..E-posta: Şifre:
İzEdebiyat'a Üye Ol
Sıkça Sorulanlar
Şifrenizi mi unuttunuz?..
Kendinden daha uyanık insanları işe aldığın zaman, senin onlardan daha uyanık olduğunu kanıtlamış oluyorsun. -R. H. Grant
şiir
öykü
roman
deneme
eleştiri
inceleme
bilimsel
yazarlar
Anasayfa
Son Eklenenler
Forumlar
Üyelik
Yazar Katılımı
Yazar Kütüphaneleri



Şu Anda Ne Yazıyorsunuz?
İnternet ve Yazarlık
Yazarlık Kaynakları
Yazma Süreci
İlk Roman
Kitap Yayınlatmak
Yeni Bir Dünya Düşlemek
Niçin Yazıyorum?
Yazarlar Hakkında Her Şey
Ben Bir Yazarım!
Şu An Ne Okuyorsunuz?
Tüm başlıklar  


 


 

 




Arama Motoru

İzEdebiyat > Deneme > Yapıtlar > M.NİHAT MALKOÇ




24 Temmuz 2024
Çağ Kapayıp Çağ Açan Bir Fethin Hatırası: Ayasofya  
M.NİHAT MALKOÇ
29 Mayıs 1453 tarihi, bizim açımızdan karanlık bir devrin batışını, yepyeni ve aydınlık bir devrin müjdesini fısıldar kulaklarımıza. Bu tarih, Osmanlı’nın muhteşem bir cihan devletine giden yolunu da ardına kadar açar. Zulme rıza gösterenler ve zalimden yana olanlar sahnenin dışına itilir; İslâm’dan ilham alan daha adil bir dünya nizamı yeniden şekillenir. İstanbul, Müslüman Türkler için sıradan bir toprak parçası değildi(r). Eski tabirle "Konstantiniyye" diye adlandırılan bu şehir, tabir caizse Türklerin kızıl elmasıydı. Peygamber Efendimizin “İstanbul mutlaka fethedilecektir. Onu fetheden komutan ne güzel komutan, o ordu ne güzel ordudur.” hadisi, bütün Müslüman komutanları bu şehri fethe yöneltmiştir. Bugün İstanbul’da kabri bulunan ve bir semte adını veren Ebû Eyyûb El-Ensârî bile, seksen yaşlarında, kızgın çölleri geçerek bu müjdeye mazhar olmak için İstanbul’a kadar gelmiştir. Fakat bu kutlu fetih onlarca kişiden sadece Fatih Sultan Mehmet Han’a nasip olmuştur.


:BAI:
          M. NİHAT MALKOÇ

     İstanbul'un fethi Türk ve dünya tarihinin dönüm noktası olmuştur.

     29 Mayıs 1453 tarihi, bizim açımızdan karanlık bir devrin batışını, yepyeni ve aydınlık bir devrin müjdesini fısıldar kulaklarımıza. Bu tarih, Osmanlı’nın muhteşem bir cihan devletine giden yolunu da ardına kadar açar. Zulme rıza gösterenler ve zalimden yana olanlar sahnenin dışına itilir; İslâm’dan ilham alan daha adil bir dünya nizamı yeniden şekillenir.
     İstanbul, Müslüman Türkler için sıradan bir toprak parçası değildi(r). Eski tabirle "Konstantiniyye" diye adlandırılan bu şehir, tabir caizse Türklerin kızıl elmasıydı. Peygamber Efendimizin “İstanbul mutlaka fethedilecektir. Onu fetheden komutan ne güzel komutan, o ordu ne güzel ordudur.” hadisi, bütün Müslüman komutanları bu şehri fethe yöneltmiştir. Bugün İstanbul’da kabri bulunan ve bir semte adını veren Ebû Eyyûb El-Ensârî bile, seksen yaşlarında, kızgın çölleri geçerek bu müjdeye mazhar olmak için İstanbul’a kadar gelmiştir. Fakat bu kutlu fetih onlarca kişiden sadece Fatih Sultan Mehmet Han’a nasip olmuştur.
     Fatih Sultan Mehmet, Konstantiniyye’yi fetheder fethetmez, o zamanki adıyla Ayasofya Kilisesi’nin önüne gelerek orada toplanan ve az sonra kellelerinin uçurulacağı vehmine kapılan, bu yüzden de korkudan tir tir titreyen Bizans halkına, tarihte görülmemiş bir hoşgörü örneği sergileyerek, canlarını bağışladı; bunun da ötesine geçerek kendilerinin bundan sonra ibadetlerinde özgür olacaklarının da garantisini verdi. Onları himaye etti.
     Fatih Sultan Mehmet Han, o gün İslâm’ın engin hoşgörüsünü tüm dünyaya gösterdi. Atından inerek Ayasofya önünde şükür secdesine kapandı. O gün fetih hakkı ve sembolü olarak Ayasofya’yı camiye döndürdüğünü ilân ederek ilk Cuma namazını da burada eda etti. Hoca Sadettin Efendi’nin deyişiyle, “Çan sesleri sustu; yerini tekbir sesleri, gülbank-ı Muhammedî, zemzeme-i penç-i nevbet aldı.” Fethin sembolü Ayasofya asırlarca Müslümanların secdegâhı oldu. Bu kutlu mabedin yüzü Müslümanlarla gülmeye başladı.

     Ayasofya'nın yürekleri dağlayan inişli çıkışlı buruk serencamı

     Çok önemli bir klasik Roma eseri olan Ayasofya, milâdî III-IV. yüzyıllar arasında şekillenen ve Hıristiyan akîdesinin temelini oluşturan üçlü ilâhlık anlayışı olan 'ekânîm-i selâse'nin ikinci unsuru olan oğulun bir özelliği olarak ilâhî hikmet(sofia) adına inşa edilmiş dinî bir yapıdır. Bu mabedin ilk binası birinci tepe üzerinde ahşap çatılı bir bazilika şeklinde yapılmıştır. Bu ilk yapı II. Konstantios (337-361) zamanında bitirilerek 15 Şubat 360’ta açılmıştır. Söz konusu mabet 20 Haziran 404’te patrik Ioannes Khyrosostomos’un sürgün edilmesi üzerine meydana gelen bir ayaklanmada çıkan yangında harap olmuştur. I. Theodosius bu kiliseyi beş nefli (sahn) olarak yeniden yaptırıp 10 Ekim 415’te tekrar ibadete açmıştır. Bu ikinci yapı da I. Iustinianos ve karısı aleyhine 532'de 13-14 Ocak gecesi çıkan Nika ayaklanmasında yanmıştır. Buna çok üzülen imparator daha görkemli bir kilise yapmak için kolları sıvamış, daha büyük ve heybetli bir kilise yapmaları için Batı Anadolulu iki mimar Trallesli (Aydın) Anthemios ile Miletoslu (Milet-Balat) Isidoros’u görevlendirmiştir. Yapıda kullanılan malzemeler imparatorluğun dört bir tarafından seçilerek getirilmiştir. Kilise inşaatında on bin kişi çalışmıştır. Bugünkü Ayasofya altı yıl içinde tamamlanarak 27 Aralık 537 tarihinde büyük bir törenle Hıristiyan âleminin ibadetine açılmıştır. Bu büyük mabet değişik zamanlarda zarar görse de mahir ustalar tarafından büyük bir titizlikle tamir edilmiştir.
     Tarihin seyrini değiştiren Fatih Sultan Mehmed'in İstanbul'u fethinden sonra bu mabedi fethin nişanesi olarak camiye çevirmiş, bakım ve onarımdan geçirilmiştir. Daha sonra gelen padişahlar da bu kutlu yapıya gözü gibi bakmış, her türlü eksikliklerini gidermiştir.

     Ayasofya sadece bir mabet değil, kutlu fethin şiarıdır.

     Ayasofya bir mabetten daha çok şey ifade eder bizler için. O, fethin manevî şiarıdır. Fetihten 1934’e kadar, Müslümanlara hizmet etti bu sembol mabet. İstanbul’un işgal altında olduğu 1918-1922 yılları arasında bile Ayasofya cami olarak ilâhî misyonunu devam ettirdi. Bazılarının beğenmediği Sultan Vahdeddin, o yıllarda Ayasofya’nın kiliseleştirilmesine karşı mücadele verdi. Osmanlı orduları terhis edildiği için savunmasızdı Ayasofya. Vahdeddin, Mondros Antlaşması gereğince kendini koruması için müsaade edilen yedi yüz kişilik askerî birliği Ayasofya’nın emniyetine tahsis etti. Onlara şu tarihî emri verdi: “Benim hayatımı boş verin, eğer işgalciler aziz İstanbul’un fetih sembolü olan Ayasofya’ya çan takmaya gelirlerse; benden emir beklemeden ateş açın ve son nefesinize kadar Ayasofya Camii için savaşın!”
Peki, tarihî Ayasofya Camii nasıl oldu da bir oldubittiyle müzeye dönüştürüldü? Bunun hikâyesi uzundur. Özetlemek gerekirse Ayasofya Camii, 1934’te bir kısım küresel güçlerin sinsi oyunuyla tamir ve restorasyon süsü verilerek geçici olarak ibadete kapatılır. Göstermelik bir kısım çalışmalar yapılır. Kapatılış o kapatılış, bu tarihî mabet bir daha cemaatiyle buluşturulmaz. Bir oldubittiye getirilerek müze hâline dönüştürülür. Ayasofya Camii, Resmi Gazete'de neşredilmeyen, kanunlar karşısında hiçbir geçerliliği olmayan 24.11.1934 tarihli ve 21589 sayılı Bakanlar Kurulu kararı ile müzeye çevrilir. Öyle de kalır.

Ayasofya; başta şiir olmak üzere, edebiyatımızın başat konusu olmuştur.

İstanbul'un fethinin sembolü olan Ayasofya'nın müze yapılarak bir anlamda zincirlere vurulması dinî ve millî duyarlılığı ağır basan yüreklerin meselesi olmuştur. Fetihle birlikte Sultan II. Mehmed Han tarafından camiye döndürülen Ayasofya'nın mermerlerine 481 sene boyunca Müslümanların ak alınları değmiştir. 1934'e gelindiğinde Ayasofya'nın statüsü değiştirilerek Müslümanlara adeta "Bundan sonra burada namaz kılamazsın" denmiştir. Bu durum müminlerin gönüllerini hüzünlere gark etmiştir. Hicran duyguları yürekleri kuşatmıştır.
Bizim gençlik yıllarımızda en büyük hayallerimizden biri Ayasofya'yı özgür görmekti. Eğer ısrarla ve samimiyetle hak ve hakikat yolunda yürürsek bunun bir gün mutlaka gerçekleşeceğine gönülden inanıyorduk. Fakat bunun için dik bir duruş sergilemek gerekiyordu. Dudaklarımızdan dökülen sözlerin kalplerimizden neşet etmesi lâzımdı.
Ayasofya bu kutlu coğrafyanın mührüdür; tapu senedidir. Vatan gibi, bayrak gibi vazgeçilmez kutsallarımızdandır. Onun için ona hep ayrı bir nazarla bakardık. Süleymaniye, Sultanahmet ve Selimiye gibi diğer camilerimiz de kıymetli olsa da onun yeri çok farklıydı.
Fethin derin anlamlarını barındıran Ayasofya'nın müze hâline dönüştürülmesi şuurlu her insanı yürekten yaralamıştır. Fakat tabiidir ki bu konuda şair ve yazarlar başı çekmektedir. Çünkü onlar milletin duygu ve düşüncelerini, söz külçelerini kullanarak hasır bilezikleri andıran eşsiz dizelere dönüştüren söz erbabıdır. Onlar ki milletin hislerinin tercümanıdırlar.
Ayasofya deyince bir çok şair akla gelse de bunlar arasında Türk-İslâm davasının güçlü neferi Osman Yüksel Serdengeçti başı çeker. O; Ayasofya'yı kendine dert edinmiş, her nefeste onun hüznünü ta ciğerlerinde solumuştur. Onun şu dizlerinde bu hüznü ta iliklerimize kadar hissederiz: "Ey İslâm'ın nuru, Türklüğün gururu Ayasofya!/Şerefelerinde fethin, Fatih'in şerefi,/Işıl ışıl yanan muhteşem mabet!.../Neden böyle bomboş, neden böyle bir hoşsun?//Hani minarelerinden göklere yükselen,/Ta maveradan gelen ezanlar?.../Hani o ilâhî devir, ilâhî nizamlar?...//Ayasofya ses vermiyor,/Ayasofya bir hoş,/Ayasofya bomboş!...//Hani nerede?/Şu muhteşem minberde,/Binlerce erin baş koyduğu şu temiz yerde,/Şimdi hangi kirli ayaklar dolaşıyor?...//Ayasofya! Ayasofya!...Seni bu hale koyan kim?/Seni çırılçıplak soyan kim?!...//Hani nerede?/Gönüllerden kubbelere,/Kubbelerden gönüllere/Gürül gürül akan/Kur'an sesleri?.../Kur'an sesleri dindirilmiş,/Müslümanlar sindirilmiş!.../Allah-Muhammed-Hülafa-i raşidinin/İsimleri kubbelerden yerlere indirilmiş!..."
Nabzı Ayasofya diye atan şairlerimizden Necip Fazıl Kısakürek, bu kutlu mabedin bir gün ibadete açılacağına yürekten inanan öncülerdendi. Yeter ki bizler bu konuda ısrarcı olalım ve de buna şeksiz inanalım. Üstad Necip Fazıl'ın Ayasofya'ya dair öngörüleri şöyleydi:
"Gençler! Bugün mü yarın mı bilemem. Fakat Ayasofya açılacak. Türk'ün bu vatanda kalıp kalmayacağından şüphesi olanlar Ayasofya'nın da açılıp açılmayacağından şüphe edebilir. Ayasofya açılacak. Hem de öylesine açılacak ki, kaybedilen bütün manalar zincire vurulmuş, kan revan içinde masumlar gibi ağlaya ağlaya, üstünü başını yırta yırta onun açılan kapılarından dışarıya vuracak. Allah tarafından mühürlenmiş kalplerin kapısını mühürlediği Ayasofya, yine aynı şekilde mühürlemeye yeltenip hiçbir şey yapamadığı, günden güne kabaran akınını durduramadığı ve çığlaşacağı günü dehşetle beklediği mukaddesatçı Türk gençliğinin kalbine eş açılacak. Ayasofya artık önüne geçilemez bir sel, bu sel açılacak. Bekleyin gençler. Biraz daha rahmet yağsın. Her yağmurun arkasında bir sel vardır. Hepimiz şöyle diyelim: 'O selin üzerinde bir saman çöpü olsam daha ne isterim.' Gençler kayaları biçecek, ormanları tıraş edecek ve betonarmeleri söküp götürecek olan bu sel yakındır."

Ayasofya'nın camiye dönüştürülmesi gasp edilen bir hakkın teslimidir.

Fethin nişanesi olan Ayasofya’nın hüzünlü manzarası biz Müslümanlar için tam bir zillet hâliydi. Bu ulu mabedin mevcut durumu, bu toprakları kanlarıyla sulayıp bizlere emanet eden mübarek ceddimize vefasızlığımızın en büyük göstergesiydi. Bu mabedin böyle öksüz ve yetim bir hâlde kaderine terk edilmesi Müslüman'ın izzetine halel getirmişti. Bu öksüz camiyi abdestle değil de, biletle müze olarak gezmek Müslümanların kanına dokunuyordu. Bu durum böyle devam ettikçe tarihe karşı sorumluluklarımızı da yerine getirmemiş olmaktaydık. Fatih, Vakfiyesinde bu kadim eseri eski hâline döndüreceklere ta o zamandan beddua ediyor; onları lânetliyordu. Allah dostu padişah, ta o günlerden bugünlere gönül gözüyle bakarak, büyük bir keramet örneği göstererek bugünleri görüyordu. Bir mabet olmaktan öte, derin anlamlar içeren bu camiyi tekrar eski hâline dönüştürmedikçe bu kadim şehrin Fatihi, Sultan Mehmet Han’ın bedduasına mazhar olmaktan kendimizi kurtaramazdık. Bu, büyük bir vebaldi aynı zamanda. Bu vebalden kurtulmak için çok bekledik çok. Tam 86 sene...

Ayasofya'nın tekrar ibadete açılması bizi Fatih'in bedduasından korumuştur.

İstanbul’u fethettikten sonra Ayasofya’yı fethin sembolü olarak camiye dönüştüren Fatih Sultan Mehmet’in Ayasofya Vakfiyesini ve Ayasofya’nın gayesi dışında kullanılmasına dair bu vakfiyede yer alan bedduasını bilmem bilir misiniz? İstanbul’u fethederek Orta Çağ’ın kapanıp Yeni Çağ’ın açılmasına sebep olan Fatih Sultan Mehmet Han, sanki Cumhuriyet döneminde yaşanacakları görmüş gibi, bugünkü uygulamaları tahmin ederek ta o zamandan bugüne sesleniyor; Ayasofya Camii hakkındaki net tavrını şöyle ortaya koyuyor:
“Allah’ın yarattıklarından Allah'a ve O'nun rüyetine iman eden, ahirete ve onun heybetine inanan hiçbir kimse için, sultan olsun melik olsun, vezir olsun, bey olsun, şevket ve kudret sahibi biri olsun hâkim veya mütegallib (zalim ve diktatör) olsun, özellikle zalim ve diktatör idareciler tarafından tayin olunan, fâsid bir tahakküm ve bâtıl bir nezâret ile vakıflara nâzır ve mütevelli olanlar olsun ve kısaca insanlardan hiçbir kimse için, bu vakıfları eksiltmek, bozmak, değiştirmek, tağyir ve tebdil eylemek, vakfı ihmal edip kendi haline bırakmak ve fonksiyonlarını ortadan kaldırmak asla helâl değildir!
Kim ki, bozuk teviller, hurafe ve dedikodudan öteye geçmeyen bâtıl gerekçelerle, bu vakfın şartlarından birini değiştirirse veya kanun ve kurallarından birini tağyir ederse; vakfın tebdili ve iptali için gayret gösterirse; vakfın ortadan kalkmasına veya maksadından ve gayesinden başka bir gayeye çevrilmesine kast ederse, vakfın temel hayır müesseselerinden birinin yerine başka bir kurum ikame eylemek (temel müesseselerden birinden taviz vermek) ve vakfın bölümlerinden birine itiraz etmek dilerse veya bu manada yapılacak değişiklik veya itirazlara yardımcı olur yahut yol gösterirse; veya şer'i şerife aykırı olarak vakıfta tasarruf etmeye azmeylerse, mesela şeriata ve vakfiyeye aykırı ferman, berat, tomar veya talik yazarsa veyahut tevliyet hakkı resmi yahut takrir hakkı resmi ve benzeri bir şey talep ederse, kısaca batıl tasarruflardan birini işler yahut bu tür tasarrufları tamamen geçersiz olan yazılı kayıtlara ve defterlere kaydeder ve bu tür haksız işlemlerini yalanlar yumağı olan hesaplarına ilhak ederse, açıkça büyük bir haramı işlemiş olur, günahı gerektiren bir fiili irtikâb eylemiş olur. Allah'ın, meleklerin ve bütün insanların la'neti üzerlerine olsun. ‘Ebediyen Cehennemde kalsınlar, onların azapları asla hafifletilmesin ve onlara ebediyen merhamet olunmasın. Kim bunları duyup gördükten sonra değiştirirse, vebali ve günahı bunu değiştirenlerin üzerine olsun. Hiç şüphe yok ki, Allah her şeyi işitir ve her şeyi bilir.”

Hamdolsun ki artık milletimiz Ayasofya'ya biletle değil abdestle girecek.

Ayasofya’nın mahzunluğu ümmetin mahzunluğu demektir. Artık milletimiz biletle değil, abdestle girmek istiyordu fethin sembolü olan Ayasofya’ya. Bugün Ayasofya’nın kanayan yarasına merhem olacak nesiller ol(a)mazsak bu sorumsuzluğumuz yarınki nesiller tarafından da sorgulanacaktı. Artık Ayasofya ile Sultan Ahmet Camileri birbirine tebessüm etmeliydi. Ayasofya’nın bugünkü abus yüzü, karşısındaki o görkemli mabedi üzmemeliydi.
Ayasofya'nın müze olarak kalmasını savunan bazı kimseler “Tarihi Yarımada” olarak nitelendirilen o bölgede onlarca cami olduğundan dem vurarak, bu çevrede camiye ihtiyaç olmadığını belirterek bu kadim kilisenin özgün hâliyle hizmet vermesini öne sürmekteydi. Fakat onlar meselenin özünü çok iyi bildikleri hâlde hadiseyi sulandırma yoluna gitmekteydiler. Biz de en az onlar kadar biliyoruz o bölgede acilen camiye ihtiyaç olmadığını. Mesele cami yetersizliği filan değildir. Ayasofya’nın camiye tevdi edilmesinin o bölgedeki cami ihtiyacıyla doğrudan alâkası yoktur. Böyle sudan sebeplere de sığınmıyoruz zaten.
Kadim mabet Ayasofya camiden öte bir anlam taşır bizler için. Zira Ayasofya önemli bir semboldür Müslümanlar için. Ayasofya’nın tekrar camiye dönüştürülmesi, sıradan bir kilisenin camiye tevdi edilmesi kadar basit değildir. Ayasofya, Sultan Fatih’in bir fetih hatırasıdır. Bizlere bıraktığı kutlu bir emanettir. Tabir caizse Ayasofya’nın camiye dönüştürülmesi, şer odaklarına bir cevaptır, bir meydan okumadır. Ötesi lâf-ı güzaftır.
Son on yılda birçok tabu yıkıldı. Bir zamanlar birilerinin kırmızı çizgi olarak gördüğü şeyler dokunulmaz olmaktan çıktı. Nice olmazlar oldu. Birçok hassas konuda açılımlar yapıldı. Akdamar Kilisesi Ermeniler için; Sümelâ Manastırı Ortodokslar için senenin belli zamanlarında ayinlere açıldı. Bunu Mersin Tarsus St. Paul Kilisesi, İzmir Meryemana Kilisesi, Antakya St. Pierre Kilisesi, Antalya St. Nikola Kilisesi, Edirne’deki Bulgar Ortodoks Sveti Georgi Kilisesi ve diğerleri izledi. Hatta Osmanlı’nın ilk başkenti, serhat şehri Edirne’de Sveti Konstantin ve Elena Kilisesi'nin bahçesine Bulgar Papaz I. Antin’in büstü konuldu.

Keser döndü, sap döndü; gün geldi, hesap döndü.

     Türkiye ve dünyadaki son gelişmeler Ayasofya'nın da ibadete açılabileceğini açıkça gösterdi. Çünkü bu kadim mabedin açılmaması için aslında ciddi bir engel yoktu. Zaten müze haline geldikten sonra 8 Ağustos 1980’de hünkâr mahfili kısmı ibadete açılmıştı. Fakat bir kısım ayak oyunlarıyla ve sudan sebeplerle tekrar kapatılmıştı. Söz konusu kısım 10 Şubat 1991’de yeniden ibadete açılmış ve Ayasofya kısmen de olsa cami olarak hizmet vermeye başlamıştı. 2000’li yıllarda Ayasofya’nın tekrar camiye dönüştürülmesi için hukukî girişimler başlatılmıştı. 1934 tarihli Bakanlar Kurulu kararının iptali istemiyle 2005 yılında Danıştay 10. Dairesi’nde açılan ve üç yıl süren dava 31 Mart 2008’de esas yönünden reddedilmişti.
     Ayasofya'yla ilgili mahkeme süreçleri her zaman bir şekilde devam etmiştir. 2016'da Danıştay 10. Dairesi’nde yeniden açılan dava 2 Temmuz 2020’de sonuçlanmış ve bu kez Danıştay tarihî bir karar (nr. 2020/2595) vererek 24 Kasım 1934 tarihli Bakanlar Kurulu kararını iptal etmiş ve böylece Ayasofya’nın müzeden tekrar camiye çevrilmesinin yolunu açmıştı. Bunu takiben 10 Temmuz 2020 tarihli Cumhurbaşkanı Kararı ile Ayasofya’nın Diyanet İşleri Başkanlığı’na devredilerek ibadete açılması kararlaştırılmıştı. Netice olarak milletimiz için adeta bir kızılelma addedilen Ayasofya, müzeye dönüştürülmesinden 86 yıl sonra, 24 Temmuz 2020'de mahşerî bir kalabalığın katılımıyla kılınan cuma namazıyla ve Ayasofya-i Kebir Cami-i Şerifi adıyla yeniden ibadete açılmış oldu. Allah mübarek eylesin.





Söyleyeceklerim var!

Bu yazıda yazanlara katılıyor musunuz? Eklemek istediğiniz bir şey var mı? Katılmadığınız, beğenmediğiniz ya da düzeltilmesi gerekiyor diye düşündüğünüz bilgiler mi içeriyor?

Yazıları yorumlayabilmek için üye olmalısınız. Neden mi? İnanıyoruz ki, yüreklerini ve düşüncelerini çekinmeden okurlarına açan yazarlarımız, yazıları hakkında fikir yürütenlerle istediklerinde diyaloğa geçebilmeliler.

Daha önceden kayıt olduysanız, burayı tıklayın.


 


İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.

Yazarın yapıtlar kümesinde bulunan diğer yazıları...
"Eylül Irmakları" Gönüle Akıyor

Yazarın deneme ana kümesinde bulunan diğer yazıları...
Ölümünün 16. Yılında Türkülerin Efendisi Erkan Ocaklı
Vali Recep Yazıcıoğlu ve "Köprü"nün Hikâyesi
Futbolun Efendisi: Fatih Tekke
Vahşet Çağının Vicdanı: Aliya İzzetbegoviç
Şair Nurettin Özdemir'le Trabzon Lisesinde Bir Gün...
Anadolu Âşığı Bir Gönül Adamı: Sabahattin Eyüboğlu
15 Temmuz Gecesi Tankların Önünde Yatan Yiğitler Vardı
102. Sene - İ Devriyesinde 30 Ağustos Zafer Bayramı
Türkçenin Berrak Sularında…
dünden Bugüne Malazgirt Zaferi ve Edebiyatımızdaki Yeri

Yazarın diğer ana kümelerde yazmış olduğu yazılar...
Senin Olan Sana Gelir (Manzum Reçeteler - 1) [Şiir]
Menzilin Mübarek Olsun [Şiir]
Alev Denizlerinde Mum Kadar Çaresizim… [Şiir]
Zihnimiz İşgal Altında [Şiir]
Kıyameti Bekle Bir Gün! [Şiir]
Sizin Kafanız İyi Mi? [Şiir]
Sen Kurtuldun, Bizler Öldük [Şiir]
Aslan Aksoy Abimiz [Şiir]
Filistin İçin Ne Yaptın? [Şiir]
Berceste Mısralar - 303 [Şiir]


M.NİHAT MALKOÇ kimdir?

NİHAT MALKOÇ’UN BİYOGRAFİSİ Beş çocuklu bir ailenin en küçük ferdi olarak 1970 senesinin 1 Haziran’ında Trabzon’un Köprübaşı ilçesine bağlı Gündoğan Köyü’nde hayata “Merhaba” dedi. İlkokulu komşu köy olan Güneşli Köyü’nde okudu. Orta ve lise öğrenimini Köprübaşı Lisesi’nde tamamladı. En büyük emeli iyi bir hukukçu olmaktı. Lise son sınıfta girdiği üniversite imtihanında KTÜ/Fatih Eğitim Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Öğretmenliği Bölümü’nü kazandı. Dersaneye gitme imkânı ve zaman kaybına tahammülü olmadığı için kazandığı fakülteyle yetindi. 1992 yılında okulu bitirdi. İlk göz ağrısı olarak nitelediği Gümüşhane’de beş yıla yakın öğretmenlik yaptı. Her geçen gün öğretmenliği daha çok sevdi. Artık öğretmenliği bir tutku olarak görüyor. Vatan borcunu İstanbul’da Kara Kuvvetleri Lisan Okulu’nda Yedek Subay Öğretmen olarak onurla yerine getirdi. Bu peygamber ocağında yüzlerce yabancı subaya güzel Türkçe’mizi öğretti. Ankara’da girdiği sınavı kazanarak Akçaabat Anadolu İmam-Hatip Lisesi’ne Türk Dili ve Edebiyatı Öğretmeni olarak atandı. Burada iki yıl görev yaptı. Daha sonra girdiği yazılı ve sözlü imtihanı kazanarak Türkî Cumhuriyetlerden Türkmenistan’ın başkenti Aşkabat’a,üç yıl görev yapmak üzere, öğretmen olarak gönderildi. Burada Mahdumkulu Türkmen Devlet Üniversitesi İlâhiyat Fakültesi’nde ve İlâhiyat Lisesi’nde Türk Dili öğretmeni olarak çalıştı. Yine Aşkabat’ta Türkçe Öğretim Merkezi’nde(TÖMER) bir yıl boyunca değişik milletlerden kişilere Türkçe’yi sevdirerek öğretti. Şu anda Akçaabat’a bağlı Derecik İlköğretim Okulu’nda görev yapmaktadır. Bugüne kadar,en büyüğünden en küçüğüne kadar onlarca dergi ve gazetede fikrî,edebî,felsefî ve kültürel konularda yüzlerce yazı ve şiir yazdı. Bu yayın organlarından Türk Edebiyatı,Türk Dili,Bizim Çocuk,Çınar,Bizim Azerbaycan,Anadolunun Sesi,Üniversitelinin Sesi,Türkiye,Bizim Okul,Şenliğin Sesi,İnsanlığa Çağrı,Yeni Sesleniş,Gençliğin Sesi gibi dergilerde;Türksesi,Demokrat Gümüşhane,Kuşakkaya,Ortadoğu,Yeni Mesaj,Hergün,Candaş,Edebiyat,Bolu Üçtepe,Akçaabat Yeni Haber,Karadeniz Olay,Hizmet gibi gazetelerde yıllardan beri deneme,makale,fıkra ve şiirler yazmaktadır. “Bizim Okul” isimli kültür,sanat ve edebiyat dergisinin Yazı İşleri Müdürlüğü’nü yaptı. Kültürel organizasyonların çoğunda aktif olarak görev aldı. Sevgi,Dostluk ve Kardeşlik konulu şiir yarışmasında birincilik,Trabzon Belediyesi’nin düzenlediği Çevre ile ilgili yarışmada birincilik,yine aynı belediyenin düzenlediği “İki binli Yıllara Doğru Trabzon” konulu makale yarışmasında mansiyon,Akçaabat Belediyesi’nin değişik zamanlarda organize ettiği şiir yarışmalarında birincilik,ikincilik,üçüncülük ödülleri kazandı. Karadeniz Yazarlar Birliği kurucularındandır. Halen bu birliğin üyesidir. Bunların yanında elinin altındaki öğrencilere rehberlik ederek ve bizzat örnek olarak,onların da pek çok kültürel yarışmada ödüller almasına zemin hazırlamıştır. İkisi kız,biri erkek olmak üzere üç çocuk babasıdır.

Etkilendiği Yazarlar:
Necip Fazıl Kısakürek,Mehmet Akif Ersoy,Yahya Kemal Beyatlı


yazardan son gelenler

yazarın kütüphaneleri



 

 

 




| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık

| Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi |

Custom & Premade Book Covers
Book Cover Zone
Premade Book Covers

İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim Yapım, 2024 | © M.NİHAT MALKOÇ, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır.
Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz.