Özgür olduğunu bilmek fakat tadını asla alamamak… Bir kafesten daha geniş bir yerde yaşamak fakat dilediğince uçamamak ya da uçmamak… Başımıza gelen her şeyin sebebi biz miydik yoksa diğerleri ya da Tanrı mıydı? Kaderin ne kadarı gerçekti ne kadarı hayaldi? Peki, özgürlüğü kısıtlayan şeyler sadece bunlar mıydı? İşte en sevdiğim şey bu: Bilmemek. Asla bilemeyeceğimi bilmek ve belirsizliğin engebeli yolunda ilerlemek. Fakat bazen dayanılmaz oluyor bütün bunlar… Bazen o yolun üzerine oturmak ve öylece beklemek istiyorum. Hiç düşünmeden, konuşmadan yaşayıp, sessizce gitmek… Fakat kelimeler o kadar güçlü ki, konuşmayınca ya da konuşamayınca ellerime iletiyor beynim, ellerimde kalemime, kalemimse çaresiz, kâğıda… İşte böyle başladı bu macera, ben yazarım, okunsa da okunmasa da, beğenilme kaygısı gütmeden; özgürce. Evet, özgür olabildiğim tek alan burası ki burası da sınırlı. Bazen öle şeyler gelir ki aklınıza, bir türlü kâğıda dökemezsiniz. Elleriniz kilitlenir kalır. Bu kilitlenme noktasında düşündüğüm tek şey, insanların beni anlayabilip anlayamayacağıdır çünkü iyi bir anlatıcı değilimdir. Yine de yazmayı tercih ettim. ‘İnsan hep iyi olduğu şeyleri mi yapmak zorunda?’ sorusu aklıma düştüğünden ve bunun mantıklı olduğuna inandığımdan beri yazıyorum. Ben yazarım; anlatabilsem de anlatamasam da.