Eğer bir kelebeği sevebiliyorsak, tırtıllara da değer vermemiz gerekir. -Antonie de Saint-Exupery |
|
||||||||||
|
Parkın bu terkedilmiş hali hava kötü de olsa hoşuna gitti ve eski günleri bir parça hatırlamak hiç de fena olmazdı. İçeri süzülerek üzerine onlarca isim kazınmış bir bankın üzerine oturdu. Fırtına ağaçların arasında daha da korkutucu bir hal alıyordu. Sağa sola hızla savrulan dallar ve yapraklar arasında ıslık çalan rüzgarın sesi sözcüklere dönüşür gibiydi. Selim, elleri ve kollarıyla canlıymış gibi hareket eden dalların muhteşem danslarını izlerken birden cılız bir ses işitti. “Hey sen” dedi biri. Etrafa bakındı kimse yoktu. Rüzgarın sesi herhalde diye düşünürken, aynı cılız ses, “üzerime basıyorsun” dedi. Selim eğilip sesin geldiği yere baktı. Yerde toprak ve çimenden başka bir şey yoktu. “Ayağını kaldırırsan belki görebilirsin”. Selim korkuyla ayaklarını kaldırdı. Yuvasına gitmekte geç kalmış bir karınca kendini korumak için tor top olmuş yerde duruyordu. Karınca eski halini almak için gerindi. Selim onun o haline acıdı, “yardım ister misin" diye sordu. Karınca “Diyojen’in dediği gibi gölge etme başka ihsan istemem” diye cevap verdi. “İyi de seni görmemi nasıl beklersin öyle küçüksün ki”. “Bunun için gözlerini değil yüreğini kullanman gerekirdi...” Selim özür diledi. “Benden de özür dilemelisin” dedi bir başka ses. Bu seferki daha güçlüydü. Selim şaşırdı, konuşan yanında yükselen kavak ağacıydı. Dallarıyla gövdesine kazınmış kalp şeklini işaret ediyordu. İçinde iki tane iç içe S harfinin bulunduğu bir kalp resmi. “Hatırladın mı?” Simten ve Selim. Lisede aşık olduğu kıvırcık sarı saçlı kızın ismi ile kendi isminin baş harfleriydi. Unutulmuş uzak günler ama hatırladı Selim. Ağaç devam etti, “bunları bıçağının sivri ucuyla bedenime kazırken canımı öyle yaktın ki, acıyla bağıran sesime kulak tıkadın, gözlerimden süzülüp akan yaşları görmezliğe geldin”. Selim, “ama nasıl duyabilirdim ki” diyecek oldu. Sonra karıncanın sözleri aklına geldi. Tam kavak ağacından da özür dileyecekti ki, bir başka ses duyuldu. İnce, kibar bir sesti bu. Konuşan bir iğde ağacıydı. O da özür bekliyordu kendisinden. Yıllar önce annesi için kopardığı çiçek açmış dallarının hesabını soruyordu. “Oysa ben” dedi iğde ağacı, “yalnız dostlar için, beni sevenler için tüm kış boyu içimde sakladığım güzellikleri, çevreme yaşama zevki vermek, dünyanın her şeye rağmen yaşanmaya değer olduğunu göstermek için paylaşıyorum. Peki sen ne yaptın beni incittin, yalnızca birkaç gün odan güzel koksun diye çiçekli dallarımı tüm direnmelerime rağmen hoyratça kopardın, dostlarımı günlerce sürecek güzel kokulardan mahrum ettin”. Selim ne diyeceğini bilemiyordu. Bahsettiği iğdeleri ne zaman kopardığını bile hatırlamıyordu. Annesi öleli on yıl olmuş, demek ki bahsettiği olayın üzerinden en az bir on yıl geçmişti. Selim ağaçların bir hafızası olduğunu hiç bilmiyordu. Kavak ağacından da, iğde ağacından da özür diledi. Bu arada fırtına şiddetini artırmış, çöp tenekesi olduğu halde saygısızca oraya buraya fırlatılmış poşetler ve çöpler Selim’in etrafına öbek öbek yığılmıştı. Çöp dağlarına takılan gözlerini yukarı kaldırdığında, fırtına öncesi çatıların saçaklarına gizlenmiş kuşların, kedi ve köpeklerle birlikte çevresini sarmış olduğunu fark etti. Kuşlar çevresinde bir çember oluşturmuş sürekli kanat çırpıyorlardı. Kuşlardan birisi konuştu. “Merhaba Selim, arkadaşların sana böyle sesleniyorlardı değil mi... Selim ?” Bunlar her yerde rastlanabilen sıradan güvercinlerdi. “Hala sapanların duruyor mu” diye sordu en yaşlı olanı? İlk okulda amcasının yaptığı sapanı hatırladı Selim. Onunla kuşları az hedeflememişti. Bunlar o güvercinler miydi acaba, üzerinden belki de otuz yıl geçmiş olmalıydı. Oysa kuşlar en fazla on, bilemedin on beş yıl yaşamazlar mıydı? Kedilerden biri, tırnaklarını göstererek dişlerinin arasında tısladı. Kuyruğu yoktu bu kedinin. Oturduğu bank fırtınadan sarsılır gibi oldu. Aslında bankın hareketi fırtınadan değildi. Yaslandığı arkalık her iki yanından kendisini hareket edemeyecek şekilde sıkıca kavramıştı. Selim çırpındıkça etrafındaki çember daha da daralıyordu. “Ama bu haksızlık” dedi. “Yıllar önce olup bitmiş işler için herhalde beni cezalandırmaya kalkmayacaksınız. Üstelik hepinizden de özür diledim.” Yaşadıkları ancak düşlerde görülebilecek türden şeylerdi. Rüya görüyordu herhalde. Korkmasına gerek yoktu. Nasıl olsa birazdan uyanacaktı. Kulağı kesik bir köpek “çevrenizdeki her şeyi yok ettiniz” dedi. “Bir tek bizler kaldık sizlerle yaşayan. Bizleri de yok etmek için elinizden geleni yapıyorsunuz.” Dişlerini gıcırdatarak Selim’e doğru iyice yaklaştı. Selim köpeğin aksayan bacağını fark etti. “Biliyor musun, bana arabasıyla çarpan adam dönüp de neye çarptığına bakma gereğini bile duymadı. Varlığınızın dışında hiçbir şeyin önemi yok. Bu Dünya yalnızca size aitmiş gibi yaşıyorsunuz. Sizler için yaptığımız fedakarlıkları fark edemeyecek kadar da bencilsiniz. Üstelik fark etmemekle kalmayıp bir de kötülük yapıyorsunuz. Sizi affetmemizi nasıl bekliyorsun söyler misin? Bize ancak mantıklı bir açıklama yapabilirsen seni serbest bırakırız.” Selim ayağı aksayan köpeğin soluğunu yüzünde hissediyordu. “Belki birlikte yaşamayı öğrenebiliriz” dedi usulca, yüreği küt küt atıyordu. “Nasıl” diye güldü köpek, “birlikte yaşamak bizim de haklarımıza saygı duymakla olur, siz insanların bile birbirine saygısı yokken hatta kendinize bile saygınız yokken bize nasıl saygı duymayı öğrenebilirsiniz?” Selim yardım ister gibi başını kaldırıp etrafa baktı. Aniden başlayan fırtına geldiği gibi birden kesilmişti. Güneş gizlendiği gezgin bulutların arasından sıyrılarak, Dünyaya gönderdiği sevgi dolu ışık seliyle tüm canlıların yüreğini sarmalamaya başlamıştı yeniden. Yaşlı bir çift, torunlarıyla birlikte parkın kapısından içeri giriyordu. Kuşlar, hiçbir şey olmamış gibi ağaçların üzerinde neşeyle cıvıldıyor, sırayla parkın çeşmesinden damlayan suyu içmeye çalışıyor, kuyruğu kesik bir kedi, çöp kutularının etrafında keyifle dolanıyor, rüzgarın hafif esintisiyle kıpırdayan iğde ve kavak ağaçlarının yaprakları şarkı söyler gibi kendi aralarında fısıldaşıyorlardı.
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © Hülya Atakan, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |