"Denemeler"de gördüğüm şeyi Montaigne'de değil, kendimde buluyorum. -Pascal |
|
||||||||||
|
"Elleri kuruyasıca Abû-Leheb ve kendi, kurudu da. Malı da bir fayda vermedi ona, kazandığı da. Alev-alev yanan bir ateşe atılacaktır o da. Ve odun hamalı, karısı da. Hurma lifinden örülmüş bir ip de güzelim boynunda."( Çev. Abdülbaki Gölpınarlı) PROF SÜLEYMAN ATEŞ'İN YORUMU Tebbet Suresi hakkında Prof Süleyman Ateş şöyle diyor: "Hz. Peygamber (s.a.v.), kendisine yakın akrabâsını uyarma emri gelince Safâ Dağına çıkıp Kureyşin ileri gelenlerini çağırdı. Onları tevhide da'vet etti. İçlerinden amcası Ebûleheb: "Yuh sana, elin kurusun, bizi bunun için mi çağırdın?" deyip gelenleri dağıttı. Asıl adı Abdul Uzzâ olan bu adama, çabuk kızıp kızardığından dolayı "Ebûleheb: Alev Babası" lakabı verilmiştir. İslâmın baş düşmanlarından biriydi. Peygamber'e eziyet etmekten hoşlanırdı. Karısı Ümmü Cemil, topladığı dikenleri, Peygamber'in geçeceği yollara atardı. Bu yüzden bu kadına "Odun Hamalı" denmiştir. İşte bu sûre, Ebûleheb'le karısı hakkında inmiştir. Sûrede fevkalâde edebî bir uyum vardır: Öfkeden kızaran "alevli adam" ve onun alevini tutuşturan "odun hamalı karısı" alevli bir ateşe girmektedirler. Sûreyi okursanız kelimelerdeki "eb" harflerinden, odunların birbirine çarpmasından duyulan bir "tab, tab" sesi çıktığını duyarsınız. İşte bu, kelimelerdeki mûsikînin anlattığı konuya uygunluğu (aliterasyon) dur. Mûsikî, odunların toplanıp demetlenmesini canlandırmaktadır." (Kuranı Kerimin Yüce Meali, Prof Dr. Süleyman Ateş, Yeni Ufuklar Neşriyat, s: 418, 2.no.lu dipnot) Surenin Arapça okunuşu: Tebbet yedâ ebiylehebivve tebbe. Mâ ağnâ anhü mâalü-hüü ve mâ keseb. Se yaslâ nâran zâte leheb. Vemraetühü hammâaletel hatab. Fi ciydihâ hablüm mim mesed. Ben bu surede ne edebi bir uyum gördüm, ne de "tab tab" sesi duydum. Ancak, odunlar toplanıp demetlenirken birbirine çarpıp "tab tab" sesi çıkarıyorsa tüm bu suredeki anlatımı "sembolik" bir anlatım olarak yorumlayamayız. O halde, Ebu Leheb ve Ümmü Cemile dinsel anlamda cezalarını cehennemde hala, şu an, çekmekte olmalılar. PROF YAŞAR NURİ ÖZTÜRK'ÜN YORUMU "Kuran’daki İslam" kitabında Prof. Yaşar Nuri Öztürk, peygamberin amcası Ebu Leheb ve karısının "bazı davranışları" nedeniyle kendilerine bu sureyle "tanrısal bir plandan cevap" verildiğini belirtir: “Bu surenin inişine sebep, Hz Peygamberin azılı düşmanlarından biri olan amcası Ebu Leheb’in bazı davranışlarıdır. (...) Tebbet suresi Ebu Leheb ve karısının bu tavırlarına tanrısal bir plandan bir cevap olarak şöyle demektedir: “Yuh olsun Ebu Leheb'e elleri kurudu onun. Ne malı kurtardı onu ne de kazancı. Yakında karısıyla birlikte içine düşecektir bir alevli ateşin. Ve odun taşıyacaktır karısı boynunda fitillisinden bir ip olduğu halde.” (Kurandaki İslam, Prof. Dr. Yaşar Nuri Öztürk, 28.ci Baskı, Yeni Boyut, İstanbul 1997, s: 27-28) Güzel de Sn Öztürk, “tanrısal plandan” nasıl oluyor da “yuh olsun” diye bir "cevap" ya da "vahiy" gelir doğrusu anlayamıyorum. TDK sözlüğü “yuh” sözcüğünü argo olmasa bile “teklifsiz konuşma” yani senli benli, laubali konuşma kapsamına alıyor. Bu sözcüğün eşanlamlıları da "oha, çüş" gibi sözcüklerdir. Bu durumda tanrısal plandan bu tür kahve sohbetini andıran bayağı cevapların gelmesi mümkün mü? "Yuh olsun" yerine bari "yazıklar olsun" denemez miydi? DUA, BEDDUA VE ETİK Yani, demek ki, işin özü şu: Amca ile yenge, yeğenlerine kızıyor, yoluna diken serpiyor, taş atıyor, kötü davranıyor, toplantıya gelenleri kovuyor, buna karşılık yeğen de çok kızıyor ve Allah da bu akraba ilişkilerine müdahil avukat gibi bu sureyi mi indiriyor? Bu bana baştan sona yanlış, gülünç ve saçma geliyor. Neden? Efendi, eğer yengen yoluna diken serpiyorsa basmazsın, amcan taş atıyorsa sakınırsın, toplantıya gelenleri kovuyorsa bir dahaki toplantıya çağırmazsın. Bu kadar basit. Çünkü o takdirde eğer Muhammet'in her düşmanı için sure inseydi en başta Ebu Cehil için de bir sure iner, Kuran da herhalde binlerce sayfalık bir beddua kitabına dönüşürdü. Muhammet’e karşı ordu toplayıp savaşan Ebu Cehil çok daha büyük düşmanlık etmiş olmasına rağmen onun için inmiş bir “sure” var mıdır? Netice itibariyle, Fatiha suresi bir “dua” olduğu gibi Tebbet Suresi de bir bedduadır. “Bed” kötü, çirkin demek. Beddua da "kötü dua", "ilenç" anlamına geliyor. Allah birine dua eder mi? Hayır. İnsan Allah’a dua eder. Allah “beddua” eder mi? Hayır, Allah ne dua, ne de beddua eder, münezzehtir. Dua ve beddua insana özgü yakarma ve lanetleme şekilleri, söylemleridir. Üstelik “Ebu Leheb” lakabı da bu bedduanın Muhammet tarafından kızgınlıkla ve alaycı bir dille amcasına karşı söylenmiş olduğunu gösteriyor. Yoksa bu lakabı ona Allah mı koydu? O halde, bir insanın amcasına ve yengesine söylediği bir beddua (Ebu Leheb Suresi) Kuran’da ne arıyor? Bizim de okuyup Muhammet’in amcasına ve yengesine beddua etmemiz için mi kondu? Yoksa bir yanlışlık sonucunda mı Kuran'a dahil edildi? Yüzyıllarca önce ölmüş ve İslam inancına göre hala cehennemde yanmakta olan bu zavallı adam ve kadın için artık niye beddua edelim ki? Sonra niye bu bedduayı namaz kılarken tekrarlayıp duruyoruz? Adamın eli de kurumuş, alevli ateşe de odun hamalı olan karısıyla girmiş zaten ! Ebu Leheb için illa bir şey yapılması gerekiyorsa daha ziyade onun hidayete kavuşması, kurtuluşu için dua etmemiz daha doğru olmaz mı? Bir insanın babasına annesine beddua etmesi ahlak ve etik açısından ne kadar yanlışsa, amcasına, yengesine ve akrabalarına beddua etmesi bir o kadar yanlıştır. Şık değildir. Anaya babaya saygı, sevgi, atalara, büyüklere hürmet nerede kaldı? Herhalde eski Türk töresinde kaldı ve unutuldu ! Ebu Leheb'in yüzünün çabuk kızarması onun öfkeli mizaçta bir insan olduğunun göstergesidir. Böyle çabuk kızan insanlar aslında çok duygusal olurlar. Bir iki tatlı sözle öfkeleri hemen geçer. Muhammet'in beddua etmek yerine amca ve yengesine hoşgörü, sevgi ve sabır göstererek onları kazanmaya, bağışlamaya çalışması çok daha iyi bir örnek oluştururdu. İsa da Yahudiliğe karşıt görüşleri yüzünden çoğu kez fanatik halk tarafından “taşlanma” tehlikesi atlatmıştır. Ama buna rağmen o hiç bir zaman beddua etmemiş, Tanrı’dan da bir sure indirmesini beklememiştir; ancak, kendisine saldıranlardan saklanmış, kaçmış, öğrencilerinin uyarılarını dinlememiş, haç üzerinde ölürken bile kendisine kötülük edenlerin bağışlanması için dua etmiştir (Yuhanna 8:59, 11:8, 10:31; Luka 23:34). ODUN VE NÜKLEER FÜZYON Ümmü Cemile'nin boynundaki "ip" ile "odun" taşıması mitolojideki Sisyphe efsanesini anımsatıyor ve çeşitli soruları ve olasılıklar akla getiriyor. O halde soralım: İmdi, Cemile bu odunları nereye taşıyor? Eğer cehenneme taşıyorsa, bu kadının taşıdığı odunlarla mı cehennem ısınıyor ? Bir kadının taşıyabileceği yük en fazla 10-15 kilo olduğuna göre ve 50m2lik bir oda ise ancak 30kg odunla ısınabildiğine göre koskoca cehennem bu takdirde nasıl kaynayacak? Odunların dorseyler veya gemilerle taşınması gerekmez mi? Sonra bu kadın bu odunları nereden temin ediyor? Oduncudan mı, yoksa bizzat gidip ormandan ağaç mı kesiyor? Eğer öyleyse bu orman nerededir? Güneşin iç kor sıcaklığında hidrojen, helyum, nitrojen, neon gibi gazlar nükleer kaynaşmaya (füzyon) uğrar ve gaz atomları iyonlaşarak, "maddenin dördüncü hali" olan “plazma”ya dönüşür. Plazmatik füzyon sonucunda güneşin iç kor sıcaklığı 15.000.000 dereceye ulaşır. Peki bu durumda, 100 derecedeki kaynar suyun sıcaklığından 150.000 kere daha fazla olan bu kadar büyük bir sıcaklık kaynağı oluşturmuş olan Yaratıcının cehennemi ısıtmak için neden "odun" kullanmayı tercih ettiği sorusunu nasıl yanıtlayacağız? Yani cehennem Ümmü Cemile'nin taşıdığı odunlarla ısıtılacak, güneş plazmatik nükleer füzyon ile. Öyle mi? Bir başka sorun da cehennemde yanan tonlarca odun, taş ve bir sürü pişen etten, deriden çıkacak olan kül, duman ve gazların ne olacağıdır. Bu kadar odunun hangi ormandan, nereden, nasıl, neyle temin edileceği, nasıl stoklanacağı bir yana, bu yanma işlemi sonucunda oluşacak kül, duman ve zehirli gazların bertaraf edilebilmesi için çok iyi bir havalandırma ve arıtma sistemi olması gerekir. Çünkü et ve odun yandığında karbon monoksit, formaldehit, formik asit, metil alkol, asetik asit gibi yüksek derecede zehirli gazlar ve asitler ortaya çıkar. Bu durumda artık günümüzün modern insanını paganlıktan kalma odunla ısıtılan ilkel bir cehennem inancıyla korkutup kandırmaktan ziyade “kafan tabuta değince görürsün, mezara girince anlarsın, her can ölümü tadar” gibi yeni türetilen söylemlerle korkutmak daha şık olmaz mı? Her ne kadar bu yeni icat edilen söylemler biraz sado-mazo nitelikte olsalar da daha rasyonel gibi görünüyorlar !
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © Hulki Can Duru, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |