Tarih, hiçbir zaman orada bulunmamış kişiler tarafından anlatılan hiçbir zaman olmamış olaylarla dolu bir yalan. -Santayana |
|
||||||||||
|
Belirli devlet yapıları altında örgütlenmeden önce yaşayan topluluklar için de egemenlik ilişkileri söz konusu idi. ‘’insanlar bir arada yaşamaya başladıktan itibaren, aile hayatından toplumsal hayatın en üst düzeyini temsil eden devlet yapısına erişinceye kadar ve eriştikten sonra da, bulundukları her mevki ve ortamda bir egemenlik düzeni yaratmak heves ve mücadelesi içinde olmuşlar. Bu egemenlik önce, sahip oldukları, daha doğrusu öyle görünmeyi başardıkları, bazı farklı özellikler ve nitelikler sayesinde kendilerini tabiat üstü veya ilahi kuvvetler ile özdeşleştiren sınıf yani din adamları (ruhban sınıfı ) tarafından kurulmuştur. ‘’ Bülent Sözer’in Cogito güz 94 sayısında Laiklik ve Sekülarizm Hakkında Bazı Görüşler Ve Düşünceler başlıklı yazısında belirttiği gibi doğa üstü kavramlar kullanarak yaşadıkları topluluktan kendilerini farklılaştıran ve bunu yaşadıkları topluluğa dayatan ruhban sınıfı egemenliklerini kabul ettirmeyi başarmışlardır. Örneğin animist dinlerdeki şamanlar, büyücüler vb. yaşadıkları toplumdan saygı gören ve bir tür baskı oluşturan kişilerdi. Hıristiyanlık dönemindeki din adamlarının pozisyonları bunun kurumsallaştığını göstermektedir . Toplulukların devlet organizasyonuna dönüşmesinin belirli evrelerinde bu dinsel sınıflar belirli düzeylerde egemenliklerini korumuşlardır. Bunun yanında siyasi otorite ile karşı karşıya gelme durumlarında ciddi çatışmaların meydana geldiği de görülüyor. ‘Roma imparatorluğunun ilk dönemlerinde Paganism hakim olmasına rağmen imparatorluk geliştikçe, egemenlik alanı içindeki değişik toplulukları bir arada tutabilmek için din unsuruna başvurulmaya başlandığı ve biraz da Doğu felsefesinin etkisi altında kalınarak, Büyük İskender’e izafe edilen bir teorinin canlandırıldığı görüldü. Bu teori ‘hükümdarın kutsallaştırılması ve böylece tacın mihraba çıkarılarak sadakatin ibadete dönüştürülmesi ’ şeklinde tanımlanmaktadır.’ Bülent Sözer’in bu açıklamasına ek olarak Hıristiyanlığın gelişim süreci içinde kadın erkek arasındaki egemenlik ilişkilerindeki denge erkek egemen bir yapıya doğru değiştiği ve kadının Hıristiyanlıkla beraber cadılar bayramı ve benzeri kavramlarla aşağılandığı görülmekte güç kaybeden paganizm ile devletin birey üzerindeki egemenlik biçimi dönüşmesi yanında bireyin karşı cins birey üzerinde egemenlik kurduğu gözlemleniyor. Bu anlamda her egemenlik biçimi artı ve eksileriyle değerlendirilmeyi gerektiriyor. Osmanlı devlet biçiminde, din devleti yapısı gösteriyor; ‘Kayıtsız şartsız egemenlik Allah’ındır, padişah bu egemenliğin yeryüzündeki uygulayıcısıdır.’ Uzunçarşılı, İsmail Hakkı, Osmanlı Devletinin İlmiye Teşkilatı adlı eserinde belirttiği: ‘...devlet umur-u din üzerinde bina olunur ... devlet onun fer’i gibi kurulmuştur...’ şeyhülislam’ın bazı durumlarda padişah aleyhinde fetva verme yetkileri vardı. Her ne kadar Osmanlı sultanlarının yeri geldiğinde bu yapılarla mücadele içinde olması söz konusu olsa da, din egemenliği olgusu ağırlığını devlet yönetiminde gösteriyor. Doğa üzerindeki insan etkinliğine baktığımızda da egemen olma mücadelesini görüyoruz. Barış kültürü hakim olan topluluklarda doğaya egemen olma değil doğa içinde uyumlu yaşama kültürü geliştirme taraftarı olarak, doğanın yansıması olan insanın barışı egemen kıldığında doğaya dost olabileceğini düşünüyorum. Şu ana kadar yazdıklarım ve bundan sonra yazacaklarım fikir üretebilen birey olarak belirli grup ya da topluluklarda hakim olan kendini belirli kategorilere dahil eden dayatmacı zihniyetlerin varlığında bile düşünebilen bir insan olduğumu vurgulamak isterim. Türk toplumu emperyalizm’e karşı verdiği kurtuluş mücadelesi sonucu, Anadolu halkının önderi ve sözcüsü Mustafa Kemal Atatürk ‘Egemenlik kayıtsız şartsız milletindir’ demiştir. Egemenliği millet adına ancak meclisin kullanabileceği ve bunu hiç bir şekilde devredip bağışlayamayacağını yasal olarak garanti altına almıştır. Türk toplumundaki egemenlik ilişkilerinin böylesine bir dönüşümü evrimsel değil emperyalizme karşı verilen mücadelenin geliştirdiği devrimsel bir dönüşümdür ve temel ilkelerimiz arasına devrimcilik de girmiştir. Atatürk ilke ve devrimlerini anlayamayanlar arasında rastladığım bir tartışma var, bazıları şunu iddia edebiliyor. ‘Devrimci olan biri Kemalist olamaz, Kemalist olan biri de devrimci olamaz.’ Bu kısır tartışmalarla kendilerini avutanların dedeleri de bir zamanlar Atatürk üzerinde çirkin ithamlarda bulunuyorlar ve Emperyalizm’e karşı verilen mücadeleyi arkadan vuruyorlardı. Ama onların dedeleri de öyle bir devrimsel gelişmeye tanık oldu ki akılları hayalleri bile almadı ve hatta torunları bunu hala kavrayabilmiş değildir. Evet toplumumuzda barış kültürü hakimdir, her ne kadar savaşçı bir toplum olarak lanse edilse de toplumumuz mecbur kalmadıkça savaşa başvurmamaktadır. Her zaman son noktaya kadar sabretmesini bilmiştir. Ben bu duruma sabrına asker bir toplumuz diyorum. Tehlikeye düştüğü anlarda gerekli mücadeleyi verdiğini çok kez kanıtlamıştır. Peki kültür nedir ve barış kültürünü irdelememin nedeni nedir? TDK’nun kültür tanımı: Kültür; tarihsel toplumsal gelişme süreci içinde yaratılan bütün maddi ve manevi değerler ile bunları yaratmada , sonraki nesillere iletmede kullanılan, insanın doğal ve toplumsal çevresine egemenliğini gösteren araçların bütünü. Çağdaş kültür kavramının gerçek yaratıcısı olan Herder, kültürü, bir ulusun, bir halkın ya da bir topluluğun yaşam biçimi olarak tasarlamakla bu kavrama tarihsel boyutunu kazandırmıştır. Toplumumuzun barış kültürü talebini anlayamayan ve gerekli özeleştiriyi vererek kendini toplumsal olgular doğrultusunda yenileyemeyen liderler baki olamaz baki kalacak tek olgu barış kültürüdür ve ters kürek çekmek isteyenler eriyip gideceklerdir. Kendilerini barışçıl gösterip demokratik değerleri kullanarak bu değerlerin içini boşaltmak isteyen liderlerin gerçek yüzünü halk er geç görüyor. Türk toplumu Atatürk devrimleriyle geldiği noktayı muhafaza etme eğiliminde olduğunu gösteriyor. Buna karşı hakaret ve saldırıda bulunanlara cevaplarını belirli şekillerde veriyor. Bunun yansıması bugünkü koşullarda belirli saptırmalarla medya araç gereçleriyle ve iktidar olanaklarıyla gösterilmemeye, ve elden geldiğince tepkiler az gösterilmeye çalışılsa da Türk halkının gelişmeden yana olduğu ve gericiliğe karşı olduğu ayan beyan ortadadır. Kendilerini aydın diye lanse edip gerici saflarda Atatürk düşmanlığı yapanlara şu sözümü tekrarlamak istiyorum. Atatürk ilke ve devrimlerinin halkımıza verdiklerine bir şey eklemek istiyorsanız mevcut durum ortadadır buna bir tuğla da siz koyabiliyorsanız bağımsızlık yolunda bir gelişme göstermenin önünü açabiliyorsanız buyurun, eleştirinin yıkıcılığını değil yapıcılığını görelim. Asyagil üretim ilişkilerinin biçimlendirdiği sosyal yapıdan evrilip Cumhuriyet devrimlerinin getirdiği üretim yapısında gelişmiş sosyal yapıyı korumaya çalışan ve kazanımlarını –bu kazanımlar yeterli olmasa da ve daha ileri hedeflere taşınabilecek olsa da- geri vermeyeceğini gösteren bir topluma sahibiz. Bir avuç gerici, kazanmak için militanca davranarak toplumumuz değerlerine saldırarak geniş kitlelerin bir anlık tarafsızlaştırılması ve tepkisizleştirilmesi zaafını fırsat bilerek var olan değerlerimizi törpülemeye çalışmaktadır. Türk milletinin milliyetçiliği kafatasçı ve gerici değil, ilerici ve barışçıldır. Atatürk devrimleri süreci belirli müdahalelerle kesintiye uğratılmış olduğundan feodalizmi tasfiye edememiştir. Feodal ağalar kendi hükümleri altındaki kitlelerin hareketliliği ve uyanması tehlikesi sonucu geri çekilip, genel egemen gücü ön plana sürerken kendileri geriden kaçak güreşerek su yüzüne çıkarken ekonomik güç kazanmışlar ve toplumda çelişkiler oluşmasına sebep olmuşlardır ve halkın genel değerlerini yıpratmışlardır. Bu arada kendileri belirli çıkar ilişkileri oluşturarak yoksul halk üzerindeki egemenliklerinin evirilmesini sağlamaya çalışmaktadır. Halkımız, emperyalistlerin; halkçı, milliyetçi ve vatansever değerlerimize saldırısını gördüğünde gerekli tepkiyi vermeyi bilmiştir. Gelecek süreçte Bob ve benzeri projeleri gerçekleştirmek isteyenlere halkımızın vereceği cevabı görebilen halkın nabzını daha iyi tutabilen onu daha iyi anlayabilecek olanların önünde iki seçenek vardır.Ya daha ileri gitme yolunda halkla beraber olacaklar ya da halkın gerisinde kalarak kendi kısır çekişmelerinde boğulacaklar. Halkımız bir egemenlik biçimi olarak barışı istemekte bunu kendi diliyle açıkça aktarmaktadır. Halkı anlamak o kadar güç olmamalı. Mevcut dünya konjonktürü dayatmaları olsa da yurdumuzdaki tüm unsurlarla beraber ortak politikaları üretmenin ve beraber yaşama isteği doğrultusunda güç birliğiyle çalışmanın önü açılmıştır ve bunu başarmanın anahtarı bu yönde daha demokratik daha paylaşımcı daha çalışkan olmak olduğu gözler önündedir. Bu bağlamda şunu belirtmek yerinde olur. Bazı politikacıların da kullandığı çoğulculuk kelimesinin anlamı nedir? Server Tanilli’nin diliyle: ‘ buna göre, toplumda, hiç bir düşüncenin ayrıcalığı yoktur: Her düşünce özgürdür; özgürce açıklanır, özgürce örgütlenir. Ve her düşüncenin iktidara gelme hakkı vardır.’ Çoğulculuk ilkesinde Server Tanilli’nin önemli olduğunu vurguladığı noktaları aktarmak istiyorum:’ - Düşünceler, önce içerik bakımından özgürdür. Hiç bir düşüncenin özgürlüğüne sınır getirilemez. Düşünceleri yararlı yada zararlı, ılımlı yada aşırı, meşru yada meşru olmayan düşünce diye ayırmak yanlıştır; yanlış olduğu gibi, bu ayrımları sağlıklı olarak belirleyebilecek bir ölçüt de yoktur. örneğin grev hakkı yararlımıdır zararlımıdır? Emekçiler için yararlı, sermayeci için zararlı. O halde, düşüncelerin içeriği için hakem belirlenemez: düşünce düşüncedir; ve, içeriği ne olursa olsun, ‘insan etkinliğinin en soylusu’ olarak saygıya değer. Özellikle, bir demokraside, düşünce özgürlüğü, yalnız kurulu düzene ve anayasaya uygun düşünenlerin değil, ‘herkes’in hakkıdır... Her rejim gibi, demokratik rejimde, varlığına yöneltilecek tehlikeler karşısında kendini koruma hakkı vardır...’ bu tehlikeler ve tehlikelere karşı alınan anayasal önlemler Server Tanilli’nin kitabında belirtilmiş olup daha ayrıntılı incelemek isteyenler ‘Nasıl bir demokrasi istiyoruz’ isimli kitabını okuyabilirler. Server Tanilli’nin çoğulculuk ilkesinde önemli olduğunu söylediği ikinci nokta :’düşünceler özgürce açıklanmalıdır...düşüncelerin özgürce açıklanması, yalnız kişinin hakkı değildir de; toplumun da, kişilerin düşüncelerini serbestçe açıklamalarından göreceği bir yarar vardır; çünkü, bir kişinin açıklama özgürlüğü, başkalarının da öğrenme ve bilgilenme özgürlüklerinin kaynağıdır; düşünceleri açıklamanın kısıtlanması, bu kaynağı kurutur; sonunda serbest bir kamuoyu rejimi kurmak, bütün seçeneklerin tartışılmasını sağlamak ve en geniş anlamda yurttaşların yönetime katılmasını gerçekleştirmek savında olan demokrasi de zarar görür bundan...’ Bir ülkede seçimlerin uygulanması başlı başına yeterli bir demokrasi olduğu anlamına gelmez. Yeri geldiğinde bu seçimlerin hangi koşullarda ve seçmene neler dayatılarak bir uygulama içersine girildiği düşünce özgürlüğü bağlamında tartışmayı gerektiriyor. Bu değerli hukuk adamının kitabına başlık yaptığı ‘Nasıl bir demokrasi istiyoruz?’ sorusunu şu cevabı vererek desteklemek mümkün : Barışçı bir demokrasi istiyoruz. Ülkemizdeki seçmen genel olarak barışçıl mesajlar veren ve bunu hareketleriyle gösteren liderleri desteklerken üslubunu sertleştiren ve baskıcı bir tutum alan, diktatörlük girişiminde bulunan liderlere olan desteğini geri alabiliyor. Yazıma başlık olarak seçtiğim egemenlik ve barış kavramlarını işleme gerekliliği duymamdaki gayeyi okurların anlayacağını bekler ve yazımın genelinde herhangi bir siyasi görüşü gözetmeksizin halkımızın genel talepleri doğrultusunda ele almak istediğimin, okurlarca anlaşılmasını isterim. Biz toplum olarak barışı bir egemenlik biçimi olarak görmek istiyoruz. Hipoteze göre, insanın konuştuğu dil, içinde yaşadığı kültürden bağımsız olarak, düşüncesini etkilemekte. Yani diğer sözlerle dil yapısının çevreyi algılamada etkili olduğu söyleniyor. Hakaret içeren bir üslup kullanan liderler içinde yaşadıkları kültürden bağımsız ve onu yok sayan bir yapı sergileyebiliyorlar. Bu onların içinde yaşadıkları kültürü algılayamadıklarını gösteriyor. Popüler kültürün son zamanlarda başat ettiği bir kelime var fenomen. Nedir fenomen, Türkçe olarak; gerçek parçası diye aktarabiliriz. Popüler kültürün operasyonu olarak belirli kahramanlar yaratmasına karşılık benim halk kültürü cephesinde ortaya koymak istediğim fenomen bir başka değişle gerçek parçası: Barış. Bir egemenlik biçimi olarak barış. Doğayla zihinsel edimlerin betimlenmesi nesnelerin de betimlenmesini içerir. Ama bu nesnelerin varoldukları varsayılmaksızın yalnızca bir fenomen olarak betimlenir. Bir egemenlik biçimi olarak barış, bazılarının hiç de alışık olmadığınız bir kavram olarak görülebilir. Bu kavramı oluştururken zihinsel eylemlerinizi, bu eylemlerle ya da dünyadaki nesnelerin varoluşuyla ilgili kavram ve ön kabullerinizden bağımsız betimlemeye çalışmanız, egemenlik biçimi olarak barışı daha iyi anlamanıza yardımcı olacaktır.
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © Taner, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |