Yaşamın tanımı yoktur. -Halikarnas Balıkçısı |
|
||||||||||
|
M.NİHAT MALKOÇ Eğitim, hayatı düzene koyan ve bakış açımızı şekillendiren olmazsa olmaz bir süreçtir. Hangi meşrepten ve inançtan olursa olsun bütün toplumlar eğitimin önemi konusunda hemfikirdirler. Zira teorikte ve pratikte iyi yetişmiş olmanın neticelerini hepimiz müşahede etmekteyiz. Hayatı kuşatan zorluklar eğitimle bir bir aşılabilmektedir. Eğitimden mahrum olanlar düz yolda bile tökezlerken, eğitimle mücehhez olanlar yalçın kayalıkları bile rahatlıkla aşabilmektedirler. Demek ki eğitim kişiyi güçlü kılan unsurların şahikasıdır. Eğitim ille de dört duvar arasında verilmez. Bu topraklarda yaşamış nice değerler, muallim olmadıkları halde muallimler kadar eğitici olmuşlardır. Bunların başında da şairler gelir. Geçmişten bugüne kadar gelmiş geçmiş nice şairlerimiz milli ve manevi değerlerimizi geleceğe taşımışlardır. Onlar adeta dünyayı uçsuz bucaksız geniş bir mektep, insanları gönüllü talebe, kendilerini de mürebbi olarak addetmişlerdir. Her fırsatta fertlere dinî ve milli değerlerini anlatmışlar, hatırlatmışlar, sevdirmişler ve sonuçta benimsetmişlerdir. Her insanın sevdiği, kendine yakın bulduğu ve benimsediği şair ve yazarlar vardır. Onların fikirleri, üslûpları ve bakış açıları model olur sevenlerine… Daha sıcak buluruz bu kalemleri kendimize… Tercih sebebimiz olur ruh dünyalarındaki çalkantılar, gel-gitler… Yazarken tesirleri altında kalırız farkında olmadan… Kâğıda döktüklerimiz her ne kadar orijinal olsa da onların üslûbundan izler taşır. Tesirleri sarar bizi çepeçevre… Sanatta etkilenme kaçınılmazdır. Hangimiz güzel bir şiir okuyup da ondan etkilenmeyiz ki?... Tesiri altında kaldığımız eserler bilinçaltına yerleşir. Duygularımız kabarınca da ona benzer bir şeyler yazmaya kalkışırız. Ama o sadece ilham kaynağımız olur. Körü körüne taklit etmeyiz onları. Hareket noktası olur eserleri bizim için… Taklitle hiçbir yere varılamaz zaten. Taklit eser her ne kadar güzel görünse de orijinalinin yanında sönük kalır. Onun için sanatta etkilenmeye hoş bakabiliriz ama taklide asla!... Beni de etkileyen, sarsan, ruhumu harekete geçiren şair ve yazarlar da vardır şüphesiz… Onları okuyunca bambaşka bir atmosfere girer ruhum… Heyecanlanırım… Kalbimin atışları hızlanır…”Hah işte sanat bu, söz böyle söylenir. Sanki içimden geçenleri okuyup ebedîleştirmiş… vs.” derim. Bu kalemlerin sayısı iki elin parmakları sayısıncadır ancak. Benim takdirimi kazananlar, bazılarının tepkisini çeker tabiî olarak… Gönlümün duygu mimarlarının başında Yunus Emre, Mevlana, Fuzuli, Şeyh Galip, Yahya Kemal Beyatlı, Necip Fazıl Kısakürek, Mehmet Akif Ersoy, Arif Nihat Asya, Ahmet Hamdi Tanpınar, Faruk Nafiz Çamlıbel, Niyazi Yıldırım Gençosmanoğlu gelmektedir. Bu zirve şahsiyetlerin tesiri altında kalışımın sebeplerini ve boyutlarını zikredeyim dilerseniz… Türk ve İslam dünyasının baş tacı ettiği, kendine yakın bulduğu ve fikirlerine güvendiği âlim şairlerin başında gelmektedir Mevlana Celâleddin Rumî Hazretleri… 800. doğum yıldönümünü kutladığımız bu kıymetli Hakk dostu, beni de derinden etkileyen şahsiyetlerin başında gelmektedir. Onun şaheseri olan Mesnevi, en sıkıntılı zamanlarımda ruhumu serinleten ve rahatlatan bir yelpaze olmuştur. Hayata onun penceresinden baktıkça olumsuzluklar azalmış, dünya yaşanılacak bir mekâna dönüşmüştür. Şairler nazik ve ince ruhlu insanlardır, öyle de olmalıdırlar. Derin ve manalı sözler ancak ince ve hassas ruhlardan neşet eder. Türk kültürünün iki büyük köşe taşı hükmünde olan Mevlana ve Yunus Emre’yi hakkıyla anlama ve tahlil etme gayreti içerisinde olunca görürüz ki bu büyük halk ve Hak dostları şiirlerinde sevgi ve hoşgörüyü bayraklaştırarak kin ve nefretin kökünü kazıma mücadelesi içerisine girmişlerdir. Gönüllerdeki kin tortularını sevgi ve muhabbet terbiyesiyle ortadan kaldırmışlardır. Yaratılanı Yaratan’dan ötürü hoş görmüşlerdir. Dünyaya tek başına kıymet vermemişlerdir. Onların eğitim sisteminin birinci maddesi hayata müspet gözlerle bakmak, hoş görmek, kusur ve kabahatleri örtmektir. Beni bir mıknatıs misali duygu atmosferine çeken şairlerden bir diğeri de Yunus Emre’dir. 13. yüzyıldan günümüze ses veren bu halk ve Hakk aşığı, Türk tasavvuf şiirini zirveye taşımıştır. Türkçenin esamisinin okunmadığı bir dönemde ortaya çıkan Yunus Emre, Türkçenin o gür sedasını dünyaya duyurmuştur. Manevî dünyamızı mamur etmiştir. Gönül dünyamızı sevgi mumuyla aydınlatmıştır. Doğruluğu şiar edinmiş, eğrilerin düşmanı olmuştur. Öyle ki kırk yıl boyunca hizmet ettiği Tapduk Emre’nin dergâhına odunun bile eğrisini sokmamıştır. Onun iç dünyasını bize en iyi anlatan beyit şu olsa gerek: “Beni bende demen bende değilim, Bir ben vardır bende benden içerü” Ruhumun ikliminde fırtınalar estiren eski şairlerden birisi de Fuzuli’dir.16.yüzyılın efsane şairi olan Fuzuli, Divan şiirine yepyeni bir soluk getirmiştir. Dili ustalıkla kullanan ve kelimeleri muhayyilesinde yoğuran bu klasik şairimizin üzerimdeki tesiri büyüktür. Hele birbirinden doyumsuz gazelleri yüzyıllar geçse de eskimez. Şiirleri ilk yazıldığı günkü güncelliğini ve sıcaklığını muhafaza eder. Şu dizeleri hâlâ hafızalarımızdadır: “Mende Mecnun’dan füzûn âşıklık istidâdı var Âşık-i sâdık menem Mecnûn’un ancak adı var” Bilindiği gibi Şeyh Galip, Divan şiirimizin son büyük şairidir. 18. yüzyılda yaşamıştır. Kendisi Mevlevî şeyhidir. İlâhî aşkın zirvelerinden biridir. Ona göre aşk; “Mumdan yapılmış gemiyle, ateş denizlerinde yüzebilmektir.” Bunu ancak manevî aşka dört elle sarılanlar gerçekleştirebilir. Böyle bir gönül eridir O… Şu beyti çerçevelenip asılmaya lâyıktır: “Hoşça bak zatına kim zübde-i âlemsin sen Merdüm-i dîde-i ekvân olan âdemsin sen.” (Kendine hoşça bak ki âlemin özü sensin, Kâinatın gözbebeği olan insansın sen.) Sevdiğim ve etkilendiğim isimlerden biri olan Yahya Kemal Beyatlı, Cumhuriyetten evvel doğmuş, Cumhuriyet döneminde de yaşamış, saf Türkçe’yi kullanarak aruzla şiirler yazılabileceğini ispatlamış bir üstat şairdir. “Bu dil ağzımda annemin sütüdür” diyecek kadar da Türkçe sevdalısıdır. Türkçeyi onun kadar önemseyen başka şair var mıdır? Şiirlerindeki dil işçiliği bir kuyumcu titizliğindedir. Onun hayata bakış açısını şu beyitte görebilirsiniz: “Ölmek değildir ömrümüzün en fecî işi, Müşkül budur ki ölmeden evvel ölür kişi.” Beni çilenin girdabına sürükleyen şairlerin başında gelir Necip Fazıl… Bir parçam olur yakıcı dizelerin kavşağında… Onunla aynı teraneden çalar ruhumun orkestrası… Yok olurum onun beninde… Işık olur karanlık dünyama… Hiç şüphesiz ki Cumhuriyet dönemi Türk şiirinin en büyüğüdür Necip Fazıl… O sadece şiir yazmamış, fikrin çilesini çekerek eserlerine yansıtmıştır. Bu uğurda hapishaneleri bile gül bahçesine çevirmiştir. Onu anlatmaya sayfalar, satırlar yetmez. Onun hayata ve sanata bakışını kanımca şu beytiyle özetleyebiliriz: “Anladım işi, sanat Allah’ı aramakmış; Marifet bu, gerisi yalnız çelik-çomakmış...” İstiklâl Marşı’mızın şairi Mehmet Akif, adeta dürüstlük abidesidir. Şiirimdeki ve cemiyet meselelerine bakışımdaki kararlılığı ve gerçekçiliği ona borçluyum. Akif, şiirlerinde hep haktan ve hakikatten dem vurmuştur. Safahat’ta dünyevî sevgililere yazılmış bir şiir bulamazsınız. O milletinin gür sesidir. Akif’in sanat anlayışı aslında şu dizelerde saklıdır: “Hayır, hayâl ile yoktur benim alış verişim İnan ki: her ne demişsem görüp de söylemişim Şudur cihanda benim en beğendiğim meslek: Sözüm odun gibi olsun, hakikat olsun tek…” Bayrak şiirlerinin en güzelini yazarak kendini “Bayrak Şairi” olarak kabul ettiren Arif Nihat Asya da gerçekçi bir sanat anlayışından yola çıkarak şiirlerini kaleme almıştır. Şiirlerini ölçülü ve serbest tarzlarda yazmıştır. Şiirimdeki millî unsurlar ondan mülhemdir. O, tarihini sevmiş ve ceddiyle barışık yaşamıştır. Asya’nın dünyaya bakışını şu dörtlükte görebiliriz: “Tarihlere, destanlara yol bulabilsem Hiç durmadan düşünmeden geri giderim... Buna şaşma ki geçmişte yaşamayı ben, Gelecekte yaşamaya tercih ederim.” Ahmet Hamdi Tanpınar, az ve öz şiir yazan şairlerimizin başında gelmektedir. Şiirlerimdeki soyutlamalarda ondan çokça etkilenmişimdir. Tanpınar, şiirlerinde soyut kavramlara sıkça yer vermiştir. “Bursa’da Zaman” şiiri hepimizin hafızalarında yer etmiştir. Tarihle zamanı ve mekânı ustaca terkip etmiştir bu şiirde. Bursa’daki tarihî dokuyu geçmiş zamanın tılsımıyla bütünleştiren bu şiirde onun hayata ve şiire bakışı da görülebilir: “İsterdim bu eski yerde seninle Başbaşa uyumak son uykumuzu, Bu hayal içinde... Ve ufkumuzu Çepçevre kaplasın bu ziya, bu renk, Havayı dolduran uhrevî âhenk… Bir ilâh uykusu olur elbette Ölüm bu tılsımlı ebediyette, Belki de rüyası bu cetlerin, Beyaz bahçesinde su seslerinin.” Hecenin beş şairinden biridir Faruk Nafiz Çamlıbel… Millî veznimiz olan heceyi ustaca kullanmıştır. Heceye sadakatimin altyapısında Çamlıbel’in izlerini görebilirsiniz. O heceden taviz vermemiştir. Bu vezne esneklik getirmiştir. Kuruluğu ve sıradanlığı bertaraf etmiştir. “Han Duvarları” adlı eseriyle Türk şiirini İstanbul sınırlarına hapsolmaktan kurtarmıştır. Şiirin ufkunu genişletmiştir. Eserlerinde pastoral öğelere ağırlık vermiştir. Hepimizin hayatında Çamlıbel’in “Han Duvarları” adlı şiirinden bir nebze de olsa izler vardır: “Ne zaman yolda bir han rastlasam irkilirim, Çünkü sizde gizlenen dertleri ben bilirim. Ey köyleri hududa bağlayan yaslı yollar, Dönmeyen yolculara ağlayan yaslı yollar! Ey garip çizgilerle dolu han duvarları, Ey hanların gönlümü sızlatan duvarları!..” Son dönem Türk şiirinin göz ardı edilen başarılı şairlerinin başında Niyazi Yıldırım Gençosmanoğlu gelir. Tarihten ilhamını almıştır bu kıymetli şair... Maziyle bugünü sentezleyerek bambaşka bir terkip oluşturmuştur. Şiirde sessiz ve derinden yol alan Gençosmanoğlu, hep gündemin dışında tutmuştur kendisini. Onun içindir ki şiirdeki ağırlığı fark edilememiştir. Dede Korkut’un günümüzdeki gür ve kararlı sesidir Gençosmanoğlu… Onun Müslüman-Türk’e seslenişini ifade eden şu dizeler ne kadar yerinde söyleyişlerdir: “Er meydanlarından çekilir oldun Çorak iklimlere ekilir oldun Eğilmek bilmezdin bükülür oldun... Sürer mi bu gaflet; daha kaç sene? Uyan ey Türk uyan! Uyumak nene?” Şiir uçsuz bucaksız bir derya… Bu derya içinde nice inciler gizli… Türkler, hissiyatı fazlasıyla inkişaf etmiş bir millet… Onun içindir ki küçük büyük çoğumuz şair yürekliyiz. Şair doğarız anamızdan… Hayatın çileleri ruhumuzu derinleştirir. Dünyaya bakışımız yüzeysel olmaktan kurtulur. Eşyanın görünmeyen yüzüyle hemhâl oluruz. Bu kesafet sürer gider. Fikrimin ve şiirimin şekillenmesinde her ne kadar zikrettiğim bu isimler tesirli olmuşsa da bu isimleri çoğaltmak mümkündür. Çünkü bu milletin güzel ruhlu söz üstatlarını sınırlandırmak ötekilere haksızlık olur. Milletimi, dinimi, dilimi, edebiyatımı, şiirimi, şairlerimi, tarihimi ve kültürümü çok seviyorum. Allah, bu Müslüman millete zeval vermesin.
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © M.NİHAT MALKOÇ, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |