Şiir, duyguların dilidir. -W. Winter |
|
||||||||||
|
Dün, bir tetkik için Bolu’daki bir hastaneye gittim. Sıramı beklemek için, diğer bekleyenlerin arasında yerimi aldım. Otur otur otur. Sıkıntı bastı......Ah! Keşke yanımda iki söz edecek bir arkadaş olsaydı......Şöyle bir göz gezdirdim bekleyenlere. Allah rızası için “merhaba” diyecek tanıdık kimse yok. “ Olsun! Zararı yok. Nasıl olsa konuşacak birini bulurum.” Dedim içimden. Genelde bulurum da.....En azından biri çıkar; “Hanımefendi ! Neyiniz var?” diye sorar.Ya da ben, yüzünde hafif bir gülümseme gördüğüm birine sorarım aynı soruyu. Derken arkası gelir. Havadan, sudan, hastalıktan derken; bir bakarsın politikaya bile girivermişiz.Olurmu olur. Yanılmışım. Kimseyle iki lâf edemedim.Gözgöze geldiğim hastalar, o an gözlerini üzerimden aldılar çünkü. Ben de hiç kimsede, benimle konuşmayı isteyen bir işaret göremedim ne yazık. Mecburen sustum. Oysa ki, sağlık hizmeti veren bir kurumdaki kirli halının buraya hiç yakışmadığından söz etmek istiyordum. Birkaç dakikada bir odalara giden o kadar çayı, kuşburnunu, ne bileyim ıhlamuru kimlerin nasıl içebildiklerinden söz etmek istiyordum. Ama kime? Kim dinleyecek beni? Derken bir hemşire geldi bir hastanın yanına, oturdu. Başladılar sohbete. Hemşire hanım, bayanların çalışmasının zorluğundan söz ediyordu. Onun sözlerine katılmadığımı söylemek istedim. Emekli olduğumdan beri evde bazen çok sıkıldığımı hatırladım.Yüzüme bakarak konuşsa, hemen devreye gireceğim. ”Yooook! Çalışmak çok güzel. Ben 28 yıl çalıştım. Keşke biraz daha çalışsaydım. Eski yoğun çalışma tempomu, yorgunluğu özlüyorum şimdi.” Diyecektim. Ama hemşire hanımdan hiç yüz bulamadım. Oysa, Hemşire Hanım tanıdık gibi geldi bana. Sanki yıllar önce Mudurnu’dan tanıdığım biri gibi.O ise, bana baktığında, hiç de tanıdık gibi davranmıyordu.Demek ki yanılmıştım. Keşke tanıdık olsaydı. En azından, “Baharda yağan bu kar’a ne demeli?” diye, öylesine bir soru soracaktım kendisine. Arkası gelirdi. Ayaküstü de olsa lâflardık. Ama olmadı........ Çaresiz dinledim konuşmalarını. Araya girmemek için zor tuttum kendimi. İlle de bir şeyler konuşmak istiyor canım. Öfffff! Tanıdık bir hasta bari gelse şuraya da, iki lâf etsek. Kulaklarım ve gözlerim hemşiredeydi. Şivesi bile kulaklarımı okşuyordu hemşirenin. Bu şive, benim kasabamın şivesiydi. En sonunda dayanamadım.”Siz Mudurnulu değil misiniz?” dedim; konuşacak birini bulmuş olmanın sevinciyle. ”Evet” dedi soğuk bir sesle. ”Siz Kâmuran Öğretmen’ diniz, di’mi?” Meğer tanımış beni ama, bir “merhaba” demeye gerek duymamış. Onlar konuşmaya devam etti , ben susmaya. Can sıkıntısından ve sırasını bekleyenlerle ikide bir gözgöze gelmemek için, duvarlarda dolaştırdım gözlerimi. Bir doktorun kapısına asılan levhanın yamuk olduğunu farkettim. Başka yere kaydırıyorum gözlerimi, olmuyor. Dolaşıyor dolaşıyor gözlerim, o yamuk levhaya takılıyor. Neredeyse kalkıp levhayı düzelteceğim. Birisine, “Şu yamuk duran levhadan çok rahatsız oldum.Ya siz?” demek istiyorum. Ama hiç kimsenin levhaya bakmadığını görüyorum. Susuyorum.........Öffff! Konuşamamak ne sıkıntı vericiymiş! Buradan çıkınca bunun acısını çıkarırım diye, kendimi teselli ediyorum. İki bey geldi eli çantalı. Kenarda duran basküle çıktı biri.Yanındakine “Acaba doğru tartar mı?” dedi gülerek. İçimden; “Hergün onlarca kişinin üzerine çıkıp indiği bir baskül, hiç doğru tartar mı? En iyi baskül, sürekli tartıldığınız basküldür.” Dedim. Ama bunları yüksek sesle söyleyemediğim için çok rahatsız oldum. Sonra efendim, duvardaki bir kış manzarasına gitti gözlerim. Teleferik vardı ön planda. ”Bu manzaranın hastaneyle, sağlıkla veya hastalıkla ne ilgisi var? Bunun yerine başka bir resim asamazlar mıydı?” diye düşündüm...Hay Allah! Konuşacak öyle çok şeyim var ki! Ama beni dinleyecek kimse yok.Oysa; o kış manzarasının yerine, hastane duvarına ne gibi resimler asılabileceği konusunda öyle çok seçenekler vardı ki aklımda...Tüh! Allah kahretsin! Daha ne kadar susacağım ben....... Derken sıram geldi, içeri girdim. Konuşamıyorum ama, en azından vücudum hareket etti. Buna da şükür.Suspus oturmaktan iyidir......İçerideki hemşirenin, tetkikten önce “Kilonuz kaç, boyunuz ne kadar, kaç yaşınızdasınız?” sorularına; susmaktan sıkılmış, birkaç cümleyle de olsa konuşma fırsatı bulmuş olmanın sevinciyle yanıt verdim. Hemşirelerin “Ooooo! Ölçüleriniz çok iyi. Bu yaşta kilonuzu ne kadar güzel korumuşsunuz” falan demelerini bekledim.Genelde böyle iltifatlar alırım da. Nerde! Herkesin işi gücü var., beni mi oyalayacak........Ah bir deselerdi.Onlara ayaküstü , kısa bir konferans vermeyi ne kadar isterdim rejim ve diyet konusunda.....Bugün kimsenin benimle konuşmaya niyeti yok. Sırtüstü yatmış vaziyette, makinenin altında beklerken mecburen tavana baktım.Yanımda duran hemşireye; “Dakikalarca tavana bakmak zorunda olan hastalarınız için, tavana resimler, yazılar assaydınız. Biz hastalar da bunlarla oyalansaydık.” Diye espri bile yapmayı düşündüm. Ama öyle ciddiydi ki, o an vazgeçtim. İçimden bir- iki şiir okudum.Can sıkıntısından üzerimdeki âletin, tavandaki lâmbanın markasını okudum. Hemşirenin hırkasında kaç tane ilik olduğunu saydım. Pencereden görünen, üzerine kar yağmış çiçekli ağaçların oluşturduğu tezatı düşündüm....Birilerine, cemre düşerken yağmayan kar’ın, gecikmeli olarak mı şimdi yağdığını sormak, söylemek istiyordum. İçimden "Mart kapıdan baktırır, kazma kürek yaktırır." diyordum. "Ah benim atalarım! Ne güzel sözler etmişsiniz ."diye düşünüyorum. Ama konuşamıyorum....Bir çıksam hastaneden konuşacak birini bulurum kesinlikle. Hastaneden çıkıp taksiye bindiğimde, hemen söze başladım. İneceğim yere gelinceye kadar, havadan sudan konuştuk şöförle. O da benim gibi konuşmayı seven biriymiş. ”Hay Allah senden razı olsun.” Dedim içimden. İşte böylece rahatladım. Kısacası ; susmanın, insanın yanında konuşacak birinin olmamasının ne kadar sıkıcı olduğunu dün çok iyi anladım. Her zaman, her yerde; sizi dinleyecek, sizinle konuşacak birileri hiç yanınızdan eksik olmasın.”Çok mu gerekli?” demeyin sakın.Valla çok gerekli, hem de çok!
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © Kâmuran Esen, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |