Bir mektup bekliyordum,bıkmadan usanmadan yazdığım onca mektup karşılığında tek kelimelik bir mektup.Oysa ne çok zarf almıştım ne çok kalem;bitmek tükenmek bilmeyen bir sevdayı yazabilmek için.Sayfalar dolusu yazmıştım,tam on iki sayfaya sığdırmıştım adını onikinci mektubumda.Her gözgöze geldiğimde bıyık altından gülüyordu posta kutusu.Yüzüncü mektuptan sonra kesmiştim umudumu,anlıyordum artık beni unuttuğunu,umursamadan geçiyordum posta kutusunun yanından hızlı adımlarla.Buğulu camların ardından geceyle yüzleşip derin ahların gölgesinde iç çekiyordum gizli gizli.
Bir sabah işe gitmek üzere çıktım evden ve gözgöze geldim kapının önünde postacıyla bir mektup uzattı hasretimi azad ettim o an beyaz zarfın şahitliğinde.Titriyordu ellerim;üstünde adını görünce tuzlu damlalar yakmaya başlamıştı yanaklarımı ve süzüldü zarfın üstüne,heyecanla hemen açtım zarfı.Nasıl da bilmişti gözyaşlarım düşeceği yeri çünkü ölüm gelmişti bir mektupla,heyecanla açtığım kendi mezarımdı oysa.Çöküp kalmıştım merdiven basamaklarına,tek bir kart çıkmıştı zarftan yüz mektup karşılığında.Adının yanında tanımadığım bir isim ve ortak bir dilek:''Bu mutlu günümüzde sizleri de aramızda görmekten mutluluk duyarız''.Yavaş yavaş düşerken başım,gözlerim bu dileğin altındaki tarihe takılıyordu on iki şubatla başlayıp devam eden o tarihe.Ne kadar hazin bir sondu benim için.Seni ilk tanıdığım ve bizim için ölümsüz olan bir günde beyazlar giyinip yürüyorduk tüm sevdiklerimizin içinde.Tek farkımız sen el bense omuzlar üstünde yol alıyordum kalabalığın gölgesinde.Üzerinde gelinliğinle attığın her adımda,kefenimin içinde taşınıyordum sevdiklerim tarafından adım adım mezarıma.Sana takılar takılırken,bana kürek kürek toprak takılıyordu.
Yarım kalan sigaramın dumanında son bir mektup yazdım sana;o cok beklediğim bir türlü gelmeyen tek kelimelik mektubun aynısından ama ne adresi ne de pulu yoktu bu mektubun.Çünkü bu mektup on iki şubatta doğup on iki şubatta can veren sevdanın elvedayla başlayıp üç noktayla son bulan tek kelimelik vasiyetiydi...