmasını çok bildi! Yetmedi, telefonla polisi aradı. (Bu arada iki hanzoyu alıp arkaya götürdüler.) Uzun uzun ilgili kişiye ulaşmaya çalıştıktan sonra, ilgili polisi buldu ve derdini anlattı… Bu esnada konuşmayı dinleyen otobüs sakinleri iyice gerilmişti ama kimse de bu ablayla dalaşma cesaretini kendinde bulamıyordu… Sadece içlerinde pirifâni yaşlı bir teyze; “Kızım herkes işine gücüne gidiyor, lütfen şimdi polisle-molisle uğraştırma bu insanları. Bizler hastaneye, diğerleri de işlerine geç kalacaklar!” dedi. Tam o sırada kendini tutamayan hanzolardan bir diğeri en arkadan, fakat en önde konuşuyormuş gibi bir ses tonuyla; “Onun amacı belli! Televizyonlara çıkma derdinde o!” filan dedi!

İtici abla; “Ben zaten televizyonda çalışıyorum geri zekâlı!” dedi! Yükselen tansiyon, polisleri bekleyen otobüs ve her iki tarafa da “şahit” taksimi yapıldıktan sonra “siren sesi” beklenmeye başlandı!.. Allahım! Ben hayretler içindeydim bu arada… Olup biteni ve konuşulan şeyleri dinledikçe bu toplumun bir parçası olduğum için, bu insanlarla (üstelik kadın-erkek, genç-yaşlı herkes!) aynı havayı soluduğum için kendimi yerin altına sokasım geldi… Utandım, sıkıldım ve dayanamayıp otobüsten dışarı attım kendimi… Ben kapıyı açtırıp aşağıya inince Tacizci İtlerin ikisi de indiler aşağıya! Ağır ağır Metrobüs’le Bakırköy’e gitmek için üst geçite giderken nihayet iki motosikletli polisin (Yunuslar) de otobüsün yanına geldiğini, o iki hanzonun da olay yerinden hızla kaçtığını gördüm! Allah bilir ya şimdi otobüste ne küfürler, ne kıyametler koptu dedim içimden! Tıpkı biri avını kaçırmış kurt, diğeri de yemek üzere dişlerini bilemiş ama hevesi kursağında kalmış birer tilki gibi geldi o esnada suretleri…

Evet, o İtici Abla’nın tacize uğradığı kesindi! Buna ben de şahidim! Ne var ki kadın da hal ve hareketleriyle otobüsteki 150 kişiyi taciz etmişti! Sadece bu otobüste gördüğüm tacizlerden bir tanesi idi! Ya iş yerinde şaka ile karışık beylerin bayanlara yaptıkları, bayanların ise kendisine yapılan el kol şakalarını cüretkâr bir şekilde kabul edip “kakara kikiri”lerle karşılık vermesi en büyük taciz örneklerinden biri değil midir sevgili büyüklerim?! Neler görüyoruz ya hû neler!... Bir bayan kendisine helal olmayan bir erkeğe nasıl sokularak şaka yapabilir bir düşünün?! Hele hele bu kişi inanç ve mefkûresi ile İslami yaşam ve hayat tarzını benimseyerek ve toplum içinde milletin gözünün içine baka baka yaşantısını belli ediyorsa ne denir? Ne düşünülür hakkında! Ee elin oğlu; “Kaşınanı kaşırım.” Elin kadını da; “Kaşınıyorum kaşıyın beni.” diyorsa kime ne diyebiliriz efendim?! Ancak kendimize geçer sözümüz. Toplarız tası tarağı, geride bıraktığımız ıslak ceketimizi de alıp bu yerlerden kaçmakta bulabiliriz ancak çareyi! Yani şu iş yerlerinde kadın personel, erkek personel ilişkilerini “gizli bir oturum” açmak suretiyle insanlara itiraf şeklinde bir yöntemle yaşadıklarını anlattırabilseniz emin olun ki öyle malzemeler, öyle kirli ilişkiler, çıkarırsınız ki benim bunu yazmaya, sizlerinde dinlemeye tahammülü olmaz! Dikkatinizi çekebiliyor muyum bilmiyorum? Ama sanıyorum anlıyorsunuz beni… (Üç nokta sen anlat halimi!)

İşte kardeşlerim bu yüzden İstanbul’un bu meşhur trafiğinde artık bu tür şeyleri görmemek için gidip borç-harçta olsa ayağımı yerden kesecek tek kişilik en fazla iki kişinin binebileceği 150 cc lik saatte 125 yapabilen ve her şeyi bana unutturan, kendimi üstünde zihin olarak tedavi edebildiğim bir tane motosiklet aldım. Artık ne laf işitiyorum, ne de kemik kavgası görüyorum! Biraz mutluyum çok değil! Çok değil! Çünkü çoğu iş yerlerindeki kadın erkek personelin cıvık hareketlerinden haramı basite alan hal ve hareketlerini yeryer görmemden kaynaklanıyor benim bu deruni sıkıntım! Belki zamanla küçük beyinlerin büyüyüp kendine sorular sormak suretiyle “haram” ile “helal”i ayırt edip kendine çeki düzen vermiş; erkeklerin birer Enderun terbiyesi görmüş gerçek birer Osmanlı beyefendisi, hanımların da tıpkı birer zarf gibi aynı kökten gelen ve “zarafet” hasletine sahip olduğunu gördüğüm zaman mutlu olabilirim…

Evet, anlıyorum ki bir insan kendi gövdesine ve şehvetine gelen şeylerin yollarına gözlerini ayarlamış, gönlüne ve aşkına giden yollara kapalı tutup kalp-kafa ve ruhunu doyuran kaynakları kurutmuşsa burada herkes suçu birazda kendinde aramalı diye düşünüyorum! Ve o Setterul Uyub, şu çarpık çağın labirentlerinde yollarını şaşıranlardan eylemesin bizleri sevgili dostlarım. İnşallah gözlerini kirlerden, pislik ve çapaklardan izale etmek için elleriyle gözlerini mesh edecek birer hikmetli el versin hazinesinden! Kendilerine ha-kikat kutbunu, sonsuzluk yolunun trafiğini işaret edecek, bir yed-i beyzâ sunsun rahmetinden! İnsanlığa, onların ar’a ve namusa susamış ruhlarına yudum yudum hakikat tomurcuklarının şebnemlerini içirsin membaından… O tomurcukların bal özleriyle de gönüllerini besleyip büyütsün ve kimseyi böyle bir durum ile bir daha da karşı karşıya getirmesin inşallah… (Âmin!)




http://twitter.com/yusairmak
https://www.facebook.com/yusairmak
yusairmak@hotmail.com



Söyleyeceklerim var!

Bu yazıda yazanlara katılıyor musunuz? Eklemek istediğiniz bir şey var mı? Katılmadığınız, beğenmediğiniz ya da düzeltilmesi gerekiyor diye düşündüğünüz bilgiler mi içeriyor?

Yazıları yorumlayabilmek için üye olmalısınız. Neden mi? İnanıyoruz ki, yüreklerini ve düşüncelerini çekinmeden okurlarına açan yazarlarımız, yazıları hakkında fikir yürütenlerle istediklerinde diyaloğa geçebilmeliler.

Daha önceden kayıt olduysanız, burayı tıklayın.


 


İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.

Yazarın İstanbul kümesinde bulunan diğer yazıları...
İbb’nin Kestiği 112 Anıt Ağacın Acısına

Yazarın eleştiri ana kümesinde bulunan diğer yazıları...
Ben Olsam Ne Yaparım
İnsan Bu "X’tir Git" Diyesi de Gelir
Chp, Gerçekten ‘demokrat’ Mıdır?
Chp’nin Psikopatolojisi
Kilidi Açmak
Milletlerin Ruhunu Taklit Öldürür
Neyimizi Kaybettik
Sinema Kültürel Meselemiz Haline Ne Zaman Gelecek?
Yarın Bekleyebilir Şiir Kitabı Üzerine
Türk Sinemasının Ezberini Bozan Yönetmen

Yazarın diğer ana kümelerde yazmış olduğu yazılar...
Bir Hicran Nağmesi [Şiir]
Geldim [Şiir]
Sakin Bir Acı [Şiir]
Sözün Çiçeği [Şiir]
Sevgiliye Hasretle [Şiir]
Geceye Kâside [Şiir]
Benimle Ölür Müsün? [Şiir]
Gözbebeği Turşusu [Şiir]
Beste-i Nigar [Şiir]
Bilemezsiniz [Şiir]


Yûşa Irmak kimdir?

Felsefe ve edebiyat aşığı! Yayıncı, gazeteci ve kitapsever. . .


yazardan son gelenler

 




| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık

| Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi |

Custom & Premade Book Covers
Book Cover Zone
Premade Book Covers

İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim Yapım, 2024 | © Yûşa Irmak, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır.
Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz.