Herşeye imgelem karar verir. -Pascal |
|
||||||||||
|
"Yolculuk ne tarafa?" Ses hemen yanı başımdan gelmişti. Sağıma döndüm; yanımdaki koltukta yaşlı bir kadın oturuyordu. Başörtüsünden taşmış kırlaşmış saçlarını bir eliyle sokuşturdu. Gülümsüyordu. "Trabzon" diye cevap verdim. "Demek yol arkadaşlığı edeceğiz seninle" diye daha da geniş gülümsedi. "Oğlum, Yavuz, Trabzon'da memur. İlle ki gel anne diye tutturdu, eh, gideyim bari dedim. Kış, falan dedim önce, aman, ne olur gel dedi. Torunum var, hem de iki tane, onları da özlemiştim ama yolculuğu çok uzun kızım, çekilmez. Nasılsa yazları yanımıza, Foça'ya, oralıyız da, gelirler, gitmeyecektim ama öyle çok ısrar etti ki dayanamadım." Ne yapacağımı, nasıl davranacağımı bilemeden dinliyordum kadını. Birden ayağa kalkıp aradaki boşluğa indi ve koltuğa tutunarak dengesini sağlamaya çalıştı. Ufak tefek, zayıf birisiydi. Üstündeki paltoyu çıkarıp tekrar oturdu. Paltoyu dikkatle katlayıp bagaj bölmesine yerleştirdi. Üzerinde el örgüsü bir yelek, altında uzun, yünlü kumaştan bir elbise vardı. Başörtüsünün çenesi altındaki uçlarını tekrar sıkıp konuşmasına devam etti. "İşte böyle kızım. Sen nereye gidiyordun? Ha, Trabzon demiştin. Kusuruma bakma, aklımdan çıkmış. Sen şimdi dersin ki, nerden oturdum bu teyzenin yanında, konuşur bunaltır diye düşünürsün ama merak etme, canını sıkmam. Alışamadım bu otobüslere, hele de tek başıma gitmek zor geliyor artık. Bunun telaşı çeneme vurur, birazdan geçer, merak etme sen." Bunları söylerken, yüzüne, gözlerine, elimi tutup hafifçe dokunup bırakan küçük, derisi buruşmuş ellerine dağılıyordu yaşlı kadının içten sıcaklığı. Kendimi biraz huzursuz, biraz suçlu hissettim. Sanki, bir an için de olsa, içimden geçirdiklerimi duymuş gibi kendimden utanmıştım. Ona bakarken içimde gitgide büyüyen karanlık bir bulutun gözlerime doğru yol aldığını hissettim. Kucağına kapanıp kendimi hiç, ama hiç tutmadan hüngür hüngür ağlamak istedim. Bunun yerine, dudaklarıma gönderdiğim, zor da olsa saklandıkları yerden çıkarabildiğim, bir gülümsemeyle geveledim: " Yo, olur mu teyzeciğim..." Her uzun yolculukta olduğu gibi, oturmanın en rahat pozisyonunu bulmak için yerinde dönüp duran yolcular, annelerin sessiz olmaları için uyardıkları çocukların umursamazlıkları, boğazındaki gıcıklanmayı kısa öksürüklerle geçiştirmeye çalışan sigara tiryakilerinin mola bekleyişleri yaklaşan gecenin karanlığına karıştılar. Alaca karanlık ajurlu örtüsünü gecenin koyusuna bıraktığında karşıdan gelen araçların ışıklarıyla garip bir gölge oyunu sergilenirdi otobüsün içinde. Öksürükler kesilmiş, bedenler yerleşmiş, çocuklar çoktan uyumuşlardı. Ben ise hala artık göz gözü göremediği karanlığa bakıyordum. Ara sıra küçük kasabaların yanından geçiyordu otobüs. Perdeleri çekilmiş tek katlı, iki-üç katlı evlerin pencerelerinde sarı renkli ışıklara bakıp içlerini görebilmek arzusunu duyardım. Nedense bu ışıkların ardında sıradan hayatlar değil, sadece sevgi ve sıcaklık olduğuna inanmıştım. Görmek istediğim buydu... Karanlığın içine saklamıştım yanaklarımdan süzülen göz yaşlarımı, hıçkırıklarımı ise yalnızlığıma ertelemiştim. Elimdeki mendil sırılsıklam olmuştu. Göğsümde dayanılmaz bir sancı, başım külçe gibi ağır. Birazdan mola yerine varacaktık. Gece yarısına yakındı. Yüzümü ellerimle sildim. Bir el hafifçe dürttü kolumdan; yanımdaki teyze bir mendil uzatmıştı bana. Parmakları arasındaki mendili aldığımda avcuma bir de nane şekeri bırakıverdi. Başımı kaldırıp baktım ondan yana, gülümseyen yüzüne. Sadece gülümsedi, gülümsedi... Yolcular, kimi ihtiyacı için, kimi sıcak bir çay içmek, kimi sigarasından birkaç nefes almak için indiler mola yerinde. Uyuyan birkaç kişi dışında neredeyse boşalıvermişti otobüs. İnmek istememiştim, yerimde kıvrılıp yüzümü dayadım cama. Yanımdaki yaşlı teyze torunlarına bir şeyler bakacakmış bir de lavaboya girecekmiş. Dediği buydu. Sanırım bana olanların farkındaydı. Farkındaydı ama soru sormamıştı, merak etmemişti. Bir isteğim olup olmadığını sordu inmeden önce, yine gülümseyerek... Katlayıp kaldırdığı paltosunu alıp giymeden çıktı. Uyku tutmayacaktı, uyuyamazdım ama uyur gibi yapabilirdim. Geldiğinde uyumuş gibi yaparım diye düşündüm. Otobüsün açık bırakılan kapısından içeriye dolan soğuk havanın ciğerlerime sanki küçük çimdiklemelerle doluşmasını hissediyordum. Yol aldıkça hava daha da keskin soğuk olmuştu. Dışarıya, gökyüzüne baktım. Yıldızlı, bulutsuz bir geceydi. İleride sık ağaçlığın gölgeleri seçiliyordu. Eski evin arkasındaki koruluğu hatırladım. Bazen içinde dolaştığım, bazen saklandığım... Yine doldu göz yaşlarım içime, onları tutmak çok zordu. Hoparlörlerden önce bir öksürük duyuldu sonra uykulu bir ses otobüsün kalkışını anons etti. Yanakları hafifçe allanmış, dışarının soğuk esintisini etekleriyle içeriye sokmuştu yaşlı kadın. "Çok soğukmuş kızım, aman, iyi ki inmemişsin, ama sıkışırsan diye inmek istersen ben bekletirim arabayı, ha?" diye sordu. Uyumuş gibi yapacaktım ya, olmadı işte, yapamadım. "Yok teyzeciğim, inmeyeceğim, yine de teşekkür ederim" diye cevap verdim ve içimden nasıl bu kadar soğuk davranabildiğimi kendime sordum. Soğukluk değildi, hani o aile terbiyesiyle yapılanlardandı... Belki yüz ifademe biraz sıcaklık karıştırsam; tamam da nasıl yapıldığını bir bilsem... Hele de şimdi, bu gece... Misafirliğe gidilirdi, ailecek veya annemle ikimiz. Evden çıkmadan sıkı sıkı tembih edilirdi uslu durmam. Acıktığımı söylemek terbiyesizlik, hatta ufak tefek bir şeyler yedirirdi bana. "Teşekkür etmeyi unutma sakın" diyordu annem. Uzun uzun sohbetlere dalarlardı büyükler, hiçbir şey anlamadığım konuşmalar. Bazen dayanamıyordum, annemin elinden tutup kulağına hafifçe "eve gidelim" diye fısıldıyordum. Annemin bir bakışıyla tekrar sessizce oturuyordum yanına. Bir defa olsun ortalığı yaygaraya vermek geçmedi aklımdan. Bunu yapanların kulakları çekilirken oturduğum yerde mümkün olduğunca görünmez olmaya çalışırdım. Bu sefer kıyaslamalar başlardı. Ne kadar uslu ve ne kadar terbiyeli olduğumu söylediklerinde annemin veya babamın başıma elini koyup sevgiyle okşaması gelirdi. Bir ödül gibi. Neyin ödülü?.. Diğer çocukların bakışlarıysa bambaşka şeyler söylüyordu bana. İşte bu halimden ötürü pek arkadaşım da olmamıştı. Teşekkür edişimden mi, sessizliğimden mi, bilemediğim bir sebepten mi... İyi de nereden geldi bunlar aklıma?.. Yolcuların tümü binmiş olmalıydı ki otobüs yine hareket etti. Yanımdaki yaşlı kadın yerine oturmuştu. Ayaklarının yanındaki çantayı kucağına aldı. Dışarıdan getirdiği birkaç küçük paketi içine yerleştirmekle meşguldü. Bir yandan konuşuyordu: " Torunlara almıştım birkaç parça bir şeyler ama yine dayanamayıp aldım. Zaten varır varmaz önce valize sonra kucağıma atlarlar yaramazlar. Tabi onları buna alıştıran biz olduk, Rıza bey ile ben. Küçük de olsa ille ki bir oyuncak veya her neyse, her defasında vermek istedik onlara. Çocukluk gibisi yoktur kızım, bir kanat çırpınışı kadar kısa olsa da içimizi ömür boyu terk etmez..." Kadın gürültüyle içini çekip konuşmasına devam etti. " Ne olursa çocuklukta olur, ne gelirse insanın başına çocuklukta gelir; bu yüzden çok, ama çok kıymetlidir çocukluk; çok da nazlıdır, bakım ister, alaka, sevgi ister... Kötülük bulaşmaz ona, çirkinlik olmaz, kirlilik ise sadece çamura düşmüş topu tutmakla yapışır eline. Çocukluk başkadır, kızım, başka..." Paketlerden bir tanesini kucağında unuttu sandım. Çantayı yerine, ayaklarının dibine koyup bana döndüğünde unutmadığını anladım. Bana uzattı onu. "Bu da senin kısmetin kızım." Şaşırıp kaldım. Ne diyeceğimi bilemez durumdaydım. Yo, biliyordum; teşekkür edecektim. Yetmezdi ama... Elimde ışıltılı kağıda sarılmış hediye paketi kalakalmıştım. "Teşekkür ederim teyzeciğim..." diye fısıldadım. Allak bullak olmuştu içim. "Aaa, kuru bir teşekkür olmaz" dediğinde daha da bocaladım. Eliyle yüzünü işaret ederek "Torunlar gibi şu yanaklarımdan öpmezsen teşekkür meşekkür metelik etmez" diye gülümsedi. Bir sıcaklık eriyip dökülüyordu içime, içimin ateşine katılmak üzereydi. Eğilip dudaklarımı yanağına gömdüğümde anneannemden hatırladığım başka hiçbir şeye benzemeyen kokuyu aldım. Elleriyle yüzümü tutup gözlerimin içine baktı: "Gözlerine yazık yavrum, kahretme kendini; ağlama, giden gittiği yere sevdiğini de götürür, kalanın içine ise tahtını kurar. Bu sebeple ne giden vardır ne de kalan... Göz yaşların sadece seni değil, sevdiğini de yakar... unutma, bir göz sende bir göz ondadır... Sen elini yakarsın onun da canı yanar... Üzüntün ne sebeptendir belki bilmem ama üzülmüşsen sevdiğindendir, yakın bilip, yakın olduğundandır... Gözlerine yazık etme kızım, gidene kalan işte şu gözlerden bakmaktır..." Sesi öyle yumuşak, öyle içime işleyen ve öyle tanıdık gelmişti ve ben hala ne düşüneceğimi, ne diyeceğimi bilemez haldeydim. Küçük bir kız çocuğu gibi koyverdim hıçkırıklarımı, içimi çeke çeke ağlamaya başladım. Burnum akmaya başladı, gözlerimi yakmıştı göz yaşlarım, kelimeler içimden dudaklarıma geldiler, parçalana parçalana çıkmaya uğraşmaktaydılar. Yolculuğa çıkış sebebini söyleyiverdim hayatımda ilk ve belki de son defa göreceğim yaşlı kadına. Nasıl ve ne zaman uyuyakaldığımı anlamadım. Gözlerimi açtığımda sabah olalı çok olmuştu. Şişmiş yüzümü, ağrılı gözkapaklarımı elimle yokladım. Yanımdaki yer boştu. Etrafıma bakındım, ne arkada, ne de yandaki koltuklarda göremedim onu. İnmiş olmalı diye düşündüm. Trabzon'a yakındık, yolculuğun sonuna az kalmıştı ama o daha önce inmiş olmalıydı. Belki rahat uyumam için arkalarda boş bir koltuğa geçmişti. Ayağa kalkıp bakmaya çalıştım, yine göremedim onu. Muavin otobüsün ön tarafına doğru geldi. Yanıma vardığında yanımda oturan yaşlı teyzenin nerede indiğini sordum. Tuhaf tuhaf yüzüme baktı. "Hangi yaşlı kadın? diyerek içinden belki de, kim bilir, söylenerek başını sallayıp geriye döndü. Ne oluyordu? Bana neler olmuştu? Sadece bir rüya mıydı yaşadıklarım?.. Birden, küçük hediye paketi geldi aklıma. En son hatırladığım kucağımda olduğuydu. Dizlerimi örttüğüm hırkamı çekip aradım onu. Önce göremedim. Beynimden geçenlere kulak vermek üzereyken onu gördüm; pencere ile koltuk arasına düşüp sıkışmıştı. Kendimi savunmak zorunda veya kazanıp kaybetme arasında kalmış gibi bir durumdaydım. Kazanmıştım! Düşüncelerimde aklımı kaybettiğimi karar vermek üzereyken bu küçük paketi bulmuştum. Nasıl göründüğüm düşüncesi inanılmaz bir hızla geçti aklımdan. Beynimdeki fotoğrafta zafer kazanmış edasıyla gülümsediğimi gördüm. İçimden görevliyi çağırıp paketi göstermek gelmişti. Kısa bir tereddütten sonra bunu yapmaktan vazgeçtim. Her zaman her şeyin bir açıklaması olduğuna inanıyordum. Belki bu yüzden, belki aldığım haberden sonra içimde yaşadıklarım yüzünden bu olağanüstü olayı kabullendim. Olağanüstü çünkü açıklamasını bulamamıştım... Elimdeki pakete dokunuyordum; içinde ne olduğu tahmin etmek istercesine. Yapamayınca kağıdı kat yerinden çekip yırttım. Merak içindeydim. Küçük, çerçeve içinde bir resmin ucu görünmüştü. Yavaşça çekip çıkardım kağıtların arasından. Gece mavisi fon üzerinde yıldızlı bir gökyüzü resmedilmişti. Bir köşesinde batmakta olan Güneş diğerinde yeni doğan Ay vardı. Ufukta bir köy veya kasabanın ışıkları seçiliyordu. Ön planda küçük bir kız çocuğu geceliğinin eteklerini kaldırmış gökyüzüne gülümsüyordu. Yıldızları eteklerinde toplamak istercesine... Elimdeki resme bakıyordum. Çıplak ayaklarına; yenleri fırfırlı geceliğinden çıkan küçük ellerine ve gülümseyen gözlerine. Yüzündeki masumiyete bakıyordum; hiç bir korkuyu içinde barındırmayan masumiyetine. Yıldızlar, soğuk ve uzak değil, neşeli ve sıcaktılar. Ve küçük kız bunun farkındaydı. Onlarla konuşabilirdi, dokunabilirdi, eteklerine toplayıp gideceği yere götürebilirdi onları... Düşüncelerin içine dalıp gitmiştim; otobüsün terminale varışını, yolcuların telaşını fark etmemiştim. Yanıbaşımdan geçenlerin gürültüsüyle kendime geldim. Elimdeki resmi üst bölmeden indirdiğim çantanın içine topladım. Hırkayı üzerime giydim, paltomu ise koluma asıp aşağıya indim. Mümtaz beni almaya gelecekti. Etrafıma bakındım ama onu göremedim. Otobüs firmasının yazıhanesine girmeye karar verdim, beklemek için... Arkamdan bana seslendiklerini duymuştum; Mümtaz hızlı adımlarla yaklaşmaktaydı. "Merhaba, yolculuk nasıl geçti?" diyerek elimdeki çantayı aldı ve eğilip yanağımdan öptü. "Çok soğuk; arabayı biraz uzakta park etmek zorunda kaldım, özür dilerim" diye devam etti. Koşar adım gösterdiği yöne yürüdük. Nihayet terminalden çıkıp uzaklaştığımızda bana dönerek sessizliği böldü: " Çok üzgünüm Ayça. Hepimiz çok üzüldük. Başın sağ olsun..." dedi. Ona bakıp fısıltıyla cevap verdim ve tekrar cama dönüp dışarıya bakmaya devam ettim. Aslında tutamadığım göz yaşlarımı saklıyordum. Ard arda, durmamacasına aktılar, aktılar... eylül
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © eylül, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |