Paranız varsa toprak alın. Artık üretmiyorlar. -Mark Twain |
|
||||||||||
|
Her neyse. Anlatmak istediğim bu değil. Beni asıl etkileyen, bu ikilinin sarfettikleri cümleler ve verdikleri mesajlar oldu. Onları deyimiyle “ Beyoğlu artık bozulmuştu. Eski Beyoğlu değildi. Güzelliklerin yerini çirkinlikler almıştı. Akşam saatlerinde bir bayanın rahatça yürüyebileceği bir yer olmaktan çıkmıştı. Aklınıza gelebilecek her türlü çirkinlikler artık olağan olmuştu. Keşke Anadolu’dan gelip, Beyoğlu’nun şimdiki halini hiç görmeselerdi. Beyoğlu, anılarındaki eski Beyoğlu olarak kalsaydı. ” İşte bu cümleler bana çok dokundu. Beyoğlu’nun eski halini hiç, şimdiki halini de pek bilmediğim için izlediklerim , bana yaşadığım çevrenin eski yıllardaki halini çağrıştırdı. Beni uzun uzun düşündürdü. “Yalnız Beyoğlu mu değişen? Yalnız; Anadolu’dan İstanbul’a gelmiş saf Anadolu çocuğu mu ? “ diye mırıldandım. Onların eski Beyoğlu’nu özledikleri gibi; benim de eski Mudurnu’yu özlediğimi farkettim. Müzikaldeki o usta iki oyuncu gibi derinden bir “Ah! “ geçirdim. Sizin anlayacağınız değişen birçok şeyden ben de memnun değildim. Eski Mudurnu’yu, çocukluğumdaki Mudurnu’yu özlemiştim. Hem de o zamanki zor yaşam koşullarına, bugünden çok geride olan olanaklarına rağmen. Oysa, değişen Mudurnu değildi, insanlardı.... Hadi gelin, sizi Mudurnu’nun otuz-otuzbeş yıl öncesine götüreyim. Mudurnu’nun eski halini özlemekte haklı mıyım, değil miyim?Buna siz karar verin. Çocukluğumdaki Mudurnu’da şimdiki olanakların birçoğundan habersiz yaşadık yıllarca. Ne televizyon, ne bilgisayar yoktu evlerimizde. Hatta uzun yıllar telefonumuz bile yoktu .İşte bu yokluklar insanları birbirleriyle kaynaşmaya, birlikte hareket etmeye zorluyordu. Güzel komşuluk ilişkilerimiz vardı. Başkalarıyla birlikte üzülme, başkalarıyla birlikte mutlu olma özelliklerimiz vardı. Komşuluklar, arkadaşlıklar güvenilirdi. Annemin komşularıyla ilişkileri çok sıcaktı. Evimizde bazı zamanlarda bulamadığımız yağ, şeker, tuz gibi şeyleri , hemen en yakın komşumuza gidip isteyebilme ayrıcalığımız vardı. Ben şimdi çocukluğumdaki gibi komşular bulamıyorum, bulamadım. İşin kötüsü, kendim de öyle komşu olamadım. Bakıyorum çevreme: Herkes aynı. Eskiden “Çat kapı” deyip kapısını çalabileceğimiz komşular; ya da “Evde misiniz? Biz geldik.” diyen komşularımız yok artık. Samimiyetimizi, birbirimize olan güvenimizi kaybettik. Bir de sinema vardı eskiden .Çarşamba ve Cumartesi günleri bayanlaraydı. Görevlendirilen bir çocuk, elinde boru veya borazana benzeyen bir şeyle avaz avaz bağırırdı. Mudurnu’nun bütün sokaklarını dolaşırdı. “Dikkat! Dikkat! Bugün saat ikide, falanla filanın başrolde oynadığı, falan filan isimli film oynayacaktır. Sayın halkımıza duyrulur.” diye filmi bizlere duyururdu. Pencerelerin camları açılır, ilkel bir yöntemle yapılan duyuruya dikkatle kulak verilirdi. Bağıran çocuğun yanında biri daha olurdu. Onun elinde de o gün oynayacak filmin afişi bulunurdu. Biz de annemizle, kardeşlerimizle , komşularımızla beraber sinemaya giderdik. Aman Allahım, o ne büyük zevkti! İki hafta üstüste sinemaya gitmek, anneme göre savurganlıktı. Bunu istediğimizde annem ,”Kızım daha geçen hafta gittiniz. Her hafta her hafta ne bu?” diye çıkışırdı. İşte o zamanki sinemaların güzelliği belki de bu kısıtlamadan geliyordu. Hep tadı damağımızda kalıyordu. Doyasıya ya da bıkıncaya kadar film izlemiyorduk. Annemin bizi her hafta sinemaya göndermemesi, her seferinde filmleri daha büyük zevkle izlememize sebep oluyordu. Demek ki annem, çok kolay elde edilen şeylerin bizi fazla mutlu etmeyeceğini biliyordu. O nedenle bizi her hafta sinemaya göndermiyordu. Eğer her hafta gitseydik sinemaya, eminim fazla keyif alamazdık. Acıklı filmlere bayılıyorduk. Sinemaya giderken mendillerimizi hazırlardık. Sanki ağlamak için giderdik sinemaya. Bizim için güzel olan film, acıklı olandı. Acıklı filmlere gidip ağlamaktan bile zevk alırdık. Annelerimiz film arasında verilen arada yapmak için elişlerini bile götürürlerdi. Biz çocuklar da o arada gazozlarımızı içerdik. Filmin gerisinin nasıl geleceğini tahmin etmeye çalışırdık. Türk filmleri bizim için vazgeçilmezdi . Bu filmlerin konularının hiç yabancısı değildik. Bizim yaşantımıza, çevredeki insanların yaşantısına benziyordu. Bayrama, düğüne, Lunaparka gider gibi mutlu gidiyorduk sinemaya. Türkan Şoray, Hülya Koçyiğit, Filiz Akın, Fatma Girik, Cüneyt Arkın, Ediz Hun; biz çocukların rüyalarını süslüyordu. Peki ya şimdi.....Televizyonda akşama kadar birçok film veriliyor. Seyreden kim? Çocukluğumdaki ya da gençliğimdeki o heyecanı, o mutluluğu duymam, o yıllardaki zevki almam mümkün değil. Değişen nedir dersiniz? Eski günlerden bahsederken dini bayramlardan söz etmemek mümkün mü?Bayramlarda ailemizin alabildiği giysiler günlerce önceden alınırdı. Ya da en yeni giysilerimiz bayram için yıkanır, ütülenirdi. Biz çocuklar sabırsızlıkla beklerdik bayramın gelmesini. Günler geçmek bilmezdi bir türlü. Hele o arife günleri uzardı da uzardı....Bayram sabahı babamın camiden gelmesine özenle giyindiğimizi,babamın elini öptükten sonra onun bize vereceği bayram harçlığı için elini cebine götürmesini nasıl gözlediğimizi hiç unutmam. Babamın cebinden çıkardığı bir lira bizi sonsuz mutlu ederdi. Küçük şeylerden mutlu olmaya alıştırılmıştık. Bayramda,uzun zamandır göremediğimiz uzaktaki akrabalarımızla görüşürdük. Ailenin en büyüğünün evinde toplanılırdı. Akrabalıklar,dostluklar, bayram sayesinde güçlenirdi. O zamanlar dini bayramlarda herkes evinde olurdu. Şimdiki gibi tatile çıkılmazdı bayramda. Böyle bir şey kimsenin de aklına gelmezdi. Bayramda evin kapısı kapatılmazdı. Eş,dost ve akrabalara karşı ayıp olurdu. Bayramlar “tatil” olarak değerlendirilmezdi. Neden bu duruma geldik dersiniz? Çocukların oyunları da farklıydı eskiden. Şimdiki çocuklar gibi çeşit çeşit oyuncaklarımız yoktu. Ama annemizin diktiği bezden bebeklerle,karpuz kabuğundan yaptığımız arabalarla, söğüt dalından yaptığımız düdüklerle mutlu olurduk. Topraktan fırın yapar,içinde ateş yakardık. Yabani gülleri bir şişenin içine koyar, üstüne su doldurur, şişenin içine soktuğumuz ince bir dal parçasıyla gül yapraklarını ezerdik. Gül yaprakları iyice ezilince, bunu tülbentten süzer, kolonya yapardık. Çam sakızını çam yapraklarının üstüne koyar, altından kibritle tutuşturur, yaprakların arasından süzülen çam sakızını zevkle çiğnerdik. Mis gibi kokardı. Oyunlarımızda bir yaratıcılık vardı. Oyuncaklarımızın bir çoğu, ya annemizin ya da kendimizin eseri olurdu. Çam kabuklarını yontarak bebek yapardık. Peki ya bugün? Bugün çocuklarımıza çeşit çeşit oyuncak alıyoruz. Fakat bizim çocukluğumuzda yaşadığımız mutluluğu onlara yaşatamıyoruz. Onlarda bir doyumsuzluk var. Eksik olan nedir dersiniz? Eskiden Mudurnu’da panayır kurulurdu. Biz çocukların en büyük eğlencesiydi panayırlar. Panayır, bir borç ödeme, satılan şeyin parasını alma günüydü. Alınan borçlar panayırda ödenir, alacaklarımız panayırda alınırdı. Bir para alış-veriş zamanıydı. Çocukların ihtiyaçlarının alındığı gündü. Neredeyse şimdiki Mudurnu Pazarındaki kadar satıcılar gelirdi ancak. O zamanlar , bu satıcıların bir arada bulunması bizim için özel bir durumdu. Buna bir de dönme dolapları, atlı karıncaları, salıncakları ilâve ederseniz; biz çocukların panayırda nasıl eğlendiğimizi tahmin edebilirsiniz. Üç günlük panayırda yaşadıklarımızın anısı biz çocuklara aylarca yeterdi. Bir de hayal meyal hatırladığım cambazlar vardı eskiden. Palyaço görünümde biri, uzun sopaların üzerinde yürürdü. Bu sopalarla sanırım iki metreden fazla boyu olurdu. Beşkavak Meydanında gösteriler yaparlardı cambazlar. Gerdirilmiş , yerden yüksekliği birkaç metre olan ip üzerinde bisiklete binen kızı hayranlıkla ve düşecek diye korkuyla izlerdik. Daha başka gösteriler de yaparlardı. Gösteri bitince, elindeki şapkayı ters çeviren biri izleyicilerin arasında dolaşır, para toplardı. Bir yandan da ;”Ayşe Hanım, Fatma Hanım, Kadriye Hanım, Bedriye Hanım diye başlayan güzel sözler ederdi. İşte bu cambazlar günlük yaşantımıza bir renk getirirlerdi. İnsanların birbirine yaklaşımı şimdikinden farklıydı. Komşuluklar, arkadaşlıklar, dostluklar şimdikinden daha sıcaktı. İnsanlara olan güvenimiz daha fazlaydı. Aile ziyaretlerinde , birbirimize gidiş gelişlerde teklifsizdik. Şimdiki gibi günlerce önceden telefon ederek randevu(!) alma gereği duymazdık. Eve gelen konuklarımıza ikramımızda mütevaziydik. Çocukların, gençlerin büyüklere saygısı daha yoğundu. Mânevi değerlere verdiğimiz önem, şimdikinden çok fazlaydı. Şimdikinden daha mutluyduk. Kısacası eski Mudurnu’daki dostluklar, arkadaşlıklar, komşuluklar şimdikinden daha sıcaktı. Yaşam koşullarının ağırlaşması, insanlık ilişkilerimizi zayıflatmakta en büyük rolü oynadı sanıyorum. İkinci etken ise, bana göre televizyon. Televizyon her şeyi evimize kadar getirdi. Bizi evimize kapattı. Başkalarında aradığımız mutlulukları, teselliyi bize televizyon sundu. Bir dost muhabbetine bile ihtiyaç duymaz olduk. Sanki dünyamız daraldı. Sosyal ilişkiler unutuldu. İnsanların birbirine pek ihtiyacı kalmadı. Daha doğrusu televizyon, bizde bu hissi uyandırdı. Evlerimize kapanıp kalınca da, birbirimizi unuttuk. Kendi dünyamıza daldık. Bunun sonucunda da, eski mutlulukları ve güzellikleri yaşayamaz olduk. Ama bir şeylerin eksikliğini hep hissettik. Hissettiğimiz bu eksiklikler , yaşadığımız o eski anılarımızda saklı. Bugün unuttuğumuz, geçmişte sıkı sıkı sarıldığımız değerlerde saklı. İşte eski Mudurnu ’da yaşananlar...Özlenmeyecek, aranmayacak gibi mi? Eskisi gibi insanların birbirine daha yakın olmasını, dostlukların daha güçlü olmasını, mutlulukların eskisi gibi daha kolay elde edilmesini istiyorum ben. Bu konuda ümidimi tamamen yitirmek istemiyorum. Eğer herkes birbirine saygı, sevgi ve güven duyarsa, mânevi değerlere gereken önemi verirse; daha da önemlisi insanlar birbirine yaklaşırsa, inanın mutlu olmak daha kolay. Ve eskiye özenmek de asla olası değil.
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © Kâmuran Esen, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |