Umutsuzluğa düşmeyin. -Charlie Chaplin |
|
||||||||||
|
Yağmur çiselemeye başlıyor. Güç bulmak niyetiyle baston gibi sapına dayandığım şemsiyeme gerçek görevini hatırlatmak için öne doğru uzatıp açıyorum. Kocaman simsiyah bir gölge kaplıyor üstümü. Islanmaktan kaçınıyormuşum gibi biraz öne eğiyorum şemsiyeyi ve karşımda duran insanlarla göz temasını gizlice engelliyorum. Şimdi tek başınayım ve sanki bu yüzden içim biraz daha rahat. Gözlerim ister istemez eğik duran başımın kontrolü dahilinde, karşımda dizilmiş ayakkabılara kayıyor. Yağmurla yumuşamış toprağa gömülen topuklar, üstünde su damlalarının durduğu pırıl pırıl parlayan rugan ayakkabılar, ince bileklerden yukarı tırmanan siyah çoraplar ve hemen yanında bacakların gerisini görmek istermiş gibi uzun topuklara yanaşmış geniş erkek ayakkabıları. Bu sefer gözlerim kıyaslama yapmak için kendi ayakkabılarıma kayıyor. Çok şık olduklarını söyleyemem. Kenarlarına çamur bulaşmış, evden çıkmadan önce parlasınlar diye fırçalamama rağmen şimdi toprakla karışık sıçrayan yağmur suyundan matlaşmış duruyorlar. Genel bir görünüm olarak kendimi düşündüğümde, bu doğanın bile şıklıklarına gölge düşüremediği insanların yanında oldukça mütevazı kaldığımı fark ediyorum. Bugünün rengi siyah; bu duruma ayak uyduran kara bulutların başımızda toplanmasından da anlaşılacağı gibi. Karanlığın lordları ve leydileri karşımda portreleri yapılmaktaymış gibi poz verirken, gözüm karanfillerin kırmızı rengine takılıyor. Hayatta bu kadar çok renk varken, bizim fakirliğimize bak diye geçiriyorum aklımdan. Babam olsaydı… susuyorum. Şemsiyemin üstüne vuran küçük trompetçi yağmur damlalarının senfonisini dinliyorum. Arka fonda bir uğultu var. Konuşanlar bandosu; fısıltılar ve hıçkırıklar. Hepsi rahatsız edici sesler. Kulaklarıma ulaşmadan kovuyorum elimin tersiyle, görgüsüzce. Saatime bakıyorum şemsiyemin demirlerine dokunuyormuş gibi kaldırdığım kolumu yan çevirerek. Kırk üç dakikadır burada olduğumu hesaplarken, saatin koyu kahverengi yıpranmış kayışına gözüm takılıyor. Eski bir saat; camı çizilmiş, içi sararmış. Babamın kolundayken, her baktığında zamanının hızla tükendiğini gösteren saat. En azından yılların nasıl geçip gittiğini ellerinde bir bardak konyak ve puro eşliğinde anlatan dostlardan daha sadık. Toprak eşeleniyor. Adımlar eziyor ağırlıklarıyla ıslak çimleri. Acaba bu şemsiye, bana yaklaşanlarla aramda bir mesafe oluşturmama yardımcı olur mu? Yoksa kabalık mı etmiş olurum teselli dokunuşlarından kaçınarak? Bir iki gölge değmeden geçiyor gölgeme teğet. Ama o kadar da şanslı değilim bu akşam. Şemsiyemi geriye çekmem gereken yaklaşımlar oluyor. Omzumda tanımadığım eller ve karşımda dinlemediğim dudaklar kıpırdanıyor. Sadece donuk gözlerle seyrediyorum olanları kendi dünyamın yüksekliğinden. Onlar ise bu soğukluğumu taze acıma veriyorlar. İstediklerini yapsınlar, mesaileri bitti , artık ayrılabilirler. Çevrem gitgide tenhâlaşıyor. Bu kasvet kokusunu üstünden atıp etrafı seyrediyorum. Gardolaba belki bir daha neşeli bir partide giyilmek üzere yerleştirilecek olan takım elbiseler geçiyor yanımdan. Evet, onlar sadece pahalı elbiselerden başka bir şey değiller benim için. Sadece iluzyondan ibaret yaslı kuklalar. Babam olsaydı da bunları görseydi…susuyorum. Uzun kapkara arabalar konuklarını almak için yanaşıyor sırayla yol kenarına. Annem yaklaşıyor, yüzüme bakmıyor. Yanımdan geçerken duruyor, eliyle sadece dokunmak isterken tüm ağırlığını veriyor omzuma. Ve başka eller geri çekiyor onu, yorgunluğunu arabaya taşıyorlar. Yavaş yavaş siliniyor havadan sesler. Arkama dönüp bakmama bile gerek yok. Biliyorum artık yalnız olduğumu. Artık şemsiyeye ihtiyacım yok. Görevini başarıyla yerine getirdi. Şimdi tek başıma, saklanmadan ıslanabilirim. Suskunluğumu bozabilirim belki. İçimden konuşsam da nasıl olsa duyar beni. Babam şu halimi görse… gülerdi. Artık koca bir adam olmuşken hâlâ ağladığımı saklamaktan nasıl utanmadığımı sorar, suçu boşu boşuna masum yağmur damlalarına atmamam gerektiğini söylerdi. Her şeyi boşver, sadece burada olsaydı… Güliz Dülgeroğlu
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © güliz dülgeroğlu, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |