"Hemen yüzüne gül suyu seperek Leyla'yı ayılttılar." -Fuzuli, Leyla ile Mecnun |
|
||||||||||
|
İLK ŞOK ------------------------- Odanın sessizliği ürpertiyordu. Fazla büyük olmayan, bir pencereyle caddenin günlük akıntısına açılan sıradan bir oda idi burası... Pencerenin tülünden, hemen binanın yanı başında kendisine yer edinmiş bir sokak lambasının karanlığı delen sarı ışık hüzmesi, içeriye dolmaya çalışıyordu. Yeterince başaramıyordu bu çaresiz sızıntıyı... Belli ki aceleyle düzeltilmiş bir yatak, üzerinde bir gün öncesine ait olduğunu düşündüren, itinasız bir hızla çıkarıldığı belli çamaşırlar atılmış, odanın penceresi ve onun tam karşısındaki kapı ile arasında kalan kuytu bölümde, duvara yaslanmış olarak duruyordu. Diğer duvarda, sanki yatakla bir simetri oluşturmaya çalışılan fakat pek büyük olmadığından orantısız olarak ortalanan bir masa ve onun üzerinde bulunan dağılmış dosya kağıtları, bir kaç kitap, masa lambası, kirli bir kaç o en büyüğünden bardak düzensiz bir ev sahibinin gayri ciddi bir eseriymiş gibi görünüyordu. Yatak ile pencerenin köşesinde bir ayaklı oda lambası sanki hiç aydınlanmayacakmış gibi öylesine duruyordu. Yatağın hemen yanında, kapıya yakın bir komidin, üzerinde kendisine bir el uzanmak üzere olan telefon, açık bir telefon defteri, yine en kirlisinden bir bardak... Eli telefona uzanmış genç adam bile, sessizlikten ürktüğü belli yavaş, anlamsız hareketleriyle odadaki cansız havayı dağıtmayı başaramıyordu. Üzerinde, odanın en karanlık rengiyle aynı tonda bir mont, titrediği belli üşümüş eli telefonu kavramaya çalışırken, siyah, deri bir eldiven giyili diğer eli şaşkınlığının verdiği ilk hareketle kendisine belinde bir yer bulmuştu aceleyle. Saçları omuzlarına doğru dalgalanan, yirmili yaşlardaki bu korkmuş gölgenin gözleri iyiden iyiye dalmıştı derinlere. Dışarıda yağmur yağıyordu. Yağmurun her damlasını, sessiz odanın derinliğini bozan pencereye vuran sesinden hissedebiliyordu. Odanın kapısı yarı açıktı ve holden koridor boyunca yayılan ışığın meraklı süzülüşü, odaya girmeye çalışıyordu. Perdeden gelen kaçamak ışık ve holün loş meraklı aydınlığı ile beliren derin mavi gözler huzursuz bakıyordu etrafa... Sokaktan geçen bir kaç aracın motor sesi ile karışık korna sesleri haricinde sanki tüm mahalle de sessizliğe bürünmüştü. Derin bir iç çekip, sesinin titremesini istemediğinden boğazını öksürerek temizledikten sonra, kavradığı telefon ahizesini kulaklarına götürdü ve aceleyle bir numara çevirerek beklemeye başladı. Bir taraftan da, hüzün dolu nemli gözleriyle, yerdeki karanlık gölgeye bakıyordu. “- 155 Polis İmdat! Buyrun....” “- Alo... İyi akşamlar efendim. Arkadaşım... Yani arkadaşımın evindeyim ve....” “-Alooo... Sesiniz tam gelmiyor, bey efendi!...” “Alo. Şey diyordum burada bir ceset var. Arkadaşımın evindeyim ve O ölmüş. Buraya gelebilir misiniz?...” “-Tamam... Adresi alabilir miyim?.. Bu arada bir şeye dokunmamaya gayret edin.” “- Tamam. Oldu... dokunamıyorum ki zaten...” “- İsim alabilir miyim?” “- Tamam ben Tolga...Adresi veriyorum....” Tolga, elindeki ahizeyi yerine yerleştirirken hala titriyordu. Yavaş bir hareketle, arkasına, kapının karşısındaki yatağın önünde uzanmış, hareketsiz, karanlık, gölge gibi yere yığılmış cesede baktı. Titreyen sesiyle, “Neden?”, diyerek bir elini komidinin üzerine, destek almak istercesine koydu. Boyu uzun olduğundan ve ayrıca komidin pek fazla yüksek olmadığından aynı yere bir kukla gibi düşecekmiş gibi duruyordu. Uzun bir süre yerde yatan, belinden yarı bükülmüş halde, sanki gövdesi bacaklarının üzerine yan olarak yığılmış gibi uzanmış, arkadaşına baktı. Saçları, yüzünü ve yemyeşil gözlerini kapatıyordu. Üzerinde, boğazına kadar bedenini saran, koyu siyah renkli bir kazak, altında da sarı- lacivert bir eşofman vardı. Hemen yan tarafında, kendisinden çok da uzak durmayan bir mesafede, yere düşmüş bir tabanca ve hemen başının saçlarıyla gölgelenmiş sağ yarısında küçük bir kan gölü.... Odanın içinde tiksinti yaratabilecek kadar yoğun sigara kokusu ve ilk kez hissettiğinden net ayırt edemediği, pıhtılaşmaya yüz tutmuş kanın kokusu... Tolga’nın, üzüntüden, şaşkınlıktan ve korkudan dolayı bulantıları başlamıştı yavaştan. Sadece filmlerde olduğunu sanıyordu bu manzaranın. Oysa ki, her gün, televizyonların ana haber bültenlerinde, sanki insanları bıktırıcasına izlettirdikleri şiddet, cinayet ve kaza manzaralarını izliyordu her yurdum insanı gibi... Ama, tarifi bile zordu yaşadıklarının ve karşılaştığı manzaranın... Tüm soğuğa rağmen alnı ve burnunun üzeri terlemişti. Ne zaman heyecanlansa, korksa veya panik duygusuyla içi içini yese, terleyiverirdi burnunun üzeri... Gözlerinin altı, o anki hüznünden olsa gerek, halkalar oluşturmuştu. Dayandığı komidinden, etrafına dokunmamaya gayret ederek uzaklaştı. Ne yapacağını bilmez bir şekilde öylece durdu, odanın ortasında... Arkadaşının, cansız bedenine bakamıyordu. Birazdan bu gecenin karanlığı ışıklarla aydınlanacak, derin sessizlik ise bir sürü adli görevlinin koşuşturmasıyla son bulacaktı. Ve içinde net olmayan bir korku, ilk kez bunu düşündüğünde belirdi. Olay mahalindeydi.. Ya kendisinden şüphelenecek olurlarsa... Kalbi hızla çarpmaya başlamıştı şimdi. Nasıl açıklayacaktı bu bilmediği kaosu...Sessizliği, kalbinin her atışında göğsünü kaldırmasıyla bozuluyordu sanki. Yağmur giderek hızlanmış, sağanak olmuştu. Korkusundan gözleri yağmur damlalarının cama dokunuşlarındaki anı yakalayamıyordu. Ve karma karışık hisler içindeki beyni, kalbinin o en patlayacakmış gibi vuran sesinden kurtulup, olayları netlikle toparlayamıyordu. Gerçeklerle yüzleşmek istemiyordu. Sanki bu nedenle ışığı da yakamıyordu. Aslında arkadaşının cansız yüzüyle göz göze gelmek istemiyordu. Öylece düşüncelere dalmışken, aklına en son telefonda kendisiyle konuştuğunu anımsadı. Tuhaf her hangi bir şey var mıydı konuşmalarda?.. Yoo, hayır.. Her zamanki geyiklerini yapmışlardı. Acaba, gözden kaçırdığı bir kelime, bir ses.... Toparlayamıyordu ki kendisini... Bu esnada telefon çalmaya başlamıştı. O ilk sesi duyduğunda, bir anda olduğu yerde irkilmişti. Cevap veremezdi. Telesekreterin devreye girmesini bekledi. Bu esnada, arkadaşının yerde yatan cansız bedenine gözü kaydı. Yüzünde ani çizgilenmelerle, sanki yaşlı bir yüzün hatlarıyla, içinde bulunduğu durumun hüznünü ve memnuniyetsizliğini yansıtmıştı. ...... Telesekreterde arkadaşının sesini duymuştu ve bir iç çekmişti o an en isteksiz tavrıyla.. Mesajınızı bırakın, derken en komik ve enerjik sesiyle, hiç benzemiyordu yerde yatan bu cansız bedene... “- Alo...Aşkım... Orada mısın?.. Yine ne oldu? Tuna... Alo...” ....... Derin bir sessizlik oldu. Tolga, cevap vermeyi düşündü.... Sonra... Ne diyecekti ki kıza?... “ Alo... Ayça, üzgünüm Tuna ölmüş.”....Nasıl söyleyebilirdi. Ya da nasıl açıklayabilirdi ki bunları... Vazgeçmişti zaten saniyeler içerisinde. Sonra, yine kendisinin derin iç çekmeleri haricinde hiçbir sesin olmadığı karanlığa gömülmüştü oda ve Tolga... Ağzından, soğuk havayı hatırlatmak istercesine, buharlar çıkıyordu hızlıca... Tüm düşüncelerini, dış kapının hızlıca açılma sesi böldü. Olduğu yerde durarak, kapıya dopru bakışlarını çevirdi. Gelenler, adli ekipti ve ne olduğunu anlayamadan kendisini bir sürü üniformalı insan arasında bulmuştu. Sessizdi, düşünemiyordu bile... Ekibin gelmesiyle, odanın lambası açılmış ve gözlerini, alıştığı karanlıktan çıkmanın verdiği huzursuzlukla sürekli kırpıştırıyordu. Hiç bir yere dokunmadığını tekrar belirttiği parmak izi ekibinden bir görevliye, artık bir yere oturup oturamayacağını sordu. İzin aldığında, masanın hemen yakınında bulunan sandalyelerden birisini, görevlilere bakacak şekilde çevirdi, yorgun ve bir o kadar da tedirgin bedenini sandalyeye teslim etti. Etraftaki karışıklık içerisinde, yerde, işaretleme bantlarıyla ve boyayla çevrelenmiş, sevdiği arkadaşına baktı. Gözleri yeniden nemlendi. Tükrüğü, boğazını düğümler gibi oldu, en kuvvetli bir yutkunma ile bu tıkanma hissinden kurtulunca, şimdiye kadar olanların en derininden bir iç çekti. Kendisine doğru gelen, kırk yaşından daha genç olduğunu tahmin ettiği, sert ve acımasız çizgilerin derinleştirdiği yüzünde, sorgularcasına bir ifade bulunan bir adamı son anda fark etmişti. Bu adam, kendisi gibi uzun boylu, esmer, oldukça temiz traşlı, düzgün fiziği ile karizmatik görünüyordu. Kendisinden emin adımları, insanın tüm zihnini karıştıracak denli güçlü delici bakışları korku ile doldurmuştu Tolga’nın bedenini... “- Merhaba. Maktulu bulan arkadaşı sen oluyorsun herhalde. Ben Selim. Komiserim. Cinayet Masası... Sen de... hımmm. Tolga olmalısın... “ “- Evet, efendim. Adım Tolga.. Ben...” “- Peki dur bakalım. Sorularıma olduğu gibi cevap vermeni istiyorum. Kısa ve net.” Sesi, değişik bir tonda idi. İnsana güven veren ve bir o kadar da sakinleştirici. Ama, her bir perdesinde sesinin, netlik ve tehditkar bir sesleniş vardı. Ama korkutmuyordu.... Sadece insanın o an için düşüncelerini kendisinden kopartıp atıyordu. Her iki eli cebinde olarak, hiç bir vücut diline yönelmeksizin net konuşuyordu. Yüzü gergin ve bir o kadar yorgundu. Sanki bu yorgunlukta kendisini fazla uğraştırmamalarını istercesine bakıyordu gözleri. Bakışları, sesi gibi, netti ve bir o kadar da tehditkar.... “- Arkadaşın mıydı? “- Evet...” “- Ne kadar zamandır tanıyorsun” “- Neredeyse çocukluğundan beri...” “- Ne kadar yakınsıznı?” “- En iyi arkadaşım” “- Kız arkadaşı var mı?” “- Evet. Adı Ayça, zaten...” “- Sedece sorularıma cevap ver olur mu? Senin kız arkadaşın var mı?” “- Hayır” “- Neden?” “- Ayrılalı yeni oldu.” “- Neden ayrıldınız? Başka birisi mi vardı hayatlarınızda ya da şiddet ne dersin? “- Hayır. Aile meseleleri yüzünden. Yurt dışına okumaya gitti.” “- Kaç yaşındasın sen? “- Yirmi iki, efendim” “- Okuyor musun?” “- Evet, tıp fakültesi son sınıfta okuyorum.” “- Hımmm... Zor olmalı senin için...” “-...” “- Peki, arkadaşının adı ne? “- Tuna, efendim” “- O okuyor mu, Tolga! Kaç yaşında?” “- Evet. Bigisayar mühendisliği okuyordu. O da yirmi iki yaşında efendim...” “-Kız arkadaşı?” “- Var, efendim. Az önce de söylemiştim. Hatta telesekreterde notu var. Ben açamadım telefonu, korktum..” “- Her hangi bir sorunları var mıydı? Sana söylerdi herhalde o kadar yakınsanız? “- Biraz anlaşamıyorlardı ama severlerdi birbirlerini. Özellikle Ayça, çok seviyordu Tuna’yı...” “- Ailesi nerede bu çocuğun?” “- Antalyada yaşıyorlar. Haber veremedim.” “- Biz haber veririz. Sorunu var mıydı ailesiyle.” “- Yok, hayır ailesiyle sorunu yoktu hiç. Çok severler birbirlerini ve çok bağlılardı. Hatta yurt dışında staj için konuşuyorlardı son aylarda. O yüzden ödev hazırlıyordu hatta... Okul bitince de master yapacaktı gittiği yerde...” “-Sen? Senin ailen neredeler?” “- Benimkiler de İstanbul dışındalar. Ankara’da yaşıyorlar efendim.” “-Senin ailenle aran nasıl? “-Görünürde bir problem yok. Zaten ailelerimiz de yakınen görüşüyorlardı.” “- Anlaşılan zengin bir ailenin çocuğu Tuna? Yurt dışı falan yani? “- Evet, durumları oldukça iyi. Babası genel müdür.” “-Peki, senin ailen? “- Onlar kadar değil ama yine de iyidir durumumuz... Babam da bir şirkette müdür yardımcısı.” “- Başka arkadaşları var mıydı ?” “- Evet, ama çoğu arkadaşımız ortaktı.” “- Uyuşturucu?” “- Yoo. Asla... Olsa haberim olur.. Dedim ya çok yakındık...” “- Her hangi bir ilaç ya da hastalık var mıydı? Ya da psikolojik bir rahatsızlığı?” “- Yoo. Hayatında her şey güzel gidiyordu. Hatta bana destek oluyordu aklınca.” “- Kız ardaşının var mıydı bir hastalığı, alışkanlığı, biliyor musun? “- Hayır, Ayça aklı başında bir kızdır. Zaten bu nedenle Tuna, O’nunla uzun bir süredir birlikte. Çünkü, sevmeyen birisi için Tuna zor biridir.” Çok zor nefes alır olmuştu. Peşi peşine gelen, bu kısa ve net cevap bekleyen tarz O’nu boğmaya başlamıştı. Biliyordu sorgulanacağını ama zaten yeni yeni yaşıyordu bu şoku en yakın arkadaşını kaybetmenin acısıyla... Birisi üniformalı diğeri sivil iki adam, ellirinde poşetler içine yerleştirilmiş farklı büyüklükteki bazı eşyalarla kendilerine doğru, emin adımlarla geliyordu. Komiser, sorularına bir süre ara vermişti. Gelenlerden, üniformalı polis memuru gayet net tonlamayla, komisere doğru dönerek birşeyler anlatıyordu. “- Komiserim. Olay mahalinden yeteri kadar parmak izini aldık. Maktulun yanındaki tabancayı ve bir kaç kağıdı da işaretledik. Adli tabipliğe göndereceğiz. İlk tespitlerimze göre bir darp ya da boğuşma izine rastlamadık efendim. Odayı aramaya devam ediyoruz, efendim!” “- Tamam. Devam edin. Hiç birşey atlanması. Ha! Hasan! Atlanan bir şey olursa, ipinizi ben gererim hepinizin. Hadi devam!” “- Peki komiserim!” “- Sen, Haldun!!... Ne buldun. Özetle bakalım.” Sessiz bakışlarla olanları izliyordu Tolga. Bu işkence ne zaman bitecekti ve arkadaşı için hıçkırırcasına göz yaşı dökecekti. Dile kolay hatırladığı net 16 yıl vardı geçmişlerinde. Oysa şimdi, birisi duygularını bile dile getiremeyecek kadar baskı ve sorgu altında bir tanık ya da şüpheli, diğeri ise hiç olmadığı kadar cansız.....Çocukluklarında hep ölü taklidi yapıp korkuturdu Tuna... Ama ya şimdi??? Komiserin dikkatlice dinlediği sivil adam, elindeki muhtemel not defterinden bir şeyler okuyordu. Anladığı kadarıyla ve kulak misafiri olarak duyduğuna göre, adli tabiplikten olay yeri incelemesi için gelmişti. Evet, aslında her şey kuralına göre işliyordu. Aynı polisiye dizilerinde ve cinayet filmlerinde olduğu gibi.. ama yine bir şey olduğu gibi yaşanmıyordu. O da acı.... Aslında bu da normaldi. Nasıl yaşabilirdi ki bu acıyı burada.. Numara bile sanabilirlerdi... Belki histeri nöbeti. Yok hayır, içinde biriktirmeliydi göz yaşlarını... Zaten aykırı sorular soruyordu komiser, bir de kimseyi şüphelendirmeye lüzum yoktu. “-Maktul, yaklaşık 20-24 yaşlarında, erkek. Yaklaşık ölüm saati, ilk değerlendirmeye göre 5-6 saat önce, yani saat öğleden sonra 5-6 arası gibi. Ölüm katılığı tama yakın. Sağ şakağında, tam temporal kemiğin frontal ile birleşme yerine yakın, çevresinde barut izinin rahatça gözlendiği, giriş deliği mevcut. Tam yatay tutulmuş silah ve yakından ateşlenmiş. Yoğun kan nedeni ile kemiğin bütünlüğü seçilemiyor. Çıkış deliği ise solda, temporal kemik ile pariyetal kemiğin en alt birleşim yerinde, düzgün sınırlı, tek ve kemik bütünlüğü doğal.” “-Başka?” “- Kabaca, herhangi bir boğuşma, darp izi yok. Belirgin bir cinsel saldırı izi yok gibi. Tabi otopside daha ayrıntılı rapor sunarız. Tabanca, yakınına düşmüş. Parmak izleri için herşey ayarlandı. Başka bir cisim ya da şüpheli alet ceset yakınında yok. Hemen maktulün sağ yanında, yatağın altına doğru kaymış bir kağıt parçası ve günlük var. Onlar da incelenmek üzere adli tıbba gönderildi. Ama sanki bir intihar gibi duruyor.” “- Tam veriler olmadan, tahmin edilmesinden hoşlanmadığımı biliyorsun!” “- Evet. Özür dilerim. Boşta bulundum.” “- Her hangi başka bir bulgu var mı? Vücudunun görünen yerlerinde.....” “- Yok... Boyun salim. Yüzde belirgin bir bozulma yok. Saçları çok uzun olduğundan, saçlı derisine tam bakamadık. Ha.. bu arada sağ kolunda, ön kol çukurunda...” “- Dur, yoksa iğne izi mi? Enjeksiyon? Eroin mi sence?” “- Yok, değil galiba. Zaten angiocut takılmış, yani kelebek. Belki hastaneye gitmiş olabilir son günlerde. Ama eroin gibi durmuyor. Diğer kol ve muhtelif yerler salim.” “- Bir hırsızlık bulgusu gözünüze çarptı mı?” “- Detaylı incelemedik henüz ama, öyle bir olay söz konusu değil gibi...” “- Peki, yine de soruşturun. Her şeyi ayrıntılı ve derinlemesine istiyorum.” Konuşmaları devam ederken, komiserin yan gözle kendisini incelediğini fark edebiliyordu. Bulunan özel eşyalar arasında bir günlük olması şaşırtmıştı Tolga’yı.. Oysa herşeyi paylaşıyorlardı. Tuhaf olmuştu, demek sayfalara dökeceği sırları da vardı Tuna’nın... Kendisini aldatılmış hissetti o an... Gözleri hafiften nemlendi. Başını öne eğerken, komiserin o en sorgulayıcı gözleriyle karşılaştı. Tepki vermeden, nemli gözleriyle, halının üzerine bakakaldı. “- Kolundaki kelebek nedir Tolga?” “- O mu?.. Dün akşam ateşi ve ishali vardı. Sanıyorum besin zehirlenmesi. Bizim acile götürmüştük. Serum takıldı. Sonra hani gerekir diye, çünkü orada kalmaktan sıkıldı ve eve gelmek istemişti, hemşirelere kalsın demiştik. “ “- Seninle birlikte kimler vardı? “- Ben, Ayça ve Gülay...” “- Gülay?” “- Bizim okulda, aynı sınıftayız. Ayça ile yakınlardı. Bizimle takılıyordu. Son 1 yıldır yakın arkadaşız.” “- Erkek arkadaşı var mı? “-Yok!” “- Sizlerden birisine her hangi bir aşk olayı? “- Yok sanmıyorum.. Saçma olur... Çok yakındık!” “- Neden saçma olsun...” “- Yani, yoktu.” “Bu evde tek mi yaşıyordu arkadaşın?” “- Evet.” “- Anlaşıldı. Bir öğrenci için güzel bir ev.” “- Ailesi istedi böyle olsun diye.” “- Peki sen?” “- Ben de ayrı oturuyorum. Arada birbirimizde kaldığımız olurdu. Ya da Ayça gelirdi. “ “- Tuna’nın senden başka yakın bir erkek arkadaşı var mıydı?” “- Hayır. Biz kardeş gibiydik” “- Başka bir yakınlığı olduğu bir erkek?” “- Yooo .. Hayır!!! Nasıl yani??” “- Her hangi bir eşcinsel eğilimi var mıydı arkadaşının?” “- Hayır. Kesinlikle...” “- Peki sen?” “- Asla....” “- Ya da şöyle sorayım.. Yakınlığınız nasıldı?... Paylaştığınız özel anlar olur muydu?” “- Nereye varmak istediğinizi anlamıyorum ama...” “- Sadece soruma cevap istiyorum.” “- Her normal arkadaş gibiydik. Yakındık, dosttuk, ama cinsellik hayır?” “- Bedenen temas?” “- Hayır dedim ya... Yani yakındık, ama öyle oynaşmalar olmazdı. Çok saçma...” “- Peki, tamam... Son zamanlarda dikkatini çeken başka bir olay ya da tavırlarında değişiklik var mıydı?” “- Hayır yoktu. Sadece iki- üç gün önce tam hatırlamıyorum ama biraz dalgındı. Bir şeyler söyleyecek gibi olmuştu. Aniden sarılmıştı bana. Yurt dışı zor gelecek bana demişti.” “- Sarıldı?” “- Yapmayın lütfen, siz sanki en....” “- Soruları ben sorarım.” “- Anlıyorum . Özür dilerim. Kendimi Fransız filmlerinde gibi hissettim bir an. Tekrar özür dilerim.” “- Pekala, otopsi için adli kuruma gidecek arkadaşının cesedi, ailesine haber vericez. Biz söyleyinceye kadar İstanbul’dan ayrılmıyorsun. Şuradaki memura sana ulaşabilecekleri adres ve telefon numaralarını veriyorsun. Neydi adı, kız arkadaşlarınız.. Onlara da aynı kuralları hatırlat. Tekrar görüşeceğiz.” Odanın sessiz yalnızlığında tekrar tek başınaydı. Ve şimdi o sessiz gölge de yoktu. Alıp götürmüşlerdi uzaklara.. Tolga, hıçkırıcasına ağlamaya başlamıştı. Gözlerindeki yaşlar yüreğine doluyor gibiydi. En yakın arkadaşı yoktu. Bulunduğu odadan çıkıp diğer odalara giderken, koridorda duvardaki arkadaşının resmine daldı. O yeşil gözleri aynı bakıyordu sanki kendisine.. Midesi bulanıyordu.. Kendisini zor atmıştı banyoda lavabonun önüne. Kusuyordu. Oysa okuldaki adli tıp stajlarından alışıktı bunlara ama.. İş en yakınına gelince dayanamıyrdu insan... Otopsi? Arkadaşını yok edeceklerdi... Başlayacaklardı kafasından açmaya, sonra göğüsü, karnı ve organları.. Tekrar kusmaya başladı. Düşünmek istemiyordu ama öğürmeleriyle hıçkırıkları bir birine karışır olmuştu. Bir anda bu çaresizliğinden kapının en haşin sesle çalınışı ile kurtuldu. Kapıyı açtığında karşısındaki yüz soran gözlerle O’na bakıyordu. “- Tolga? Ne bu hal?:: Tuna nerede? Yine mi içtiniz bakalım?:. Tolga?” “- Ayça merhaba.” Bir anda kendisini Ayça’nın kollarında bulmuştu. Sımsıkı sarılıyordu O’na. Yeteri kadar güçlü rolünü oynamıştı ve bir kez daha, Ayça olayları öğrendiğinde, O’na destek olmak için oynayacaktı aynı oyunu. Bu yüzden şimdi, içinden geliyorken en güçsüz halini yaşamak istiyordu. Bir taraftan hıçkırıyor bir taraftan da sevdiği arkadaşının, en sevdiğinin üzerine sindiğini düşündüğü kokusunu hissetmeye çalışıyordu. Ayça, daha fazla taşıyamamıştı bu güçlü fakat yıkılan bedeni. Biraz da meraktan ve tedirginlikten, kendisinden uzaklaştırıcasına itti, Tolga’yı.... Tolga, ayakta, hafifçe bükülürcesine o güçlü bedeninden yerlere, Ayça bir hızla odalara daldı ve ... “- Tuna.. Neredesin.. Tolga ! Tuna nerede?. Konuşsana... Tunaaaaa....” “- Ayça. Gel buraya.” “- Ne oluyor Tolga, açıklar mısın?.. Tunaaa. Bırak bu şakayı.. Nisan bir değil bugün. Neredesin?” “- Ayça!. Tuna öldü.” Tolga bile inanamıyordu bu sözlere... Ağzından çıkanı kulağı red ediyordu sanki. Ayça’ya birden söylemenin pişmanlığını yaşadı o an . Sonra da başka nasıl açıklayabileceğini, düşündü. Alternatifleri daha acı geldi. Ayça, sanki söyleneni anlamamış ya da anlamak istememiş gibi dolaşıyordu ortalarda. Hala soran gözlerle Tolga’ya bakıyordu. Sonra yoruldu ve en yakınındaki koltuğa oturdu. Soran gözlerle Tolga’ya baktı. Tolga ise, en ürkek adımlarla en yakınına gelip, yere oturdu ve başını Ayça’nın kucağına doğru yerleştirdi. Gözlerinden yine aynı acıyla süzülen yaşlar genizini yaktı. Öylece durdular...Ve sonra... “- Öldü mü? Nasıl yani. Bana böyle kötü bir şaka neden yapıyorsunuz? Nedennnn?” “- Üzgünüm. Çok üzgünüm. Başından vurulmuş. Yanında günlüğü ve bir not vardı. İlk izlenimi, gelen komiser ve polislerin, intihar gibi duruyormuş. İnanamıyorum.” “- Hayır. Bu bir şaka.. Nasıl yaa. Ne demek bu .. “ Ayağa kalkmak istemişti aniden ama Tolga’nın güçlü bedeni izin vermemişti. Biliyordu ki ayağa kalktığında zaten yığılacak ve ardından da histeri krizi geçirecekti. Buna izin vermemek için iyice abanmıştı, Tolga... “- Günlük mü tutuyormuş? Bunu bilmiyordum Tolga, ya sen?” “- Ben de bilmiyorudm.” “- Neden? İntihar etsin ki...” Ayça birden başını hızlıca Tolganın kucağındaki sırtına vururcasına bıraktı. Acı çektikleri belli iki insan, öylece loş odanın sessizliğinde kaybolmuşlardı. Aslında sessizliğin sesiydi belki de kendi nefes alışları, hıçkırıkları ve iç çekmeleri. Öylece kaldılar, kaybettikleri arkadaşlarının arkasından. “- İntihar mı? İnanmıyorum Tolga. Hayır. Mutluydu, mutluyduk... Nasıl ?” “- Otopsi yapacaklar, Ayça. Araştırıyorlar. Bizler de soruşturmadayız.” Pozisyonlarını hiç bozmadan sanki birbirlerine güç verircesine duruyorlardı. Dışarıda hala yağmur yapıyordu. Ama bu sefer sokak sessizliğini, yağmur damlalarıyla bozuyordu. Odanın acı sessizliğini de cama vuran yağmur damlaları. Işık yanıyordu belki ama içerisi yalnızlığın karanlığını yaşıyordu. Başka hiçbir şeye dokunmamaları gerekiyordu. Kapıdaki memur bekliyordu çıkmalarını. Olay mahali incelenmek üzere kapatılacaktı. Yavaşça kalktıklarında hüzün odayı sarmıştı. Ve karanlığın hüzünlü sesi içlerine kadar işliyordu. .......
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © Özgür Tanrıverdi, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |