|
• İzEdebiyat > Roman > Polisiye |
21
|
|
22
|
|
|
|
Birkaç yıl önce yazdığım bir dedektiflik öyküsü. |
|
23
|
|
|
|
“Tornistan kim?...”
Olağan bir anlatımla ailesinin annesinden sonraki ikinci ferdiydi tornistan. Ve annesinin Ali’den sonra sevdiği en çok şey.
“Tornistan bizim tekir kedimiz jale..”
Önce bir duraksadı. Ardından küçük bir gülümseme ve freni boşalmış bir kamyon gibi gelen bir kahkaha çınlattı otoparkı.
Gülmekten merak duyduğu soruyu zar zor soru verdi.
“Tornistan mı? Bu sizin kedinizin ismi mi?...”
Ali sinirlendi. Aile yadigarı olan ferdi ile dalga geçilmesine hem sinirlenmiş hem de açıkçası içlenmişti.
“Evet jale, adı tornistan ama komik olan nedir anlamadım?”
“Yani … yani… bir kedi için tuhaf bir isim…”
Gülmekten kendini alamıyordu. |
|
24
|
|
25
|
|
|
|
20 bin lira gibi bir rakkam talep etmişti yeşil döbyesli kız'dan.Ve o gün bugündür. ödemediği çalıştığı taksitler,krizlerlerle gelen yapılandırmalar derken,yeşil döbyesli kızın maliyeti tam olarak 35 milyara fırlarken,selçuk hayatından firar etmiş,elinde kala kalan sadece belkide yaşama tutunmasını sağlayan borcunu ödeme azmi ve namuslu bir insan olarak ölme isteği kalmıştı. |
|
26
|
|
27
|
|
28
|
|
|
|
Odanın sessizliği ürpertiyordu. Fazla büyük olmayan, bir pencereyle caddenin günlük akıntısına açılan sıradan bir oda idi burası... |
|
29
|
|
30
|
|
31
|
|
|
|
Adamın adım sesleri kulaklarında yankılanırken içi ürpermişti. “Neden” diye geçirdi aklından, “Sadece küçük bir günah işledim Allahım. Bu dünyada sen böyle bir ceza verir miydin?” |
|
32
|
|
|
|
Emin olduğu ve gözlerinle şahit olduğu tek şey,kendisi hakkında arama motorunda sürekli olarak güncelenen kısa ve öz bildirimlerdi.Onun hakkında çıkan en son bildirim,İstanbul’un sessizliği ve ıssızlığa ile bilinen geniş bir ova’nın tam ortası’na kurulmuş cayra kasabasına gitmesi gerektiğini anlatan açık ve net cümlelerdi. |
|
33
|
|
|
|
Sigarası bitmişti. Yanan izmariti küllük içerisinde yavaşça söndürdü.Yanında duran pet su şişesinden bardağına su koydu.Kalınca sayılabilecek dudaklarınla içine çektiği dumanın ardından,suyunu yudumladı. |
|
34
|
|
35
|
|
|
|
sizinde okumumanızı ve bu ğüzel romanımı sizinle paylaşmak istedim |
|
36
|
|
|
|
Şule duvardaki saate baktı. 13.30’u gösteriyordu. Usulca annesinin yanına gelerek;
—Anneciğim benden istediğin bir şey var mı? Biliyorsun bugün günlerden cuma ve az sonra arkadaşlarla evin bahçesindeki çardakta buluşacağız.” Dedi.
O sırada mutfakta olan Nermin Hanım, öğle yemeği için gerekli hazırlıkları yapmakla meşguldü. Kızının nerede ise fısıltı ile söylenen sözlerini duymadı bile. Salata için yıkadığı marulları doğramakta olan annesinin dalgınlığını fark eden Şule, bu kez daha yüksek bir sesle;
- “ Anne birazdan arkadaşlarım çardakta olacak ben çıkıyorum” dedi. Bunun üzerine kadın;
- “ Peki, ama sakın geç kalma! Baban az sonra burada olur. Bir saate kadar evde olmalısın.” Diye karşılık verdi. Şule;
- “ Kalmam, görüşürüz anneciğim” dedi ve oradan ayrıldı. Arkadaşlarıyla çardakta buluşacak olması minicik yüreğini sevinçle doldurmuştu.
Kapı girişindeki taş basamakları ikişer üçer atlayarak soluğu bahçede aldı. Hızlı adımlarla yirmi metre kadar ötedeki bahçe kapısına ulaştı.
Bir çırpıda burayı aşarak çardağa uzanan patika yola koyuldu. Yol, güzergâh boyunca bir incelip bir genişliyor, kıvrımlar oluşturarak çardağın bulunduğu tepede gözden kayboluyordu. Dağ yamaçlarından deniz tarafına doğru esen meltem rüzgârları, henüz yeterince ısınmamış olan havanın daha da serin hissedilmesine neden oluyordu.
Şule paltosuna sıkı, sıkı sarıldı. Üşümemek için adımlarını hızlandırdı. Yol boyunca, baharı müjdelercesine öbek öbek açmış kır çiçekleri arasından geçerek çardağın bulunduğu tepeye doğru tırmanmaya başladı.
Bir gün önce okul çıkışında Şule ve Kübra, kendilerini kasabadan köye taşıyan okul servisine binecekleri sırada sınıf arkadaşları Ahmet yanlarına gelmiş ve
- “ Arkadaşlar, yarın çardakta buluşuyoruz öyle değil mi? size anlatacağım şeyler var! Demişti. Şule ve Kübra, ikisi de bir ağızdan yanıtlayarak;
- “ Elbette Ahmet, her zaman ki gibi” dediler. Sonra aynı anda birlikte verdikleri bu cevap için birbirlerine bakarak gülüştüler. Ahmet konuşmasını sürdürerek;
- “ Fakat bir şey daha var. Bu kez küçük kardeşim Neslihan’da gelmek istiyor benimle…” Şule;
- “ Bizce sakıncası yok. Neden olmasın” dedi. Ahmet kısa bir duraksamadan sonra;
- “ Şeyy, çocuklar, sanırım tavşan adasındaki madene gitmemiz gerekecek! ”
Kızlar, duyduklarına inanamamışçasına;
- “ Nee! Tavşan adasına mı gideceğiz yani? ” diyerek şaşkınlıklarını belirttiler. Ahmet;
- “ Ne o, korktunuz mu yoksa? Sizin gibi kızlar…”
Ahmet daha sözlerini tamamlayamadan servis şoförü Harun’un tiz ve ince sesi duyuldu arabada;
- “ Haydi, çocuklar, kesin artık şu şamatayı! Yola çıkıyoruz.” Ortalığı saran gürültülü motor sesi ve egzoz dumanı çocukların konuşmasını yarıda bırakmıştı. Kapı kapanırken Şule aracın arka kısmına geçerek Kübra’nın yanındaki yerini almıştı bile.
İşte çardak şimdi tam karşısındaydı. Şule etrafına bakındı, her zamanki gibi buluşma noktasına en erken gelen kendisi olmuştu. Kendi kendine söylenerek;
— “Ahmet’in derdi neydi acaba? ”
Birden az öteden gelen Kübra’nın tanıdık sesiyle irkildi. Başını kaldırıp arkadaşına baktı ve
- “ sen miydin kız beni çok korkuttun” dedi.
Kübra,
- “ Neyin var senin böyle! Çok dalgınsın. Hanidir el sallıyorum sana, beni fark etmedin bile.” Şule;
- “ Bir şeyim yok. Fakat Ahmet’in söyledikleri takıldı kafama. Tavşan adası biliyorsun ki tehlikeli bir yer. Geçen sene orada olanları unutmuş olamazsın! Buna rağmen Ahmet, acaba niçin gitmek istedi oraya? ”
Kübra merakla;
- “ Eeee, sahi ben Ahmet’i bugün okulda hiç görmedim. Sakın başına bir şey gelmiş olmasın!”
Şule;
- “ Sanmıyorum. Çünkü oraya birlikte gitmekten bahsetmişti bize. Yalnız başına hareket etmiş olamaz.”
Kübra, başını öne doğru sallayarak onayladı arkadaşını ve ardından ekledi;
- “ Galiba haklısın, dediğin gibi olmalı. Fakat biraz bekleyelim, eğer gecikecek olursa telefon eder ararız kendisini.”
Aralarında bir süre daha konuşan çocuklar soğuğun da etkisiyle bir an önce çardağa çıkıp ısınmaya karar verdiler. Kübra merdivenlere tırmanırken Şule maşingayı yakmak için daha önce ağaç kovuğuna istiflediği kışlık odunlardan bir kucak dolusu aldı yanına. Ağırlığın etkisiyle rutubetli, ıslak basamaklardan kayıp düşmemek için boşta kalan eliyle sıkı sıkıya tutuyordu basamakları. Yaklaşık on beş metre karelik bir kullanım alanı bulunan çardak, çocukların burada hoşça vakit geçirmeleri için yetip artıyordu bile. Maşinga, denize bakan pencere kenarındaki köşeye yakın bir yere kurulmuştu. İki metre yükseklikteki tavana kadar uzanan borular, ağaçtan yapılmış çardağın duvarındaki delikten olabildiğince öteye, dışarı doğru iyice uzatılmıştı. Maşinga boruları, dıştan bakıldığında hoş bir görüntü vermese de çıkan dumandan ağacın zarar görmemesi için bu şekilde yapılmıştı. Çocuklar, maşingayı yaktıkları zaman söndüğünden emin olmadıkça oradan ayrılmayacaklarına dair söz vermişlerdi ailelerine. Okulda gördükleri derslerden ağaç ve ormanların çevre için ne kadar önemli olduğunu öğrenmişlerdi. Orman yangınlarının ülke ekonomilerine, çevreye ne büyük zararlar verdiğini, ekolojik dengenin bu durumdan nasıl etkilendiğini çok iyi biliyorlardı. Hatta bir ara okulda yapılan “ Ormanlar ve çevremiz ” konulu etkinlikte, hazırladıkları duvar gazetesinden dolayı ödül dahi kazanmışlardı. İşte bu nedenle ateşi yakarken etrafa kıvılcım sıçratmamaya son derece dikkat ediyorlardı.
|
|
37
|
|
|
|
Sizce kusursuz cinayet var mıdır yoksa biz mi öyle görmek isteriz? unutmamak gerekir ki katil de bizden biri. yoksa değil mi... |
|
38
|
|
39
|
|
|
|
"Bilmem" dedi Gevşo. Onun için aslında hiç farketmezdi.Yeni bir suç işlemek.Siciline bunu ekletmek hiç bir şeyin önemi yoktu. Kendisinin de bir önemi yoktu. Yaşıyordu işte.Sokaktaki taştan kaldırımlardan,
Bir bitkiden pek bir farkı yoktu.Sadece yaşıyordu. Yaşamak için suç işlemeyi seçmişti. Suç işlemek içinde yaşamayı.Kimi kimsesi yoktu.Kaybedeceği bir şey yoktu. Sadece hayatı bekleyen ruhsuz bir nesne gibiydi. Taş bir kaldırım gibiydi. Üzerine çıkılan.Her gün çiğnenen. Bazen içindeki cehennem ateşi ile kavrulan.Bazense buz gibi soğuk taş bir kaldırım gibi. Sadece küçük bir çevrenin ayak takımıydı. |
|
40
|
|
|
|
Adamın adım sesleri kulaklarında yankılanırken içi ürpermişti. “Neden” diye geçirdi aklından, “Sadece küçük bir günah işledim Allahım. Bu dünyada sen böyle bir ceza verir miydin?” |
|
|
|