"Hayranlığı o dereceye vardı ki; yere düştü ve kendinden geçti." -Fuzuli (Leyla ile Mecnun) |
|
||||||||||
|
Otobüs yolculuğu eminim ki sıcakta ayrı, soğukta ayrı bir çiledir. Ama insanoğlu içinde bulunduğu ortama çok kolay uyum sağlayabilen bir canlı türü. Hem de o kadar uyum sağlıyor ki; kendisine rahatsızlık veren şeylere teslim oluyor hemen. Değiştirebileceği, düzeltebileceği şeyler için uğraş vermesi gerekirken; kabullenme basiretsizliği göstererek, yanlışların kalıcı olmasına neden oluyor. İşte bu nedenledir ki şehir içindeki ve küçük kasabalarda yakın yerleşim birimleri arasındaki otobüs yolculukları, insanlar için bir çile oluyor. Nasıl mı, neden mi? Haydi gelin, sizinle bir otobüs yolcuğuna çıkalım. Daha doğrusu ben otobüse bineyim. Sizler de yaşadıklarımı görün. Televizyonda bir film izler gibi. Öyle hayal edin. Nedenleri ve nasılları birlikte görelim. Ne dersiniz? Mudurnu’dan Bolu’ya otobüsle gidiyorum zaman zaman. Ve her yolculuğumda, otobüsle yolculuk yapmanın bana ne kadar zaman kaybettirdiğini düşünüyorum. Biz yolcular hep kendimizi düşündüğümüz ve başkalarının haklarına saygı göstermediğimiz için, Mudurnu-Bolu arasındaki yolculuğumuzun bir işkenceye dönüşmesine neden oluyoruz. İlk bakışta her şey yolundaymış gibi görülebilir. Ama otobüse bindiğinizde yolcuların davranışlarına dikkat ederseniz, çevrenizi iyice gözlemlerseniz, benim rahatsızlık duyduğum şeylerden eminim siz de rahatsızlık duyarsınız. Biletinizi alıp otobüse binersiniz. Otobüs tam zamanında kalkarsa, şanslısınız. Çünkü genelde, tam son anda otobüse yetişenler, otobüsü bekletenler, hatta hareket eden otobüsü şöyle kuvvetli bir ıslık sesiyle durduranlar bile olur. Otobüsün arka tarafında boş yer olsa bile , yakın mesafede inecek olanlar hep ön tarafa dikilirler. Şöföre gelişigüzel, gereksiz sorular sorarlar. Şöförün dikkatini dağıtırlar .”Lütfen şöförle konuşmayınız.” Uyarısını hiç görmezler. Ellerindeki paketleri ayaklarının dibine koyarlar. Otobüs hareket edip tam hızlanacağı sırada, otobüs yazıhanesine 30-40 m. mesafede, bir yolcu durdurur otobüsü. Geç kalan bir yolcudur bu. Otobüsü yakalamanın verdiği rahatlıkla atlar içeriye. Elli-yüz metre sonra biri daha. Şehirden çıkıncaya kadar dört-beş yerde durdurulur otobüs. Bu her durup kalkma size bir-iki dakika zaman kaybettirir. Ama birçok kişi birkaç dakikanın öneminin hiç de farkında değildir. Oysa ki o birkaç dakikada neler yapılabilir neler! Örneğin kalp krizi geçiren birisi, birkaç dakikada, doğru bir müdahaleyle hayata döndürülebilir. Bir uçak birkaç dakikada yüzlerce km yol alabilir. Ne bileyim, bir öğrenci sınavda iki dakikada bir soruyu cevaplayabilir. Belki o bir soruyla sınavı kazanabilir....İşte ben, otobüsün benim zamanımdan aldığı iki dakikada ama her iki dakikada bunları düşünürüm. Sonra efendim, otobüste bir uğultu başlar. Herkes yanındakiyle , birkaç koltuk ilerisindeki ya da gerisindekilerle yüksek sesle konuşur. Sigara üstüne sigara yakılır. Şöförün yolcular için çaldığı teybin sesi, bu gürültülere karışır gider. Vardığınız şehrin girişinde otobüs, hemen hemen her sitenin başında, sanki durak olmuş caminin, kasabın, bakkalın önünde defalarca durur, yolcu indirir. Seksen- yüz metre ilerleyince; ”Kaptan! Biz burada inelim.” sesleri duyulur. Otobüs durur, yolcu indirir, yeniden hareket eder. Daha hızını almadan; bir başkası “Ben şu köşede ineceğim.” der. Az sonra başka bir yolcu ,”Kaptan ! İlerideki caminin önünde beni indir.” diye emreder. Ve o sabırlarına hayran olduğum otobüs şöförleri, söylenen her yerde dururlar. Yolcuları her istedikleri yere bırakırlar. İşte her duruş-kalkışlarda harcanan zaman 50kmlik bir yolda en az yirmi dakikayı bulur. Hiç kimse otobüsten inip , birkaç yüz metre yürümeyi göze alamaz. Sizinse sinirleriniz bozulur. Başlarsınız söylenmeye. Sizin homurdanmanızı kimse duymaz bu arada. Duyanlar ya da görenler de size acayip acayip bakarlar. Herkesin alıştığı bu durumdan sizin şikayetçi olmanız, gariplerine gider .” Ne yani! Kırk yıldır yapılanlardan, uygulananlardan rahatsız olmak sanki senin üstünüze vazife mi?(!) Ne acelen var? Bir tek senin mi işin var? Bizim canımız yok mu? “ Der gibi ters ters bakarlar size. Böylece özel arabanızla kırkbeş dakikada aldığınız yolu otobüsle bir saatte, bazen bir saat on dakikada alırsınız. Demek ki otobüs, yolda geçirdiği zamanın en az yirmi dakikasını yolcu indirmekle,bindirmekle geçiriyor. Hem de kırk dakikalık bir yolda. Bu süre çok fazla değil mi?... Düşünüyorum da bir insan ancak kendi arabasını bu kadar keyfi kullanabilir. Bizden başka yirmi-otuz kişinin bulunduğu bir otobüsü, nasıl böyle kendi isteklerimiz doğrultusunda kullanıyoruz, anlayamıyorum. İstediğimiz yerde otobüsü durduruyor biniyoruz; istediğimiz yerde durdurup iniyoruz. Başkalarının zamanını alıyoruz. Yolcular arsında doktora randevusu olabilecek kişilerin randevularına geç kalabileceklerini; bir otobüse yetişmesi gereken yolcuların, bizim yüzümüzden otobüsü kaçırabileceklerini hiç düşünmüyoruz. Böylece otobüs yolculuklarını bir işkenceye dönüştürüyoruz. Bakın size ne anlatacağım:Bir gün otobüsümüz Bolu’ya girmek üzere. Şöförün cep telefonu çaldı. Bir şeyler konuştu ama, ön sırada oturmama rağmen anlayamadım. Telefonu söylenerek kapatan şöför, anayoldan ayrıldı. Bir köy yoluna girdi. Acaba nereye gidiyoruz diye düşündüm. Yolculara baktım; bazıları ana yoldan ayrıldığımızın farkında bile değil. Farkında olanlar da hiç oralı değiller. Benden başka rahatsız olan yok.”Biz acaba nereye gidiyoruz? Otobüs neden bu yola girdi?” diye merak bile etmiyorlar.Hemen hemen her yolcu, yanında oturan yol arkadaşı ile sohbetini sürdürüyor. Onları görünce, şöföre “Nereye gidiyoruz?” diye sormaktan vazgeçtim. Allahtan köy, yola çok yakın da, hemen vardık köye. Otobüs bir evin önünde durdu. Şöförün biz yolculara bir açıklama yapmasını boşuna beklerken, o indi otobüsten. Önünde durduğumuz eve girdi. Birkaç dakika sonra geldi ve yola devam etti. Yolculara hiçbir açıklama yapmadı, özür dilemedi. Şaşırdım kaldım. Bir insan nasıl böyle sorumsuz, duyarsız olabilir diye kendi kendime sordum. Bu arada şöför, hostes koltuğunda oturan yolcuya içini döktü: Şöförün ehliyetsiz bir yakını(sanıyorum çocuk yaşta olan biri) babasının arabasını kullanmak istiyormuş. Bizim duyarlı(!) şöförümüz bu genci, trafiğe çıkmama konusunda ikna etmiş. Biz işte bunun için bekletilmişiz meğer. Otobüs köy yolundan tekrar ana yola girmek üzereyken , yolu kapatan bir araba gördük. Şöför, arka arkaya çaldığı kornayla sürücünün arabayı yoldan çekmesini sağladı. Bu arada bizim kaptan, yolu kapatan şöföre çok kızdı yaptığı saygısızlık için. ”Dünyada ne davarlar var!” diye söylendi. Kendi yaptığı yanlışın - daha doğrusu davarlığın- ve saygısızlığın farkında bile değildi. Ama, yolu kapatan şöförün yaptığı yanlışı görüyordu. Şöförümüzün bize yaptığı bu saygısızlığa katlanmak zorunda kaldığım için, asıl ben kendimi davar gibi hissettim. Bu arada biz şöförün gelmesini beklerken, otobüsteki yolcuların bu durumdan hiç de rahatsız olmadıklarını, birbirleriyle tatlı tatlı sohbet ettiklerini hayretle gördüm. Neden ben de onlar gibi rahat olamıyorum diye kendi kendime söylendim. Şimdi gelelim madalyonun diğer yüzüne: Bu kadar sıkıntılarına rağmen, otobüs yolculuğunun çok da zevkli yanları vardır. İşte bu güzel yanları kötü yanlara katık ederek katlanabilirsiniz otobüs yolcuğuna. Yukarıda sözünü ettiklerimi görmezden, duymazdan gelirseniz, çok zevkli bir yolculuk bile yapabilirsiniz. Otobüste öyle tatlı sohbetler edilir ki! Yöremiz insanının o kendine özgü konuşma biçimiyle, çok tatlı sohbetlere, diyaloglara tanık olabilirsiniz. Onları dinlerken vaktin nasıl geçtiğini anlayamazsınız. Zaten yüksek sesle konuşulduğu için, konuşmaları duyabilmek için ayrıca bir gayret sarfetmeniz gerekmez. Hele iyi bir dinleyici, iyi bir gözlemci iseniz mesele tamamdır. Ben çok tanık oldum bu sohbetlere. İşte bunlardan biri: Benim oturduğum koltuğun yanındaki sıranın bir arkasında iki hemşehrimiz oturuyor. İki erkek. Yaşları tahminen ellibeş, altmış gibi. Biri durmadan sigara içiyor. Sohbet koyulaştıkça sigaranın birini söndürüyor, birini yakıyor. Önce kümeslerindeki tavukların bakımının zorluğundan, yakalandıkları bir hastalık nedeniyle çok tavuklarının öldüğünden söz etti sigara içen. Zavallı belki de bu yüzden peşpeşe sigara içiyordu. Diğeri şöyle bir sonuca vardı, tavukların hastalık sebebi hakkında : ”Arkadaş! Öööne(öyle) önüne her gelen kümese girerse olacağı bu. Çoluk-çocuk kümese girmecek. Kayfe(kahve) gibi giren-çıkan belli omassa(olmazsa), toğukla mikrop kapa(kapar); hastalığa yakalanır..... Bi de kötü civci veriyolla arkadaş. Geçen bizim civcile cin gibiydi. Bu seferkile(seferkiler) bi ölgün ölgün(cansız). Yerlerinden gakacak(kalkacak) halleri yok. Böne(böyle) toğuk, et mi duta?(Kilo mu alır?) Zararına çalışıyoz vesselam. Unca(o kadar) gece de gakıp(kalkıp) bakıyoz emme(ama), omeyo(olmuyor). Bu sefer para mara gazanmaz da, bayrı(bari) zarar etmesek.”....... Bunları söyleyenin elinde bir tesbih. Sinirini tesbihten çıkarıyor gibi. Şıkır şıkır ses çıkarıyor tesbih taneleri elinde. Diğeri arada bir başıyla onaylıyor arkadaşını. Sigarasını tüttürmeye devam ediyor. Sonunda sigara içene soruyor arkadaşı: ” Yeren(arkadaş), bu gaçıncı? Emme(ne kadar çok) cigara içiyon be! Ben de içtim bu mereti emme, sen gibi içmezidim. Günde bi peket yeterdi. Sen menemme(galiba) aşşama(akşama) gada(kadar) iki peket içesin bu hıznan(hızla).” Cevap veriyor sigara içen: ”Alışmışın arkadaş. Alimallah garıdan vazgeçerin, bu meretden gene vazgeçmen. Geçen sene bi bırakım dedim. Narasın( ne gezer)! Bırakamadım. Bi hafta zor dayandım. Aman yeren(arkadaş), ciğara içemeyon deye(diye) bende bi sinir bi sinir. Evdekilere sinirden gıran goyom(kırıp geçiriyorum). Bizim garı(hanım) bakdı olacak gibi del(değil). Getdi(getirdi) ciğara peketini önüme godu(koydu) . Aman, al iç! İç de hiç omadı(hiç olmazsa) bizi ırahat(rahat) bırak dedi. Şinci(şimdi) esgisinden ta (daha)çok içiyom.” Sonra başladılar piyasa ekonomisinden söz etmeye. Köylünün aldığının pahalı, sattığının ucuz olduğundan yakındılar. Siyasi parti liderlerine verdiler veriştirdiler. Onların neler yapmaları gerektiğinden, ne yapmadıklarından dem vurdular. Kısacası, tüm sıkıntılarına rağmen otobüs yolculuğunu seviyorum. Duymadığım haberleri yolculukta duyuyorum. Köylü vatandaşlarımızı neyi kaça aldıklarını, kaça sattıklarını bu yolculuklarda öğreniyorum. Otobüs yolculuğunun iyi yanlarını kötü yanlarına katık ederek dayanıyorum otobüs yolculuklarına. Yoksa, kafayı yemek işten bile değil.
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © Kâmuran Esen, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |