İnsan kendini bilmeli. Gerçeği keşfetmeye yaramasa da, yaşamayı öğretiyor. Ve bundan daha güzel birşey yok. -Pascal |
|
||||||||||
|
Öteden beri değer vereceğim insanları hep kendim seçtim. Hayal kırıklığı yaşamamak için hiçbir dostumun, arkadaşımın geçmişiyle, ne durumda olduklarıyla ilgilenmedim. Hep kendimde olandan, olanı verdim. Verirken de güzel anlamlar yükledim. Bunu fark etmeleri için olumsuzu çağrıştıran “hayır” kelimesine bile cephe aldım. Çünkü beni yetiştirenler böyle yetiştirmişti… Ancak bazı insanların şahsi dünyalarında kendilerine has “doğru” ve “yanlış”ları, kendilerince yapmış olduğu tespitleri iç dünyalarında onaylayıp karar verdikleri için, kafalarındaki Sis(!)lerin dağılmasına, içinde ısrarla yaşattıkları olumsuzlukları bertaraf etmeye gücüm yetmedi. Fark ettim ki çokça değer verdiğim bu insanların; ilgime, sevgime ve muhabbetime hatta ve hatta bana bile ihtiyaçları yoktu. Onlar, bu hayatı burunlarının dikine ve paşa gönüllerine göre yaşadıkları için bize de kenara çekilmekten, çekip gitmekten başka bir seçenek kalmadı. Oysa seven, değer veren bir insan için ne zordur susmak ve gitmek… Türk edebiyatının usta kalemi Cahit Sıtkı Tarancı “Otuz Beş Yaş” şiirinde: “… Yalvarmak, yakarmak nafile bugün, Gözünün yaşına bakmadan gider.” diye sitemle karışık, muhteşem bir tespitte bulunur biz insanlar için. Öyle ya gitmeyi kafana koymuşsan, gözünün yaşına bakmadan çeker gidersin. Bu arada gitmek için bahane çoktur. Kalmak için de. Bunun bir tercih olduğunu nedense iş işten geçtikten sonra anlar bazı insanlar… Gitmek, bir kere göze alınmışsa, kalanın söylediği “Gitme!” sözü yüreği dağlasa da artık anlamsızdır. Çünkü kalan, gidenin, gitmeyi kafaya koyduğu ana kadar meselenin ciddiyetinden habersiz, kendi iç dünyasıyla kararlar alıp kendiyle ilgilenmekten, gidenin; döktüğü gözyaşından, çektiği sıkıntılardan, ardından koşup yorulduğunu göremez. Onlar, her şeyi ön sezileriyle değerlendirdiğinden yüzlerce, binlerce güzel anıyı yüceltip kalmak yerine, olumsuzluklar üzerinden kızmayı marifetmiş gibi aşka dahil ederler. Böylece kalan; “Gitme” demeden önce aşık olduğu şeyin aslında kendi gururu olduğunu ancak ayrılık günü gelip çatınca anlar. O soylu, tutkulu, arzulu, aşkın, yüklenen değerlerin, önünü görmekten aciz insanların, saçma sapan konuları bahane ederek, incir çekirdeğini doldurmayacak mevzularla takındığı tavırlar gidene değil de gerçekte kendilerine karşı almış olduğu tavırlardır ama bunu da geç fark ederler. Bu yüzden gidenin üzülmesine yüreğinin yanmasına gerek yok. Siz, üstünüze düşeni yapmışsınızdır. Hem nasıl olsa verdiğiniz değerlerin kaynağı yine siz olduğunuz için, içinizin yanmasına da lüzum yoktur. Bugün aşk, sevgi, muhabbet işte bu kem düşünceli insanların, vurdumduymazlığı, bencilliği yüzünden kirlenerek o saflığından, duruluğundan alabildiğince uzaklaştı… Sorsak, mangalda kül bırakmayacak kadar aşkı yüreğinde taşıdığını söyleyen o naif(!) dillilerin, onaylayan kibar(!) insanların samimiyeti, sevgisi, aşkı maalesef ki modern çağların duygusuz, hissiz ve bencil sınıflarında kaldı… Oysa bu deni dünyada temiz ve uyanık kalmanın, vicdani ve ahlaki çürümeye karşı durabilmenin, “toplumu meşru kılabilmenin”, hatta kişisel gelişimin bile mihenk taşı aşk, sevgi ve muhabbetten başka birşey değildi… Bi kere yüreğinde aşk taşıyanın kötü düşünceli olması mümkün değildir. Ama taşımayanların kafalarında şirinlik için dahi olsa “… mı acaba”lar asla bitmez. Seven, sevdiğinde kusur aramaz ama onlar yaptığınız iyilikten bile tepenize çıkıp sizi üzmeyi bir şekilde becerebilirler. Oysa kusur aramamak bile başlı başına insanın ümidini, hayallini kale gibi korunaklı kılmaya yeter bir sebep değil midir? Yeterlidir de gel de anlat aşktan muradı olmayanlara bunu… 42 yıllık ahir ömrümde: aşkı, sevgiyi, tutkuyu, merhameti ve muhabbeti savunmak demenin yaşanılabilir bir dünyayı da savunmak demek olduğunu düşünenlerdenim. Bin kere kırılsam da kalmak için özür dilemenin, gönül alıp dönmenin, gururdan daha sevimli olduğunu tecrübelerime dayanarak rahatça söyleyebilirim. Ama ben de kabul ediyorum artık böyle olmadığını! Gururunu her şeyden yüce tutup kendini önemseyen, düşünen insanların o sahte sevgilerine verilecek karşılığı, biçilecek değeri ben de artık kendimde göremiyor, bulamıyorum… “Aşk” gibi, “sevgi” gibi, “muhabbet” gibi güzel, muhteşem duygularda bile azgın bir çağın ve derisi kalın insanların vicdanına, gururuna söz geçiremediklerine şahit oldum! Bugünün insanı, aşka karşı böylesi tavırlarıyla, açıktan olmasa bile resmen münafık gibi davranıyorlar. Hem kendi değerlerine, hem de aşıklarına karşı hıyanet ediyorlar… Aşkı düşünmekten öldüğünü söyleyenlerin dilleri, yabancıya karşı yağlı ballı, sevenlerine karşı kılıç gibi keskin oluyorsa ne diye sevgiyi, aşkı arayalım? Sevenin halini, anlayıp okumak yerine, onun sevgisini yaşatmaya yönelik hamleler yapmak yerine, tam tersi girişimlerde bulunmalarına da şaşıramıyorum. Çünkü bunlar şımarık, hoyrat, çokbilmiş ve her şeyi kendilerinin anladığını sanan, iletişim kurmayı bağırıp çağırmak sanan, bir “merhaba”yı sevdiklerine çok görüp burnunun dikine giden insanlar.. Evet, her şeye rağmen, ne olursa olsun! Ben, Ahmet Haşim’in, Yahya Kemal’e yazdığı bir mektubunda: “Bilmiyorlar ki… dostluğumuzun cinsi, onların anlayacağı bir neviden değildir. Havada, ziyada, suda ve semada aynı şeyleri sevmiş olmanın yapacağı dostluğu bilmiyorlar!” sözünü rehber edinmeye devam edeceğim… Çünkü bu dünyada aşka, sevgiye, muhabbete inanan insanların “aynı şeyleri sevmiş olma” sözünü rehber edinerek birbirini aramaya, anlamaya, sevmeye devam edeceğine inanıyorum! Zira aşk, sevgi, tutku, muhabbet onların ortak dili ve bu dili de susturmaya hiç kimsenin gücünün yeteceğini sanmıyorum. Yalnızca kendini sevenlerin, kendini önemseyenlerin de aşktan zerre kadar nasibi olmayacağını, dünyaya gururla, kibirle, vefasızca baktıkları sürece her şeyi “Sis“li görmeye devam edeceklerini düşünüyorum. Yanlış mı düşünüyorum? Yanlış düşünüyorsam lütfen aşk’a gelin, görelim… Kendi gururunuzu değil de aşkı tercih edin, o zaman biz de gerçek birer aşık olduğunuza inanalım… Kalın sağlıcakla…
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © Yûşa Irmak, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |