Ağlamak da bir zevktir. -Ovidius |
|
||||||||||
|
Güneş tutulması. Günler öncesinden tüm ajansların haber verdiği, tek gündem konusu. Önce bu heyecanı biraz abartılı buldum. Daha sonra tekrar düşününce yanıldığımı kabul ettim. Benim heyecan duymamam ender rastlanan Güneş tutulması türlerinden olan bu doğa olayını önemsiz kılamazdı. Bütün medyanın ilgilendiği 11 ağustos Güneş tutulmasıydı, sokakta bile herkes bunu konuşur olmuştu. İnsanların aralarındaki konuşmalara kulak misafiri olup kendimce bir sonuç çıkarmamak olmazdı tabi ki. Bilgi sahibi olmak insanı rahatlatır, kendine güven duymasını sağlarmış. Böylece, heyecan duymamamın sebebini bu doğa olayının teoride açıklamasını yapabilmemde bulmuş oldum. Kendi kendime "ne kadar sıkıcısın sen" diye söylenmiştim. Aslında bir çok kişi gibi bu harikulade olayın etkisiyle merak etmek, heyecan duymak hatta biraz da korkmak arzusuydu beni bu düşünce anaforuna sürükleyen. Günler birbiri ardından gelip geçtiler ve ben sonunda bu büyük olaya kendimi hazırlamaya karar verdim. Evden ayrılmaya karar verip tek başıma tuttuğum eve iki parçadan oluşan bir dolap getirmişti annem. O gün bu gün, gittiğim her yere peşimden getirdim onu, işlevselliğinden çok annemin hatırı vardı. Dolabın çekmecelerini karıştırdım, buralarda bir yerde siyah beyaz, banyo edilmiş filmler olduğundan emindim. Yanılmamışım. Aklıma bir fikir gelmiş asıl heyecanı şimdi duyuyordum. Bana bu fikri veren, eve her dönüşümde bahçe kapısının yanında rastladığım komşu çocuklarıydı. Biraz karton kağıdı, zımba ve delgeç, biraz da lastik ve malzemem hazırdı bile! Emre, Yusuf, Can ve Erdem'e Güneş tutulmasını seyredebilecekleri birer gözlük yapmaya karar vermiştim! İşim bittiğinde pencereden dışarıya baktım, tahmin ettiğim gibi çocuklar hala oyun oynamaktaydılar. Yusuf'a seslendim, en büyükleri oydu. Kapıyı çalmasına fırsat vermeden açmış oldum. Nefes nefese kalmış, gözlerinden merak okunmaktaydı. Merdivenlerden gelen sese döndüm, tam tahmin ettiğim gibi; diğerleri de Yusuf'un peşinden gelmişlerdi bile. Kendimi tutamadım, güldüm. Bu manzaranın bana armağanı hoş bir duyguydu ve ben bunun farkında olduğum için çok şanslı olduğumu düşündüm. Farkına vardığım başka bir şey ise elimi çabuk tutup bu faslı bitirmem gerektiği fısıldıyordu. Ağlayacağımdan korkmuştum... Sebepsiz, kim bilir belki de sebebi çok derinde saklı... Boğazımı zamansız bir gıcıktan temizlermiş gibi öksürdüm; "Çocuklar, yarın Güneş tutulması olacakmış, biliyor muydunuz?" diye sordum. Hepsi bir ağızdan, e'leri uzatarak; "eveeet..." diye sorumu cevapladılar. "Peki gökyüzünü seyredecek misiniz?" Yine koro halinde bir "eveeet" geldi. Siyah beyaz, banyo edilmiş filmlerden, karton ve bir parça lastiğin yardımıyla yaptığım gözlükleri çocuklara dağıtıp Güneş tutulması sırasında kullanmalarını tembih ederken beni dikkatle dinlemeleri hoşuma gitmişti. Artık sıra büyük günü beklemeye gelmişti, yani yarın... Kapıya yaslanıp çocukların ayak sesleri uzaklaşana kadar bekledim. Birden fark ettim; eşikteydim, ne içeride ne de dışarıda... Beyin hücrelerimin bedenimi felç edebilecek gücünü hissettim birden. Kilitlenip kalmıştım, ne içeriye ne de dışarıya doğru adım atabildim. Seçim yapmak zorundaymışım sanki ve iki seçeneğim vardı. Farkındaydım, bir oyundu bu, benim bana oynadığım... İçimden dışıma çıkıp çaresizliğimi seyretmek oyunu... Nefes alışımı bile hissedemez, duyamaz olmuştum. Peki neden gözkapaklarım ağrıyor?.. Neden başımdan aşağıya buzdan nehirler dökülüyor? Neden?.. Ayaklarım kurşun ağırlığında. Zamansız düşünceler, birbirini kaybetmiş kelimelerin buluşması gibi ansızın geldikleri gibi giderler... Dokunmadan bana, dokunmadan içime, yüreğimi acıtmadan, gelip giderler. Bakakalırım; gülümsemeden, üzülmeden, sormadan sorularımı, sadece bakakalırım ardlarından... Gece yeryüzüne serildi, üzerimi örttü yavaşça, teslim oldum gelişine... Gözlerim, ellerim, bedenim gecenin içinde eriyip dağıldı. Karıştım karanlığın içine, beklemek için sabahı. Uyanmak için değil, uyandığım için beklemem lazım... Bedenim değil, yüreğim beklemeli... Bütün şehir uykuda. Saklamış yaralarını, hayatın çirkefliğini gizlemiş şehir, derin uykuda. Sokaklarına dağılmışım, kaldırımlarında adımlarımın sesi, elimin izi duvarlarda... Gözlerim gecenin karanlığında hapsoldu... Bir yıldız buldu onları, penceremde bir yıldız... İşte şimdi ağlayabilirim. İşte şimdi kavuştum gözlerime, ellerime, bedenime... Yüzümdeki ıslaklığa dokunabilirim, dudaklarıma dokunabilirim, gülümseyebilirim, hıçkırıklarla ağlayabilirim... Bedenim beklemeli, yüreğimle birlikte... Koltukta uyuyakalmışım. Önce bileklerimdeki acıyı hissettim, sonra kurumuş kan lekelerini gördüm. "Ölmek bu kadar kolay mı?.." Gökyüzündeki yıldız geldi aklıma. "Acaba düş müydü?.." diye kendi kendime sordum. Kesikler tahmin ettiğim kadar derin değildi, temizleyip bant yapıştırdım. Elbiselerimi değiştirip koyu bir kahve pişirdim kendime. Hiçbir şey olmamış sanki, alelade bir günmüş gibi fincanı alıp televizyonu açtım. Her kanalda Güneş tutulmasının haberi. Balkona çıktım, Güneş tüm muhteşemliğiyle zirvedeydi. Balkon korkuluklarına yaslanıp aşağıya baktım; çocukları gördüm, her zamanki gibi bahçe kapısının biraz ilerisinde. Birden gün ışığının azalmaya başladığını fark ettim. Elimi gözlerime siper edip gökyüzüne bakmaya niyetlenmişken vazgeçip içeriye girdim. Siyah beyaz filmden artakalan bir parçayı alıp tekrar dışarıya çıktım. Hava akşam olmuşçasına kararmak üzereydi. Ay Güneşi yavaş yavaş örtmeye başlamıştı. Mahalle sakinlerinin şaşkınlık nidaları duyuluyordu. Ay Güneşi tamamen kapatmış, Ay'ın kenarlarında boncuk şeklinde parlamalar görünmüştü. Bu muhteşem bir manzaraydı! Tepkilerini görmek istercesine çocuklara bakmak için eğildim. O an Yusuf'un annesini gördüm, çocuğun elinden tutmuş hızlı adımlarla eve doğru yürüyordu. Ardından diğerleri de koştu. Kadının yüksek ses ile söylenmelerinden anlayabildiğim böyle bir olayın herkese felaket getireceğiydi. Birkaç saniye sürmüştü her şey ve başladığı gibi de bitti. Günlerce konuşulanlar kısacık bir zaman dilimine sığmış, olup bitmişti. Balkondaki salıncağa bıraktım kendimi. Gözlerimi kapattım. Sanki hiçbir şey olmamıştı. Sadece gündüzün bir an için geceye dönüşmesi ve bir kadının felaket haberciliği kalmıştı geriye. eylül
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © eylül, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |