Hepimiz kendimizi ifade edebilmek isteriz. Tek farkla ki; bazılarımız için bu zorunluluktur. Her yazarın, mutlaka yazmak zorunda hissettiği şeyler vardır. Kimi yazar, yazmaktan hoşlanmaz, masa başında geçen saatler kendisi için işkencedir, herşeye rağmen yeryüzünde sadece kendisinin bazı şeyleri ancak kendisi gibi söyleyebileceğini bilir ve yazmak zorunda olduğunu hisseder. Yazar, özbenliğinde büyük bir yetenek olmayabilir. Onu diğerlerinden farklı kılan, zihinsel öğeler ve sosyal gelişme bakımından başkalarına üstünlükten ziyade, deneyimlerini ve duygularını dönüştürebilme, aktarabilme yeteneğinden kaynaklanır. Aynı şekilde, dahice eserler üreten kişiler, en seçkin çevrede yaşayan, en parlak konuşma biçimine, en geniş kültüre sahip kişiler değil, kendileri için yaşamayı birdenbire keserek, kişiliklerini bir aynaya -sosyal ve bir bakıma zihinsel açıdan sıradan bir hayat da olsa, hayatlarını yansıtacak bir aynaya- dönüştürecek güce sahip olanlardır.
Benim de yazmak zorunda olduğum kitabım bu. Her düşüncemi kapsamasını istememe rağmen imkansız olduğunu yazdıkça görüyorum. Çünkü her araladıyıp kelimelere döktüğüm düşünceyi, başka bir fışkırma izliyor. Tam 'Tamam artık bitti' dediğim anda, söylenecek daha çok şey olduğunu fark ediyorum. Kendimi tamamen sayfalarda görmek istemiştim, bu bir tür kendini gerçekleştirme isteğiydi. Fakat yazma hızıma erişilmez bir hızla değişip, yenileniyorum. Elimde kalem, kağıt herşeyi not etmeye kalkışsam da durum farklı değil. Yazmakla tükenmeyecek kadar çok malzeme var. Bir anlık parlamalarla gelen çağrışımlar, sayfaları dolduracak kadar çok yansımalar. Öyle bir yaşam içindeyiz ki; aynı...nehirde akan suyun, hep su, fakat her an başka bir su olması gibi... Sürekli birşeyler keşfediyorum. Kendim, başkaları ve hayat hakkında ve bu keşiflere karşı uyanık olmak istiyorum. Aslında onların belki de her zaman farkındayız. Bu birikimle yaşıyoruz çünkü ve onlara her an yenilerini ekliyoruz. Çoğu insan farkında olmadan, doğal süreç içinde depolamasını gerçekleştiriyor. Yazmak için düşünmek, tüm olup biteni, içimdekileri kağıda dökme isteği, farklı boyutta farklı bir farkındalık sunuyor. İşte bu dönem çok zahmetli.
Keşifler, anlık aydınlanmalar, idrak aralanmaları sonsuzlukla aradaki engelin bir anlık kalkması gibi gelir bana...böylesi bir keşif -düşünce- sadece o ana özeldir. Hayatımızda sadece o anda öyle hissederiz ve çıktığı gibi sönüp gider. Garip zamanlarda garip şeyler çağrışım yapar. Bir kadının gözleri bezmişliğimi hatırlatır, bir gömleğin rengi pes etmemek gerektiğinin söylenmesi gerektiğini çağrıştırır. Bazen de silik bir anı...Farkında olup, gözünüzü açmazsanız, kayıp yok olurlar. Belki ilahi bir armağandır, ama avanaklığınız yüzünden değerlendiremediğiniz bir armağan. Armağanlara karşı uyanık olmak, kayıp gitmeden yakalayabilmek için yazıyorum...
Her zaman rahatlıkla yazamam. Yazma dönemleri benim için sıkıntıyla dolu. Her an kafamın dolu olması, duyularımın sonuna kadar açık olması anlamına geliyor, ayrılmaz bir baş ve göz ağrısı da cabası. Her an yanımda kalem kağıt bulundurmalıyım. Gecenin bir yarısı veya sokakta, keşfin ne zaman geleceği, başka bir deyişle kelimelere dökülmemiş geçmişin ne zaman somutlaşacağı hiç belli olmuyor. O kadar bizden görünmelerine rağmen, somutlaşmaların gerçekliğine, yok olmazlığına fazla aldanmamak gerek. Şimşek çakması gibidirler, iz bırakmadan çıktıkları yere geri dönebilirler, bir daha hatırlanmaları ya aylar sürer ya da imkansızdır. Nehir akmaya devam ediyor çünkü.
Amacım anlamak, anlaşılmak, yazmak için düşünmenin kazandırdığı farkındalıktan yararlanmak, insan olarak yeryüzüne kendimden birşey vermek ve benzerlerime ulaşmak. Şunu bilmeliyiz; insanlardan gerçek bir yardım alabilmemiz olanaksız, kendimize ancak kendimiz yardım edebiliriz. O y u n u n k u r a l ı b u ç ü n k ü .