Dünya hayal gücünün tuvalinden başka birşey değildir. -Henri David Thoreau |
|
||||||||||
|
Tarım ‘’reform’ u adı altında, reform kelimesinin içeriğinden tamamen soyut tamamen kâr amacı taşıyan gıdanın insan hakkı mı yoksa tamamen satılacak bir meta mı olduğunun tartışıldığı o günlerden bu günlere gelindi. Beslenme ve yeterli gıda alma insan hakkı olduğu söylenirken dünya çapında yıllık 40 milyonlara varan sayıda insan açlıktan hayatını kaybetmektedir. Doğru bölüşüldüğü takdirde dünya gıda üretimi dünya nüfusu gereksiminin %15 fazlası iken bizim gibi tarım ülkelerinde üretim baltalanarak halklar açlıkla terbiye edilmek isteniyor. Diğer taraftan da kârlılık söylemleriyle insan üzerindeki etkilerinin ne olacağı belli olmayan genetik yöntemlerle gıda üretimi yoluna gidiliyor. Ülkemizdeki tarım nüfusu sistemli olarak geriletilerek nüfus şehirlere akıtılıyor. Metropollerdeki nüfus yoğunluğunun artması sonucu yeni sorunların gündeme gelmesi göze alınarak işsizlik oranını yükseltmek daha ucuza çalışacak iş gücünü yedeklemek. İkili ekonomide kent (güya) gelişirken, kır (köysel kesim) durgun, hatta kendi yeniden üretimini sağlayamaz duruma getirilmektedir. Çeşitlenen insan ihtiyaçlarıyla şehirlerdeki istihdam alanlarında değerlendirilme umutları köy kesimini tarlasını tapanını satarak şehre göç etmesi sonucunu getirmiştir. Bunun sonucunda şehirlerdeki sorunların artması kimsenin umurunda değildir. Kapkaç hırsızlık … gibi suçlara insanlar itilmektedir. Bizim de içinde olduğumuz doğu uygarlıklarının genel karakteri tarihsel devinime sadece kentsel kesimin katılmasıdır. Köysel kesim geri ve gelişme sorunu yaşayan bir teknolojik düzeyde ancak kendi basit yeniden üretimini sağlama çabaları yaşamaktadır. Cumhuriyet dönemi öncesi hanedanın tarımsal artı ürüne el koyması, Cumhuriyet tarihinden bu yana da, Cumhuriyet’in getirdiği kazanımlar 1950’li yıllardan sonra sistemli olarak alındıktan sonra, sermayenin köysel kesimde bağımsız ekonomik güç odaklarının türemesini engelleme çabaları başarılı olmuştur. Bu kolektif topluluk mülkiyeti ilişkileri temelinde gelişen sosyal yapı doğusuyla batısıyla güneyi kuzeyi ile köysel kesimin birey olma sorunları yaşaması. Devleti algılama biçimi açısından gelişememesi bazılarının deyimi ile feodalizm i tasfiye edememesi sonucunu getirmiş olup şeyhlerin ve ağaların oylarını devletin sandıklarına atan toplulukların yurt kaderini belirler konuma getirmiştir. Bu süreçte şehirler köyleşmiş, kentli akın akın gelen göç sonucu kent kurallarını yeni eklemlenen topluluklara anlatamaz onları eğitemez duruma gelmiştir. Sonuçta uygulanan tarım politikaları şehirleri doğrudan etkilese de şehirler ile köy arasında yaratılmaya çalışılan karşıtlık ile oy alma çabaları başarılı olmaktadır. Tarımsal KİT’lerin özelleştirilme ve tarımda yoğunlaşma (verilen kredilerle çiftçi borçlandırılıp mülkünü satma noktasında arazilerin belirli ellerde toplanma amacı güdülmektedir.) sürecinin hızlandırılma çabaları göstermektedir ki Türk tarımı küreselleşme yolunda neo liberal politikalara teslim edildi. Sermaye küreselleşirken emek serbest dolaşım hakkını kazanmamakta. Emperyalizm kurallarını işine geldiği gibi değiştirme hakkını kendisinde görebilmekte. Avrupa birliği ülkelerinde de emeğin yüce bir değer olarak elde ettiği kazanımlar, Sosyalist bloğun eritilmesi ile gerileme yoluna girmiş olup bugün çatırdamaktadır. Yeni çıkarılan iş yasalarına karşı da emek mücadeleleri gelişmeye başlamaktadır. Hayatını devam ettirme hakkı kesim ve zümre gözetmeden evrensel bir zeminde olduğu söylenirken ülkemizde tarım kesimini ortadan kaldırmak istenilirken ve buna göre politika üretilirken evrensel bir suç işlenmektedir. Ülkemizde hak arama hazmedilmemişken ve köylümüzün bilinç düzeyi durumun ciddiyetini henüz kavramamışken tarım kesimi büyük bir sefalete itilmektedir. Küreselleşme adı altında neo-liberal politikaların uluslar arası alanda az gelişmiş ülkelerin bağımsızlığını ayaklar altına alarak istediği kararları uluslar ötesi şirketler çıkarına ulusal devletlerin parlamentolarından çıkacak kararları belirler hale gelmiştir. Her şeyi kâr olarak gören insan unsurunu gözetmeksizin insanın doğasını yok etme gerekirse insanı yok etme cüretkarlığını göstermesi tamamıyla içimizdeki halk ve millet düşmanlarının suçudur. Küreselleşme başka devletlerin işlerine müdahalenin gizlice yürütülürken alenileştirilmesi ve bunun tüm dünya halklarına zorla kabul ettirilmesi sonuçta bir dünya suçu işlenmesidir. Bir taraftan emek yoğun mallar ihraç eden bizim gibi ülkeler aleyhine ticaret hadleri bozulmakta dünyanın fakir bölgelerinden zengin bölgelerine olan göçün engellenmesi emek piyasasının dünya ölçeğinde her şeyin serbestleştiği bir dönem olmasına rağmen sınırlandırılan tek alandır. 30 kasım 1999’da Siyetıl görüşmeleri protestolar sonucu kesintiye uğradı. Yunanistan’da çıkan iş yasasını protesto eylemleri dünya çapında ses getirdi. Yakın bir zamanda yakın komşumuzda çıkan olaylar göstermektedir ki Avrupa birliğinin bu en ayrıcalıklı ülkesinde insanlar mutsuzdur. İkibin sekiz yılında lüresel mali krizin çıkması bundan tüm ülkelerin etkilenmesi sonucu emperyalizm. bazı devletleştirmelere giderek gidişatın önünü açmaya çalışmaktadır. Lğiberalizm in şımartılması tüketimin tetiklenmesi doğanın ve insanların sorumsuzca sömürülmesinin de bir sınırı olduğu açıkça görüldü. Amerika sosyalizasyon politikası uygulamak zorunda kaldı. Bu arada ülkemizde 2000 yılı ndan itibaren nereden nereye gelindi. PWC (price waterhouse coopers)’in 2001 Davos’unda yayımladığı raporda yer alan sıralamaya göre dünya yolsuzluk şampiyonasında ülkemiz dördüncü ilan edildi. Aynı zamanda ülkemiz yolsuzluklarla ekonomisine en büyük zarar veren ülkelerden biri. Bizler halk olarak yolsuzluk nedeniyle %36 fazla vergi ödemek zorunda kalıyoruz. Var mıdır acaba yolsuzluğu bizim kadar içselleştirmiş bir halk. Yolsuzluk nedir? İlk bakışta gideceği yeri bilmeyen yolu yordamı olmayan anlamında bir kavram olarak beliriyor insanın kafasında. Ülkemizde parasını nereye harcayacağını bilmeyen bir kesim var ve doymak bilmeden, inatla lüks tüketim yaparak ekonomimizin dengesini bozmakta temel tüketim maddeleri tüketilemez duruma gelirken mutlu azınlığın doymak bilmeyen taleplerini karşılama uğruna ülkem felakete sürüklenmekte. Har vurulup harman savrulan, hortumlanan paralar yatırıma dönüştürülmüş olsaydı, yolsuzluk olmasaydı hakça bölüşüm olsaydı ülkemiz kendi kendine yetebilen dengeli bir kalkınma yaratabilirdi. Ama bağımlı hale gelmesini isteyenler devletin kurumlarını zarar etmesine çalışanlar hep aynı amaca hizmet ediyorlardı. Faizli paralara bizi mahkum edenlerin ve ülkemiz siyasetine, ekonomisine müdahale edenlerin kaynaklarımıza göz dikenlerin çıkarlarının ortadan kalkacağı durumda yeniden yapılanma mücadelesi verilmesi gerekliliği ortadadır. Doğanın verimsizce ve sorumsuzca kullanılması, alternatif kaynaklar olduğu halde tüm dışsallıklarıyla zararlı madde çeviriminin üretilmesi ile insanın yaşayamayacağı bir doğayı bırakıyor geleceğe. İnsanın insana ve insanın doğaya düşman olduğu dünyamızda kötülüğün kendini insanın ve doğanın yıkımı ile yenilemesi, bugün yerküreye egemen olan yeni dünya düzeni politikalarını tartışma ve eleştirmeyi gerektiriyor. Devlet teşekküllerinin işlemez kar edemez duruma geldiğini idia edenler. Devletin ekonomiden elini çekmesi, devletin küçülmesi lafını gezdirir dururlar. Çözüm devletin doğru çalışır duruma getirilmesidir. Peki bu noktalara nasıl gelindi? Düzlüğe çıkacağız diye yalanlarla nasıl kandırıldık? Günümüz insanları kendilerine kısa vadeli çıkarlar sunan küçük dünyaları dışındaki konularla hiç ilgilenmiyorlar. Günlük küçük çıkarları dışında yarınların ne getireceğini bilemedikleri yaşamlarında geçmişten ne aldıklarını ve geleceğe ne bırakacaklarını, iyiye mi yoksa kötüye mi gittikleri kaygılarını taşımıyorlar. Elbette ki toplumsal üretimi ile varolan insan seçme şansı olmayan mevcut üretim ilişkilerini yaşarken bu üretim ilişkilerinin dayattığı düşünce biçimlerini taşırlar. Dünyaya bugün hakim olan kapitalist üretim tarzının günümüz insanında yarattığı yabancılaşma çıkarcılığın üst boyutlara çıkması ve hatta bazı bireylerin kendi çıkarlarını ulusal çıkarların dahi üstünde tutabileceği kademeleri işgal etme hakkını kendinde bulması gösteriyor ki bu üretim tarzı iyiyi yada kötüyü üretebileceği alanın sınırlarına gelmiştir. Bugün insanı için en büyük zevk ve haz kaynağı, üretmeden tüketme, başkalarını kullanma çabalarıdır. Üretime dayanmayan ekonomi politikalar çöküntülerin ve mülkiyet yoğunlaşmalarının hızını artırmakta mülksüzleşen geniş kitleler ise zengin olma hayalleriyle çoğalmakta ve daha da mülksüzleşmektedir. Sosyal haklarını kaybeden temel fizyolojik ihtiyaçlarını dahi gidermekte zorlanan haklarının farkında olmayan fertlerden oluşmuş toplumlar insanın doğasında varolması gereken değerlerden uzaklaşmakta insanın emeğine yabancılaşması, insanın doğaya, insanın insana yabancılaşması ile insanın yok oluşuna giden açılımlar gidişatın ömrünü uzatma görevine sunulmaktadır. ... Bir gün zeytin bahçemde budama yapıyorum, komşu bahçenin sahibi geliyor yanında eşeği ile birlikte. Yağmur öncesi zeytinlere gübre atmak için hayvanın sırtına bir çuval yüklemiş, konuşkan bir tip ben sormadan anlatıyor havadan sudan konuşuyor. Hayvana bakamadığını o nedenle tek tek getirdiğini söylüyor gübre çuvallarını. Gübrenin iki misli fiyat arttığını zeytinini para etmediğini … söylüyor da söylüyor. Ben çok rutin konulardan sıkıldığım için sosyal güvenlik yasa tasarısından bahsetmeye başladım. Gübrenin niye fiyatlandığını zeytinin bizden ucuz alınıp tüketiciye katlayıp satıldığını bu nedenli yeterli tüketim olmadığını anlattım. İlk fırsatta ben bu konulardan anlamam dedi bana. Onu direkt ilgilendiren somut örnekler vererek bankadan aldığı krediyi niye ödeyemediğini anlattım biraz anlar gibi oldu. Sosyal güvenlik yasasının kendisini ilgilendirmediğini söyledi. Kendisinin hiçbir sosyal güvencesi olmadığını bu tür yasaların onun durumundaki insanları da etkilediğini anlatmaya çalışırken o an ilginç bir şey oldu. Affedersiniz, vatandaşın eşeği anırmaya başladı. Hemen aklıma geliverdi. Ya dedim Gürol abi bir gün şu hayvancağız geçse karşına dese ki sen beni senelerden beri kullanıyorsun benim sırtıma yükleri yüklüyorsun artık sana çalışmıyorum dese ne yaparsın? O ne bilsin hakkını falan aramayı o bir eşek dedi. Bu cevabı birkaç dakika önceden görmüştüm adeta ve tabii ki cevabım da hazırdı. Evet sayın ağabeyciğim eğer o eşekten bir farkın olduğunu iddia ediyorsan hakkını aramayı öğrenecek başkaları tarafından kullanılmamayı öğreneceksin. … Ulusal devletlerdeki geniş halk kitleleri kısa vadeli çıkarların açmazında,yöneticilerin çok iyi görebildiği halde kendilerinin ve devletlerinin önünü göremeden, ayılmadan oyalanıp durmakta. Gelecekte karşılaşabileceği olası sorunlara karşı önlem alabilmek ve devlet varlığını sürdürebilmek için toplumların gelişkin olması gerekir. Toplumun gelişkin olması demek onu oluşturan bireylerin gelişkin olması demektir. Gelişmiş bireyler oluşturdukları toplumu yetenekleri doğrultusunda en verimli biçimde destekler ve böyle bir toplum gelecekte ileri düzeyde bireyler üretir yani geleceğini garanti altına alır. Temel ihtiyaçları bile karşılanamayan fertlerden oluşan toplumlarda bu fertlerden toplumsal yarar beklemek hayalcilik bence. Zor olsa da doğru olanı savunmak, güçlü olandan yana kolaycılığa kaçan toplumumuzda doğruları bulmak, hataları görüp eleştirmek elbette ki belirli bir olgunluğu gerektiriyor. Bir ulusun ekonomik olarak çökertilmesi amaçlanıyorsa alt yapıdaki bu oynamanın sebebi üstyapıyı biçimlendirme amacında olduklarının göstergesi idi. Bizi ekonomik olarak bağımlı kılma amaçlarının açık olarak görüldüğü günlerde böyle bir akıl yürütmeye gidilmediği için bugün ulusalcılığın suç olduğu konusu gündeme gelecek kadar ileri gidilmiştir. Bu günlere gelinmeden ülkemizin çok değerli aydınları niye bir önlem alma ve önemli konuları halka anlatma gereği duymadılar. Kültür, bir ulusun ‘’devlet yaşamında, siyasal, sosyal, düşünsel ve ekonomik yaşamda elde edebildiği ‘’ kazanımların toplamı olduğuna göre. Hedeflenen bir kültürü ortadan kaldırmaktır. Çünkü sizin biçimlendirdiğiniz herhangi bir şey başkalaşmış ise bu öncelini ortadan kaldırdığınız anlamına gelir. Evet doğada değişim esastır ama bir kültür üzerinde meydana gelecek değişimler ancak kendi iç dinamikleri ile ve evrimsel bir süreç halinde olmalıdır. Ulusal kültür, evrensel kültürün bir uzantısıdır. Ulusal kültürün önem taşıması için onun ‘’evrensel değerlerle , özgür düşüncelerle zenginleştirilmesi ‘’ ve güçlendirilmesi gereklidir. Konu hayli dağılmış gibi görünse de içerik olarak çok derin ilintilere sahiptir. Konuyu demokrasinin kuramcılarından J.J. Rousseau’nun sözleri ile toparlamak yerinde olur sanırım. ‘’ Demokrasi ancak erdem ve ahlak sahibi insanlarca uygulanabilir. Aynı çağda Montesquieu’de despotizmin korku ve baskıya, monarşinin ün ve onura, demokrasinin ise erdeme dayandığını belirtmiştir. Cumhuriyet bir devlet biçimi, demokrasi ise bir yaşam biçimidir. Kültür, bir ulusun ‘’devlet yaşamında, siyasal, sosyal, düşünsel ve ekonomik yaşamda elde edebildiği ‘’ kazanımların toplamıdır. Ulusal kültür, evrensel kültürün bir uzantısıdır. Ulusal kültürün önem taşıması için onun ‘’evrensel değerlerle , özgür düşüncelerle zenginleştirilmesi ‘’ ve güçlendirilmesi gereklidir. Köklü değişim toplumsal örgütten önce zihinlerde gerçekleşmesi gerekir.
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © Taner, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |