Gerçek sanat, gizlenmesini bilen sanattır. -Anatole France |
|
||||||||||
|
"Ey iman edenler! Yahudileri ve Hıristiyanları dost edinmeyin. Zira onlar biribirinin dostudurlar. İçinizden onları dost tutunanlar, onlardandır. Şüphesiz Allah, zalimler topluluğuna yol göstermez " 5 /51 Can ve Aklın yaratıcısı olan Allah’ın adı ile Allah’ı tanıma ve ona tapınma olgusunun tarihi, insanlık tarihi ile özdeştir, şayet bölye olmasaydı ilk insan peygamberlikle görevlendirilmemiş olmalıydı ve bunun ötesinde, ilk insandan sonraki süre için de geçerli olan tek Tanrı’ya tapınmama hakkı bugün geçerliliğini korumuş olurdu! Buna göre: semavi dinlerin ilk muhatabı, yeryüzünde yaşamak için yaratılan ilk insandır. Ki, gerek Tevrat, gerek İncil ve gerekse Kur’an mesajlarında yeryüzündeki ilk insan Hz. Adem’le bilikte, tek Tanrıcılık ve onun öğretileri ekseninde hayatı devam ve ikame etme gerekliliğini belirleyen suhuflarla ilahi emirler doğrultusunda yaşanması gerekiri öğretmiştir. Ali Şeriati: ’’İnsan ve Tarih Felsefesi“nde şöyle bir açıklama getiriyor.’’ Adem’in oğulları’nın her ikisi de beşeridir; doğal birer beşer. Ama birbiriyle savaşmakta dırlar. Biri ötekini öldürür. Buradan başlar insanlık tarihi. Adem’in savaşı özde [türde] gerçekleşen zihinsel bir savaştır. Bu ikisininkiyse hayatta gerçekleşen özdeş savaştır. Dolayısıyla Habil ve Kabil öyküsü, ’’tarih felsefesin’’i, Adem’in öyküsüyse ’’insan felsefesi’’ni göstermektedir. Habil ile Kabil’in savaşı tarihteki iki karşıt cephenin savaşıdır, tarihin diyalektik esasına göre. Dolayısıyla, tarihin de insanınki gibi diyalektik bir hareketi vardır. Bu çelişki de Kabil’in, Habil’i öldürmesiyle başlar. Bundan sonra tarihin sürekli savaşı başlar. Tarih, baştanbaşa, katil Kabil kanadıyla, maktül Habil kanadı arasında, hakim kanatla mahkum kanat arasında olagelen savaşa sahnedir.“ İslam’ın değerli A’limlerin den, Ayetullah Muhammed taki caferi ise; ’’İslam ve Materyalizmin karşılaştırılması“ başlıkığı ile yaptığı söyleyişinde şöyle bir açıklamada bulunuyor: “Bir kimsenin Allahın bulunmadığına dair kesin kanıtı yoksa sessiz kalmalıdır. Çünkü hepimiz biliyoruz ki şimdiye kadar Allah’ın varlığını inkar etmeyi gerektirecek tek bir kanıt bile açıklanmamıştır. Şu tamamen açık bir konudur: Allah’ın olmadığını iddia eden kimse en büyük iddiayı ortaya atmış oluyor. Çünkü böyle bir iddiada bulunmak, iddia sahibinin ezelden ebediyyete kadar varlık aleminin tamamını gezip incelemiş olmasını ve Allah diye bir varlığı görmediğini gerektirmektedir.”(1) Teslis inancı taşımayan ve tek Tanrılı Hırıstıyanlardan olan Jean Jack Rousseau ise şöyle diyor: “Bütün işlere yarıyacak en iyi kanunları bulmak için, tüm insani şehvetleri görüpte kendisini kaybetmeyen, tabiatın tamamını tanıyıp da onlarla hiç bir ilişkisi olmayan, saadeti bizimle ilgili olmadığı halde bizim saadetimize yardım eden bir Akl-ı Küll gerkir. Bu Akl-ı küll zaman geçtikce ortaya çıkan övünçlerle yetinmeli, yani bir asırda hizmet sunup diğer asırda sonucunu alabilmeli. Bu söylenilenlere binaen sadece Tanrı halka gerektiği ve layık olduğu şekilde kanun getirebilir.” Günümüz İslam dünyasının önemli kesimi(halk kitlesi)nde „Öze dönüş“ döneminin azami hızıyla yöründesine doğru seyir ettiği, öze dönüşü sadece sözsel değil, siyasi, kültürel, içtimai, iktisadi ve hayatın diğer tüm sahalarında uygulama metodu ile yeniden ihya edildiği bilinmiyor değil. Ancak ’’katkıdan arınma süreci“ de diyebileceğimiz öze dönüş sürecinde bizi başka tehlikelerinde beklediğini, bu cümleden; dönüşün salt maddi yaklaşımla değerlendirilmemesi önemli olduğu kadar, ümmetin gerçeğe varma süreci ile peralelliği olan mevera netliğinide elden bırakmaması, bırakılmış ise ona olduğu gibi ulaşabilmesi görevi de olmazsa olmazı arasındadır. Modernleştirme eğilimi Geleneksel olanı, yeni olana tabi kılma tavrı. Yerleşik ve alışılmış olanı, yeni otraya çıkana uydurma eğilimi veya düşünce tarzı. Bir inanç sistemi ya da öğreti bütününü değişen koşullara uyarlama eğilimi ya da hareketi (ki; makalenin konusu ile ilinek’sel ve asli tema açısından üzerinde duracağımız, eleştirilerilere hedef olacağı...) Modernizmin Felsefe terimleri pradigmasında ki açılımı ise; Nesne ya da varlıktan değil de, özneden hareket etme, Tanrı’yı değilde, insanı merkeze alma, bilimlerdeki gelişmeyi temellendirmeye çalışma tavrının özelliği. Aydınlanma geleneğinin, ’’yani aklın ürünü olan rasyonel bilim anlayışı ve yönteminin her alana uygulanması tavrının netliği’’! (2) Buraya kadar yazılan ve önbilgi niteliğinde sayılan açıklamalardan amaç şudur: Düşmanı tanımadan, düşmanın felsefesi bakışı in¬celemeden, düşmanın kendi düşmanı hakkında ne düşündüğünü ve hakkında nasıl hüküm vermek isetiğini araştırmadan, görüş belirtmeyelim, Tabi şunu da hatırlatalım ki. Batının adına Modernizm dediği hayat nizamını, hatta dinini ve felsefesini tanı¬madan önce kendimize ait olan değerlerimizi iyi tanımalı ve onu özümsemeliyiz. Din, sadece dünyada insanın kemali, kur¬tuluşu ve hayat yolu değildir. İnsanın meveraya açılan yönüne en yüce ve en derin ihtiyaçlarını kusursuz karşılayan yegane ve mutlak mesajdır. Ancak, dini tanımak insanı tanıma ile de içiçedir. Din ve insanı tanıyacak olursak, bu ikilinin ayrılmaz bir olgu olduğunu kabul etmekten başka alternatifimizin olmadığını göreceğiz. Tarihi süreç içerisinde yüzler, binler öğretiler ve ekoller arasında, çeşitli ihtiyaçları olan ve adına insan denilen bu varlık için hangisinin daha ideal olduğunu ve ideal olana hakkını vermekten başka alternatifimizin olmadığını anlarız. „Dedi ki: Bu bende olan bir bilgi dolayısıyla bana verilmiştir…“28/78 Bati toplumunun manevi çıkmazlarını ve din olgusunda başarı olarak tanrıyı yeryüzünden göksel sürgüne göndermek, değilse kilisede gözaltına almak. Tanrının redettiği sınırsız materyalist çerçevede bireyin isteklerine izin veren taktiğidir. Modern çağın İslam dinini modernleştirme arzusunun derinliklerinde İslami toplumu anomi olarak görme hülyasından bakşa nasıl anlamalı? Acaba bu hülyanın getirisi insanın Tanrı adına ve tarafından atanmış ilahi insan eksenli dünyasındaki hayatında, insanın dalgalar arasındaki biricik sığınağı olan din teknesinden indirilerek acımasız dev dalagaların kucağına atmak değil mi? Ne var ki; bunu yaparken laik ideoloji akıntılarının sonsuza dek sahili olmayan deryasını kurtuluş adası olarak sunması ne kadar acı ve gülünçtür? Aklı inançtan ayıran aydınlanma çağının filozoflarına hayran kalan yeniyetme müslüman kırıntıları entellektüellerin, manevi babalarının özlem duyduğu modern dünya öncüleri! Gücünün zirvesinde ne Firavunluklar yaptıklarını nasılda görememzlik edebiliyorlar. Kendi başına buyruk bırakılan aklın sınır tanımazlığının zirvesi olan totaliterizm, Asya ve Afrika devletciklerinde diktatörlerin yaptıklarını öyleki Aparthaitizm’e kadar tırmandığını görmek için daha nasıl bir göze ihtiyaç duyulduğunu anlamak zor doğrusu. Diyalog tuzağı! „Yenim olsun ki (habibim!) sen ehl-i kitaba her türlü ayeti (mucizeyi) getirsen yine de onlar senin kıblene dönmezler. Sende onların kıblesine dönecek değilsin. Onlar da birbirinin kıblesine dönmezler. Sana gelen ilimden sonra eğer onların arzusuna uyacak olursan, işte o zaman sen hakkı çiğneyenlerden olursun.“ 2/145 Semavi dinler arasında doğru, geçerli ve bir o kadar da gerçekci diyaloğun ancak ilahi mesajların tahrife uğramamış versiyonu temel değerle (akide) baz alınarak semavi dinlerin asıl yetkilileri arasında yapılması( islam peygamberinin çeşitli ülke yöneticilerine gönderdiği Tevhid’e davet mektupları gibi) tartışılmaz bir gerçek olmakla birlikte, bu dinler adına bazı kişi ve kuruluşların diyalog etiketi islam’ın modernleştirilmesi! Misyonunu yüklendiği de başlı başına bir kaygı ve sorun. Medeniyetler arası ittifak arayışları şu anki aşamada muhal denilecek bir pozisyonda. Şöyle ki; İslam ümmetinin semavi dinlere inandıkları gibi diğer semavi dinlerin mensupları islam dinine inanmış değiller! Oysa İsa Mesih'in Havariliğini üstlendiğini iddia eden Vatikan Şovalyesi papa 16. Benedick’in, adının İncil’de Ahmed -a.s- olduğu bildirilen ve İsa Mesih tarafından müjdelenen, nezih İslam peygamberine karşı yaptığı küstah açıklamalardan çok net bir şekilde anlaşılmaktadır ki, diyalog düzmece ve aldatmacadan da öte İslam ümmetindeki vahdeti bölme girişimleri, İslami değerlerin başkalaştırılması ve başkalaşmış İslama tabi olan İslami kanaat önderlerine destek olmak, onları muhatap kabul ederek mü'minleri asimile operasyonudur. Rahatlıkla söylenmelidir ki, İslam adına Batı ile diyalog içerisinde olan Neo-diyalogcular, bilerek ve husumet güderek, Türkiyeli müslümanları seçmişler. Siyonizmin ve ABD ile AB İsalama karşı yenilgisi ve yeni geliştirilmek istenen oyunların temelinde bu sorunlarda yok değil. Buna bir de tamamen Siyonizme ve emperyalizme hizmet etme amacını güden post-modern misyonerlik kavramını eklediğimizde tablo daha bir netlik ve bir o kadar da büyüme kazanıyor.
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © Muhammed CAN, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |