Müzik söylenemeyeni, ama sessiz de kalınamayanı anlatıyor. -Victor Hugo |
|
||||||||||
|
Batının kendi arka bahçesi olarak gördüğü ve hala bu tutumunu ısrarla devam ettirdiği, ona göre üçüncü dünya ülkeleri kabul ettiği coğrafyalarda, mahşeri kıyam sahneleri canlanıyor. Bu hareketlilik daha yönünü, yörüngesini oturtmamış, hareketliliğin ilerisi kuşkusuz bugünden daha iyi olacaktır. Yaşanan gelişmelere baktığımızda, genel yargılama yöntemlerindeki ölçünün nispeten iyileşmenin etkili olduğu yönünde. Bu güne kadar ezilen, sömürülen, onuru ayaklar altına alınan, varlığına sadece üretim araçlarını kullanması için tahammül edilen halk kitlelerine, İslam diye anlatılan dolaylı dolaysız dayatılan ekoller ilk oluştuğu dönemin siyasi kirlerini içine alarak uyarlanmış, olgunlaştırılmış! Dönemin mevcut yöneticileri kişiliklerinden doğan eksiklerini İmani bozukluklarını veya imansızlıklarını İslamın usulüne, özüne akıtarak İslamlaştırmaya çalışmış ve başarılıda olmuş! Yaşanılan bu makûs değişim resmi din olarak tarihe kaydedilmiş İslam ve tarihidir. Hangi yönden bakarsanız bakın, bir Milliyetçinin, bir Komünistin, bir Ateistin dahi kendine yorumlayabileceği utanç malzemeleri ile dolu İslam ve tarihi! Böylece egemen güçlerin yazdırmış olduğu tarihten beslenerek yola çıkan İslamcıların karşısındaki diğer fikri akımların, onların tarihinden örneklik sunarak sahnenin dışına itmesindeki gerçeklikte burada yatmakta. İslamcılar; Sosyalistlere karşı kullandıkları argümanların yakın tarihini dahi bilmezken(!) Sosyalistler İslamcıların tarihlerini pekâlâ İslamcılardan daha iyi bilmesinin nedeni de budur. Tarihin hiçbir zaman diliminde orijinliği değişmemiş insan fıtratı ile türünün fiziksel dönüşümü, tarihin son anına kadar süreceği, adına modern denilen ve öznesinde geçmişin barbar ve ilkel kavimlerin yaptıklarının daha ötesinde rezalete bulaşan modern dünyanın mensupları da bu değerlerin arayışında olmasına rağmen hala eblehlikten kurtulmuş değil… Beşeri Sistemler çağımızda esaslı bir olgunluk süreci geçirdiğini ifade etti. İfadelerini yasallaştırdı ve arkasından telalarlı şunu ekledi: Demokrasi! "Bu sürecin/Demokrasi/ devamında ki evrelerin nasıllığı da henüz net değil. Bu konuda öngörüde bulunmak da sanıldığı kadar kolay değil. Derinlikli düşünmek, tartışmak ve içinde yaşanılabilecek en adil yapılara ulaşmak için mücadele etmek, bu uğurda binlerce yıldır milyonlarca masun canlar feda etmek, yağmalar yapmak ne anlam ifade ediyor? Bilmişte değiliz(!?) Pekâlâ, inananların da yüreğinden gelen saf sesi dillendirmek onu olduğu gibi itiraf etmek, bunun için rüştünü tamamladığını ispatlaması, kendisine alan oluşturması gerekmez miydi? Geleneksel Sünni anlayışı ile geçmişteki iktidar İslamına ulaşmak isteyenler, Şiacılığın çok ötesinde olan Ali kişiliği üstünde ciddiyetle durmuyor ve o şahıstan ders almıyorsa da, “Tarihle aramıza gerilen ses perdesi yırtılmıştır, tarih olanca gücü ile bize hakikati haykırmaktadır. Kimse Kralın çıplak olmadığını söyleyemez, söylese de söylediğine inanmadığını biliyoruz”. Bilinen süslü Sünni gelenek tabusu çürümüştür. Bunun sırrını tarihi yazdıran gizli güçlerin arzularında aramaktansa, onların devamı niteliğinde olan günün güçlerinin arzularında aramalıyız. Ne var ki bir olguyu yargılamak veya tanımlamak istediğimizde, o olgunun kendisini esas almayı bir türlü ilke edinemedik. Bu ilkeden nasibin alanlardan biride imam Ali’dir. Bu ilahi şahsiyet’in öznesinde barınan Kamil insan örnekliği, ilahi hedefti. Bu değerin amacı, hiçbir felsefe coğrafya, halk sair gibi izafi değerle sınırlandırılamaz. Buna en açık örneklik sözde demokrasi terimi ile beslenen milletlerin onun kişiliğinde kendisini bularak akın akın İslamlaşmasıdır. İslamcıların temel çıkmazı, Akide muğlâklığıdır. İğdiş edilmiş akideler bileşkesidir. Söz konusu akideler bileşkesinin yakın dönem şahsiyetleri; Şeriati, Kutup, Basayev, Aliya, Said Havva sair şahısların hemen hepsi farklı felsefeye mensuplardı. Bu şahısların paradigmasından rafinerisiz beslenmek katkılı olmayı zorunlu kılar. Arı/saf-duru/ bir felsefeye değil, bileşke/selefi-Vehhabi- Şii, sair/ bileşkeli felsefeyi duru algılama sendromu sürdükçe yanılsamalarda devam edecektir. “Nübüvvetin işlevsel metodundaki /yasama, yürütme, yargı/gizeme olan uzaklık ise sorunun bir başka boyutudur. Bu bakımdan “ilahi velayet felsefesi” olmazsa olmazımızdır”. Bu olgunun çok hassasiyetini, İslam dünyasından önce diğer dünyanın sakinleri daha iyi anlamış. Bu konuda Şeriati’de güzel çıkışlar bulmak mümkünken, ümmet ve imamet risalesi de örneklik sunar. Bu güzel adam eserleriyle her zaman farklılık oluşturmuş, doğru ya da yanlış! Onu bu konudaki metodu farklı heyecanlanmasına vesile olmuş, sadece söz dünyasına veya kitaplarla kütüphanelere güzel eserler kazandırmakla yetinmemiş, güzel amelleri üretecek olgun şahsiyetlere ve temiz yüreklere de ulaşmış. Bir diğer değinimiz; Türk İslami oluşumların tek yerli kaynağı Said Nursi’nin olmasıdır. Bundan daha ilginci aynı kaynaktan beslenenlerin onlarca fraksiyonlara dönüşebilmesidir. Bu dönüşümün termelindeki sorunları var olan sisteme atfederek sorumluluktan kaçmakta ayrı bir ucuzluktur. Var olması gereken ideo-strateji, bunu böyle öngörmemizi isteyebilir. Esas sorumlulukta burada başlar. İslamcıların vazgeçilmezi ilk etapta kendilerini felsefi rafine sürecine tabi tutmalarıdır. Bu aşamadan geçmeyenler katkılı sunumlarını devam ettirerek var olan katkılı oluşumlara bilerek bilmeyerek bir yenisini ekleme görevini üstlenecektir! Esasen bugün var olan çeşitli ekollerin geçmişteki çıkışları da bu girdaba düşmüş ve böylece Tevhid, Vahdet, Ümmet platformu oluşturmak istenirken bir yenisini oluşturarak sayısal üremeye katılmıştır. Bu kavramların vurgusunu yapanlarda bilerek/bilmeyerek yeni totemler ürettikleri ayan beyan ortadadır. Buda başka bir ironidir. Kaxs, Hegel, Kapitalizm, sol İslam, Allah perest solcular, gibi safsataların cazgırlığını yapanlar; ne İslamı anlamış nede Şeriati’yi! Bazı ifadelerimiz birilerine karşı duruyor gibi olsa da olsun! Var olamayan ütopik düşünceler kurmak, bunun alt yapısı içinde böyle bir kişilik üretmek, çoğu zaman ilahi övgülere mazhar olmuşlardan uzak durmamıza neden oluyor. Bir şeye ya da şâhısa aşırı derecede değer yüklemek yersiz iltifatlar, o şeye ya da şahısa en büyük haksızlıktır. Bu değinilerimiz sürekli eleştirdiğimiz klasik, güncel cemaat veya çeşitli tarikat mensuplarınca gereksizin ötesinde rahatsızlık ta verebilir, böyle bir durumda bilinçaltımızdaki taassupçuluğumuzda görmüş oluruz. Nitekim içinde bulunduğumuz bu yapay süreçte kimlerin hangi sahalarda savrulduğunu görenle beraber görüyoruz! Evet, özgürlükçüyüz ama mutlak özgürlükçü değiliz, böyle bir saplantı insanı Allaha isyana da götürür. “LA” kendi başına mutlak reddiyedir ama hemen arkasından gelen ille /sadece-ancak/ “Allah”la sınırı belirler. Sınırsız bir reddiye kâinatta anarşi ve kaostan başka bir şey getirmez. Bunun ispatı da kendilerini Allahın kullarına karşı sınırsız Yetki sahibi gören hedonistlerdir. Bu ideoloji de insanlığın dimağına sinen İkibindörtyüz yıllık bir “Kirene paraziti”dir. Evet, Adalet istiyoruz ama salt mülkiyet kavramını esas alan materyalistte değiliz. Adalet ve Kıstın sözsel içeriğinden önce onun ruhuna vakıf olmamız gerekir. Kendisi için istediğini karşıdakine istemeyenin inancı bizim yanımızda sözden öte bir şey ifade etmez. İslamın saadet döneminde yaşayan erdemli bazı şahsiyetler üzerinden demogoji yaparak onları adeta bir bilinmezlik iksirine dönüştürmekte hedonizme hizmetten öte bir şey değildir. Yeni bir süreç ve açılım için yeniden ahlak ve izzeti donanmayanlar, tarihin tozlu raflarında karanlık yüzler olarak yerini alacaktır. Wesselam Muhammed CAN 08 Eylül 2010 mcan@hotmail.de
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © Muhammed CAN, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |