Herkes cennete gitmek ister ama kimse ölmek istemez. -Joe Louis |
|
||||||||||
|
Hayatımın kayda alındığı defter, sayfalarını tüketmeye devam ediyor, son sayfalara her geçen gün biraz daha yaklaşıyorum biliyorum ama şirazeyi yapışıp kaldığı sayfadan ayırmak, koparmak korkutuyor beni. Kopan şiraze ile birlikte dağılan bütün sayfaları bir araya getirememe endişesi sarıyor tüm benliğimi. Duvarda bir tablo asılı. Duvara çok yakışmış. Resimde bir ev var, bacası tütmüyor. Evlerin bacasının tütmesi, soğuk olduğu için yanan soba yüzünden mi acaba? Bence her mevsim o baca tütmeli, hem de evin içindeki sıcaklığı yansıtırcasına tütmeli. Tek katlı evin, çatısının kiremitleri kahverengi. Duvarın açık rengi ile büyük bir uyum sağlamış. Minik bahçesi çiçek ve ağaçlarla dolu. Küçük otlar rüzgârın şarkısına dans ederek eşlik ediyor gibiler. Ağaçlardan bir tanesi kiraz ağacı. Evin önünden geçen küçük nehir yolunu kaybetmiş sanki; sağa sola bakar gibi kıvrılarak yatağına doğru akıyor. Biraz ileride sevdiği ile buluşup yataklarına gidecekler. Evin arkası dağ. Dağın ardını görmek için aşmak gerekecek. Dağ dimdik, arka tarafa dair hiçbir ipucu vermeyecek kadar dimdik. Dağın tepesinde hiç erimeyecekmiş gibi duran kar demeti hayatın soğuk yüzünü hatırlatır gibi. Kiraz ağacına yuva yapan anne kuş, yavrusunu beslemek için yuvadan uçuyor. Yiyecek taşıyarak bu kadar zahmete katlanan kuş, neden kiraz yemezsin? Nimet önünde dururken neden uzaklarda arar durursun? Gökyüzünün maviliğinin görünmesini engelleyen servi ağacı yarenine ulaşmak için boynunu uzatıp duruyor. Evin önünden geçen yol küçük nehirle paralel uzayıp gidiyor. Yola şekil veren ayak izleri akıp giden nehir kıvrımları gibi. İnsanoğlu sağının solunun olduğunu kendine hatırlatır gibi bir o taraftan bir bu taraftan yürüyerek yola şekil vermiş. Yol dümdüz değil de kıvrılarak uzayıp gidiyor. İnsan gibi… Ressamlar ev resmi çizerken içini neden çizemezler? Duvarda asılı duran tablonun bulunduğu ev çok güzel, geniş, tertemiz. Benim evim... Ama bu ev bir süredir hiç ısınmıyor. Petekler ısı vermiyor. Çok soğuk. Başımı koyduğum yastık taş gibi. Güneş her sabah camı zorlarcasına içeri giriyor. Güneşten kaçan soğuk duvarlar ısınmamak için direniyor sanki. Yanımda bir çocuk gözleri simsiyah ışıl ışıl parlıyor. Karagözlüm… Gülümsüyor ama gözleri buğulu. Öncelik kim de acaba? Önce hangimizin gözlerinden yaşlar boşalacak? Yüzüne bakınca gülüşü gölgeleniyor. Çevirsem yüzümü, bakmasam, o buğulu gözleriyle karşılaşmasam. Gece sancı çekiyor sanki. Ay görünmüyor, benden saklanmış sanki. Ey ay! Geceye mi küstün yoksa bana mı? Neden gelmezsin? Gökyüzünün maviliği kırmızıya dönmüş. Gözlerim gibi. Bekçi az önce son kez düdüğünü çalarak görevi sabaha devredip gitti. Gece sabahı doğurmak için sancı çekiyor. Çektiği ağrı yüzünden kıpkırmızı olmuş. Ne zor bir doğum. Sabahı doğurmak ne zor... Bazen, “asla”, “mümkün değil” diye kendinize telkinlerde bulunduğunuz durumlarla bir anda karşı karşıya kalabiliyorsunuz. Bu bazen bir vurgun etkisi yapar, bazen inkâr edersiniz bazen hiç kabul etmek istemez hemen reddersiniz. Bazen isyan eder önünüze ne çıkarsa kırar geçersiniz. Bezen de susarsınız. Sadece susar ve beklersiniz. Masada soğuk bir yüz… Ona bakıyoruz, ama o burada değil. -Bak yeni bir hayat, adım atıp yol kat etmek ister gibi… İlk tekme vuruşu. Bak gördün mü? Baksana…- Bakmıyor, görmüyor, duymuyor, hissetmiyor. Aklı, ruhu, beyni başka yerde. Ne oldu diye sorsam? Duyacaklarıma hazır mıyım, kabul eder miyim? Kabul edilir mi? peki kim kabul eder? Sorulardan çok alınan cevaplardan kaçar insan. Duymamak, kabul etmemek için kaçar. Kaçmıyorum. Soruyorum. Meğer aşk kapıyı çalmış kapı açılmış, aşk içeri buyur edilmiş içeri gelmekle kalmamış yüreğin tam orta yerine oturmuş. Kalkmaya, gitmeye hiç niyeti yok. Ben papatya Koparma ne olur Atıp yere çiğneme Seviyor, sevmiyor diye. Sanki yüzünde gece çıkmayan ayın gölgesi var. Masadaki adam gülmüyor. Gözlerinde bulutlar geziniyor. Ağzına kilit vurmuş açmıyor. Karagözlüm şaşkın… Yürek çarpışım dilsiz, sesi çıkmıyor. Dağın tepesindeki kar demeti erimeye başlıyor. Soğuğu kemiklerime kadar işliyor. Kelimeler boğazımda dizili. Gücüm yetmiyor çıkarmaya, yutkunmak daha zor, yutkunamıyorum. Gökkuşağı sarkıt renklerini salkım salkım altından geçeyim. Koskoca okyanusu ikiye ayıran H.z Musa, asanı ödünç ver ne olur. Bir yılan gibi dün geceyi boğmak istiyorum. Ölüyü dirilten H.z İsa senin gibi ikinci bir şansım yok yeniden dünyaya gelmek için. Sevgiliyle konuşan melek, varayım sevgiliden güzel ahlakı öğreneyim. Bu ızdırab sabrı doğuracak elbet Acı ve sabır ile yoğrulan yüreğim parçalan dilediğince. Beyaz güvercin haber sal dört bir yana. Zaman içinde kaybolmuş gibiyim kanat çırpınışların bana yol göstersin. Esen azap yeli bahçemdeki bütün çiçekleri tarumar etti. Kiraz ağacı boynunu büktü. Bulutlar akıt bütün gözyaşlarını benim gibi. Bak bir ceylan kaçıyor korkarak. Bir kuğunun suya deyiyor ayakları. Anne kuş yavrusu için ağzında yine yiyecek getirdi. Yeni hayat ben buradayım der gibi ayaklarını hissettiriyor. Hadi tut elimi. Bahçıvan çiçeklerin etrafına çit çekiyor. Çekiç sesleri evin içindeki sessizliği bozuyor. İçeri girip soğuk yüzlü adamın yüreğine oturan peri çok güzelmiş, bana benziyormuş gözleri cennet gibiymiş. “Bu başka bir şey. Peşinden gidilecek kadar başka bir şey” diyor. Bir anda ağzının kilidini açıp yüzüme bakmadan sıralıyor, sıralanmayacak söylenmeyecek ne kadar söz varsa. Karagözlüm anlamıyor. Ben anlıyor muyum? Dünyaya gelmek için bekleyen yeni hayat sustu. Ayaklarını hissettirmekten vazgeçti. Küstün mü yeni hayat? Küsme… Sakın küsme. Soğuk yüzlü adam kapıyı ilk kez açık bıraktı ve gitti. Dönerse içeri girmek için mi? Peki, döner mi? Ne fark eder ki Kapanmayan o kapıyı ben yüreğimde kapadım. Üzerinden demir halkalar geçirip kilitledim. Güneşi söndürdüm o an içimde. Gözlerime bakınca göremeyeceksin kendini. Bu kapıdan sen değil asıl ben çıktım. Açık bıraktığın bütün kapıları kapadım. Dönsen bile giremeyeceksin. Girsen bile beni bulamayacaksın. Vücudumun her tarafına saplanan bıçakları tek tek çıkarıyorum. Gözümü bile kırpmıyorum. Su sesine karışıyor hıçkırıklarım. Okyanusun dev dalgaları kıyıya değil ayaklarıma vuruyor sanki. Ruhumu bedenimden ayırmak ister gibi parçalıyorum. Çaresizlik bir yangın gibi içimi kavuruyor. Sessizliğimi ıssız köşelere saklıyorum. Aynada gördüğüm yüz bana ait değil. Sırrı arıyorum. Sır nerede? Aynada mı? Yoksa bende mi? Damarlarımdaki bütün kan boşalmış gibi. Ferim kesilmiş, acizlik beynimi tırmalıyor. Hızla geçen bir arabada çalan bir türkünün sözleri duvarda yankılanıyor. “Neler ettin, neler ettin Sevdin ama neler ettin” Çölde suyu hasretle bekleyen kum tanesi, sabret vuslata az kaldı. Kendine bir yol bulup akan küçük dere, sen de yatağına varacaksın elbet. Patlamaya hazır volkan, patla ve sal ateşini, çıkar içinden bütün biriktirdiklerini, yak geçtiğin yerde ne varsa yak, yık ve geç, sonra bir okyanusta mola ver serinle ve soğut içini. Ardını göstermeye hazır mağrur dağ, başını öne eğme bu kadar, ardında ne olduğu artık umurumda değil. Çünkü ben artık kararımı verdim bunun adı aşk değil, bunun adı ihanet. Nuran…
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © Adsız, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |