Tarihten öğreniyoruz ki tarihten hiçbir şey öğrenmiyoruz. -Hegel |
|
||||||||||
|
Yazlıkçıların gelmesi ile sitemizde aşırı hareketlilik başlamıştı. Bunun yanı sıra, tek amacı dinlenmek ve yazın nimetlerinden faydalanmak olan insanlar 0-6 yaş çocuklarını özgür bırakmışlardı. Bu çocuklar şehrin stresinden uzak, başıboş bırakılmış küçükbaşlar gibi sitenin içini ve dışını tarumar ediyorlardı. Altını üstüne getiriyorlardı. Çiçekleri kopartıyorlar, bahçedeki muslukları açık bırakıyorlar, toprakla hamur yapıyorlar ve bu çamurları henüz yeni badana olmuş beyaz duvarlara rastgele sürüyorlardı. Şehirdeki alışkanlıkları onların erkenden kalkıyorlardı. Küçük afacanlar sitede avazları çıktığı kadar bağırmaktaydılar. Bir keresinde, onları ellerinde ağaç dalları ile bir kediyi kovalarken gördüm. Kedi çıldırmak üzereydi. En altta oturan komşumuzun kedisi Minnoş idi. Henüz sabahın 08.00 sularında kedinin ve çocukların sesi sitemizin bahçesini doldurmuştu. Sanki bu çocuklar şehirde yüklenmiş oldukları statik elektriklerini boşaltıyorlardı Eşime verilen yöneticilik ve onun üzerindeki dayanılmaz sorumluluk duyguları ağır basmıştı. Site sakinlerinin, ufaktan ufağa bize şikâyetleri baş göstermişti bile. ” Ne olur annem hasta bu çocukların gürültüsü artık çekilmiyor, uyku uyumak artık mümkün değil, sularımız boşuna akıyor, şu duvarların haline bakın, vb...” gibi sözcükler etkilerini gösterdi. Aileleri uyarmak için eşim ve ben çocukları suçüstü yakalayıp, ailelerine veya çocuklara uyarı yapacaktık. 35 derecenin üzerinde bunaltıcı sıcaklık beni ve ailemi eve bağlamıştı. Pamuğumuzun (köpeğimiz) hatırı olmasa “çiş saatlerini” de unutacaktım. Çişe çıkartma, görevinin bana düştüğü bir gündü. Pamuk ile birlikte merdivenleri ağır ağır inerken, apartmanın küçük teröristleri ellerine geçirdikleri içi su ile dolu pet şişelerle birbirlerini ıslatıyorlardı. Nerdeyse bende bir pet şişesinden nasibimi alacaktım ki, Pamuğumun sayesinde kurtuldum. Küçük afacan teröristler köpek korkusu ile çil yavrusu gibi dağılmaya başladılar. O anda gülmemi zor tutmuştum. Şikâyetleri anımsamamın etkisi yüzüme yayılmıştı. Nerden bilebilirdim ki? Vicdanı sızlatan gerçeği nasıl tahmin edebilirdim ki? Onları azarladım. Yüksek ses tonum boşlukta çınlamıştı. ”Sizin anneniz babanız yok mu? Yarabbim! Görmüyorlar mı sizi?” Sözcüklerim ile toplu bir suskunluk başlamıştı. Suçluluk duyguları ile öne eğilen minik başları bir görseydiniz. Nasıl da masumdular. Nasılda şirindiler. İnsanın içinden onları tek tek yakalayıp öpüp koklayası geçiyor. Hele içlerinde Can adlı beş yaşlarında sarışın bir çocuk nefes nefese, ”Teyze, ama benim annem babam yok ki” demesi ile hiç düşünmeden, ”O halde ninen vardır, değil mi?” diye sesimi yüksek çıkartmış ve azarlamıştım... O şirin, sarışın yüzü bir anda durgunlaşmıştı. Aynı anda ikinci kattan bir ses geldi. ”Can oğlum, çabuk eve gel bakayım” Bu ses çok yüksek ve otoriter çıkmıştı. Kızgın mı, yoksa alındı mı anlamış değildim. Sesin geldiği yöne bakarken... Aradan tam bir hafta geçti. Bizim teröristlerin ne yaramazlıkları ne de sesleri kesilmişti. Bu yetmiyormuş gibi sitenin dışına da taşkınlıklarını sürdürüyorlardı. Bir keresinde; bisikleti ile giden adamın ardından su tabancası ile su sıkmışlar ve bu taşkınlıkları adamın bisikletten düşürmüştü. Çocukların ailelerinden ise hiç “çıt” çıkmıyordu. Ailelerin bu kadar “duyarsız” oluşu bizi bir hayli kırılgan yapmıştı. Bir gün alt katta ki komşuma kitabını iadeye gittiğimde bizim küçük teröristleri gördüm yine. Bu kez alışılmışın dışında yaklaşmayı tercih ettim. Ellerinde ki iskambil destesini alıp onlara çocukluğumda oynadığım ve zevk aldığım bir oyunu gösterdim. Meraklı bakışlar suskun ve dikkatli idi. Aklım sıra bu oyunu oynarlarsa gürültüleri azalacaktı. Nerdeeee? Daha da fazlalaştı. “Sen aldın, ben almadım” kavgasını ardımda bırakıp komşuma gittim. Yetmiş yaşlarında olan komşumla bilgilerimizi paylaşmanın keyfini yaşar iken Can’ın anneannesi yanımıza yaklaştı. Genç bir nine idi. Oldukça bilgi dolu ve paylaşımcı kişiliği dikkatimi çekmişti. Yaşlı komşum bizi bir meyve sepetinde ellerimizi birleştir iken, çocukların arasında oyun oynayan torunundan gözlerini ayırmıyordu. Sırası gelmişken kırılgan bakışlarını aldırmadan, “Umarım geçen hafta bana kırılmamışınızdır hanımefendi?”dedim. Onun tepkisiz bakışlarını görünce devam ettim: “ Torununuzu zaman zaman diğer çocuklar ile kavgalarını önlemek için uyarıyorum. Biliyor musunuz, geçende birbirlerine taş atıyorlardı? Ya, kafalarına gözlerine gelseydi? Onlara bazen kızıyorum. “sizin anneniz babanız yok mu ?”diye. Lütfen alınmayın” dedim. Sözlerimi henüz bitirmiştim ki, hanımefendinin gözleri nemlenmişti. Merak sarmıştı beni! İstemeden onu kırdığımı düşündüm. Kısa bir susma sürecinde inceledim onu. Saçlarını bir firkete ile ensesinden yukarı doğru tutturmuştu. Kumral renge boyanmış saçların diplerinden beyazlar gözüküyordu. Küçük içe yumulu gözleri ıslanmış kirpikleri ile gölgelenmişti. Kahverengi, küçük çiçekleri olan şile bezinden askılı elbisesi ona çok yakışmıştı. Orta boyu ve balıketi görünümü yaşını belli etmiyordu. Yaşını tahmin etmeye çalıştım. Taş çatlasın, elli elli beş olabilirdi. Aniden içime akan bir duygu seli yüreğimi kabarttı. Gözyaşları etkilemişti beni! Yüreğim sızladı! Uzanıp eline dokundum, içtenlikle. O ise neden ağladığını anlatmaya çalışıyordu. Kim bilir, daha kaç kişiye anlatmaya çalışmıştı, hikayesini. Hangi anne, bu anlatılanlar karşısında duyarsız kalabilirdi ki? Hele ki, öğrendiğim gerçek karşısında... İçimde oluşan hüzün ırmakları,boğazıma doğru çağıl çağıl akmaya başladı. Sesi fısıldar gibi çıkmıştı. Bu sesin titremesine engel olmak için de sık sık yutkunuyor ve yavaş konuşuyordu. ” O gün torunumun, size ama benim babam yok ki demesi benim acımı bir kez daha arttırdı. Siz azarlayın. İzin veriyorum. Tabi ki kimseyi rahatsız etmesinler. Beni esas üzen hadise daha farklı, Can anne ve babasını bebekken kaybetmiştir. Ve onları hiç tanıyamadı. Size o gün gerçeği söylüyordu ve o gün Can’ımız benden ağlayarak ne istedi biliyor musunuz?” Burkulan yüreğim ve kanayan hüzünlerim pıhtı oluyordu içimde bir bir. Yutkunarak sordum: “Ne istedi?” Hanımefendi pınarlarından akmasını istemediği gözyaşlarını elinin tersi ile sildi. “Herkes bana, senin ANNEN ve BABAN yok mu diyor?” “ Bu da şimdi nerden çıktı oğlum?” diye sorduğumda, beni duygusal deviren bir soru sordu. Beni asıl yıkan o isteği idi.” Kadın bu sözleri adeta hıçkırarak söylemişti. Gözlerim nemlenmişti. Boğazım düğüm düğüm olmuştu. İçim kıyılarak usulca sordum. Sizden ne istedi? NİNECİĞİM, BANA NE ZAMAN BİR ANNE VE BABA GETİRECEKSİN? Emine pişiren/Akçay/2000
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © Emine Pişiren, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |