Bir insan bir kaplanı öldürmek istediğinde buna spor diyor, kaplan onu öldürmek istediğinde buna vahşet diyor. -Bernard Shaw |
|
||||||||||
|
'Bu parmağına takmanı istiyorum yüzüğü çünkü bu parmak bağlamıştı bizi birbirimize' derken haylaz bir çocuk edasıyla gülümsüyor ve ellerimin üstünü cimdikliyordun.'Yalan söyledin,orada inmeyecektin bunu biliyordum ama korkusuzca kaybolmak istedim cennetinde.Çünkü durağa çok kısa bir mesafe kala ineceğimi söyledim,söylemesem zaten senin onu söylemeye vaktin kalmayacak o durakta inemeyecektin,öyle değil mi? 'Haklıydı; bu sefer sıra benim o düşsel hikayemdeydi.Ellerini çenesine yaslamış gözlerimdeki bahçede kaybolurken bense kanat çırpıyordum onun yüreğinde.Üniversiteden yeni mezun olmuş hayat denilen boşluğun bir yanına tutunabilme çabasıyla mülakata çağırıldığım iş başvurusundan dönüyordum.Vaktim epeyce olduğundan Kadıköy'e yürüyüp iskeleden denizi ve martıları izleyip üstümdeki stresi hafifletmeye ve bu yürüyüşte mülakatın değerlendirmesini yapmaya karar vermiştim.Bir süre dalgın dalgın yürüdükten sonra önüme gelen ilk trafik lambalarının önünde durup yeşil ışığın yanmasını bekledim.Yeşil ışık yandığında yola henüz adımımı atmıştım ki sarı bir dolmuş ışığa aldırmadan geçmiş ve korkuyla irkilmeme sebep olmuştu.Başımı kaldırıp tekrar ışığa bakmıştım,yeşil yanıyordu doğru görmüştüm fakat insanların hayata kızgınlıklarını hayattan çıkarmak yerine neden diğer insanları yok sayıp kızgınlıklarını insanlara yüklemeye çalıştıklarına hala anlam verememiştim.Yolun karşısına geçtim,tam olarak nerede olduğumu anlamak için tabelaları incelerken dolmuş durağına takıldı gözlerim.Birden içinde bulunduğum arayış sona ermiş durakta gördüğüm kanat çırpamayacak kadar yorgun duran o meleğe takılmıştı gözlerim.O melek sendin,birşeyler yapmalıydım,yanına gelip bir iki kelime birşeyler söylesem her önüne gelene laf atan,kendini beğenmiş insanlar konumuna düşecektim ama birşeyler yapmalıydım.Bir meleğin sesinin kulaklarımdan yüreğime doğru inişini ve o inişte ruhumdaki derinliği daha da fazla hissetmeliydim.Elimdeki en büyük koz,Kadıköy dolmuşlarının on beş dakikada bir geldikleri ve yolun tek yönlü oluşuydu.Koşar adımlarla beklediğin durağın bir üst durağına doğru ilerlerken bir yandan da inşallah ben durağa varmadan boş bir dolmuş geçmez diye dua ediyordum.Çünkü bir meleğin sesinin kulaklarımdan yüreğime doğru inişini ve o inişte ruhumdaki derinliği daha da fazla hissetmek istiyordum.Durağa geleli henüz iki dakika olmuştu ki ilk dolmuş durağa yanaştı fakat içerisinde sadece bir kişilik boş yer vardı.Binmesem bir ileriki durakta sen binecektin ve ben o yorgun meleğin sesinin içimdeki derinlikte çınlayışını hissedemeyecektim.Dolmuşa bindim,iki-üç dakikalık vaktim vardı.Eğer başaramazsam bir camın ardından sade ve sadece üç-dört saniye seni görebilecek içimdeki devrimi bir başka bahara erteleyecektim.Yanımda oturan orta yaşlardaki beyin parmağındaki yüzük yeni bir kapı açmıştı beynime.Hemen o beyle konuşmaya başladım ve ileriki durakta elinde poşetlerle bekleyen kişinin nişanlım olduğunu,annesinin biraz sonra kalp ameliyatına alınacağını,acil olarak Kadıköy'deki bir hastaneye ameliyat malzemesi götürmemiz gerektiğini,kendisininse nişanlıma yerini verip veremeyeceğini sordum.Hiç tereddüt etmedi; gülümseyerek'Biliyor musun eşimi geçen sene bir kazada kaybettim ve bu trafik yüzünden kendisini son kez görmeye bile yetişemedim,tabiki ne demek memnuniyetle' dedi.İçimden bir şimşek nehrin tam ortasına düştü ve o nehirde yüzdüm,kahrolası azgın suları kan kokan o nehirde...Bir meleğin sesini yüreğimin en derinlerinde hissetmek isterken yalan söyledim ve ben o yalanla ortasına şimşek düşen,azgın suları kan kokan nehrin en derinlerine hapsedildim.Dolmuş durağa yanaştı,kapı açılmadan o beye tekrar teşekkür ettim ve niye o dolmuşta olduğumu unuttuğum anda yanıma oturuşunla irkildim.Tam ortasına şimşek düşen o azgın nehri durdurmalıydım yoksa içimdeki o sese yenilip ilk durakta inecektim.Poşetlerini bırakacak uygun bir yer aradığını gördüğümde hiç düşünmeden elimi uzatıp yardım etmeye yeltendim ve sen de bu yardım talebimi geri çevirmedin.Gözlerin hafif bir tebessümle gözlerime değdi ve kanat çırptığımı hissettim yüreğinde.'Teşekkür ederim deyişinle sesin kulaklarımdan aşağı inerken ruhumdaki derinliğin en sonuna ulaşmıştım.Gözlerimi ayırmadan taa ki o ana kadar seni izledim.Durağa beş-on metre kala ineceğini söylediğinde ne yapacağımı bilemedim.Son kez bakmak istedim gözlerine ve 'Siz inin ben poşetlerinizi uzatırım hanımefendi' dedim.Topu topu otuz-kırk dakika önce hayata kızgınlıklarını hayata değil de insanlara yansıtıyorlar diye düşündüğüm bir dolmuş şoförünün sana kızması belki de hayatın içime biriktirdiği tüm enkazı alıp gitmişti.Sen bu parmağına tak yüzüğü diyorsun bense dolmuş şoförlerini her gördüğümde gülümsüyorum ama o yerini rica ettiğim beyle birlikte boğulduğum,o şimşek çakan kahrolası nehri unutamıyorum. Daha da sıkı sarıldı parmakların parmaklarıma ve bir meleğin dudaklarından düştü seni seviyorum cümlesi.Oyun oynarken topu masamızın yanına gelen o ufak çocuk ve o ufak çocuğun başını okşayışın; yan masada oturan o cennete birlikte girmiş ailenin en kutsal meyvesi.Gülümseyip adını sordun,şefkatle aldın kucağına.Sen onu kucağına aldın gönlümün yollarına düştü çocukluğum.On beş gün kaldı düğünümüze topu topu on beş günve sen içine dolup dolup taşan o sevinçle yerinde duramıyor,bir çocuğu kucağına alırken o çocuğun hayallerinde kayboluyordun.Ayağa kalktın; ilerideki büfeden o çocuğa çikolata alıp biraz daha mutlu etmek istedin.Yüzümde bir tebessümle ufak bir çocuğun elinden tutan o meleğin gidişini izledim.Henüz büfeye ulaşmıştın ki birden alev kusmaya başladı gökyüzü.Gökten bir alev düştü ortalık çığlık çığlık ve sana yetiştiğimde çok geçti,kucağında ölmüştü çocukluğum.Kanatları kana bulanmış o kuş uçamıyordu artık yüreğinde.Hemen peşine bir alev daha düştü gökyüzünden,kan oturmuş gözlerine bakarken yığıldım olduğum yere ve kayboldun cennetim dediğin gözlerimin bahçelerinde.Sen kayboldun içimden lapa lapa kar...Ne kadar zaman geçti bilmiyordum,gözlerimi açtım gökyüzünde derin bir sis ve etrafta onlarca insan.Elimi kalbine götürdüm atmıyordu artık yüreğin.Kucağında ölürken çocukluğum göç mevsimini kaçırmış o kuş donup kalmıştı,kanat çırpmıyordu artık göğsünün içinde. Oysa sadece on beş gün kalmıştı düğünümüze,Gizli bir el,terörist bir fikir sisten bir perde çekerken gökyüzüne son kez gördüm kucağında çocukluğumu.Seni alev kusan o gökyüzüne teslim edip,o kahrolası azgın suların en derinine girdiğimde anladım:yeryüzünde kapanmaz yaralar bırakanlar olduğu sürece sevenlere bir hayallik boşluk kalmayacak sevgili...
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © Kerem Yüce, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |