Güzellik her yerde karşılaşılan bir konuktur. -Goethe |
|
||||||||||
|
Kimi sosyal bilimcilerin, çağımızın hastalığı olarak ifade ettikleri bu ve benzeri davranış çeşitleri, aslında bir bunalım değildir. Çünkü yaptığı hareketler insanları toplumda farklı kılar! Belli yaşlarda olup da halkın durumunu beğenmeyen insanların; hasetlik, gelir dağılımındaki eşitsizlik, ideolojik bakış farklılıkları gibi yaklaşımlarla açığa çıkan rahatsızlıkları sosyal bünyeyi bu duruma getirir. Bu kavgaların büyük bir çoğunluğu belli noktalara geldikten sonra artık normalleşir. Avrupalı psikanalistlerden olan Freud’un izahı ise şöyle: Üst-ben, alt-ben değerlerinin çatışmasıyla bunalım ortaya çıkmaktadır. Üst-ben değerleri vicdani, ahlaki ve dini değerlerdir; bunlar içgüdüsel varlığımızın yani alt-ben değerlerimizin ifadesine fırsat vermez ve onları hapseder. Günün birinde alt-ben bir şekilde üst-ben değerlerine baskın çıkar; bu daha çok cinsel iştihalarda, değişik anarşik olaylarda görülür. Bazı iddia sahipleri bunalımı gayri insani, hiç değilse bugünkü ahlak kurallarımıza aykırı bir durum saymakta, onu orta yerden kaldırmanın çarelerini aramaktadırlar. Çünkü onlara göre hayvani iştihalarımızı ve içgüdülerimizi baskı altına alan vicdani, ahlaki, dini ve sosyal normları ortadan kaldırmakla insanın rahatlayabilmesi mümkündür. Aslında abimizin bu tezi bir nevi anarşizmi, sokak hareketlerini bir başka şekilde savunmak demek de oluyor. Hâlbuki bunalım insanla beraber yeryüzüne inmiş bir durumdur. İnsanın ruh sağlığı farklı, insanın bunalması farklı iki olaydır. Demek ki bunalım da insanın ruh dünyası ile ilgilidir. Belki de Allah’ın insanoğluna verdiği bir farklılıktır, toplumla uyumlu olmama halidir… İnsanın ruh yapısı hakkında değişik tedavilerle sağlıklı sonuçlar alınsa bile, bu durum ferdi mutlu edebilir mi? Goethe, Tolstoy, Fuzuli gibi insanlığın yüz akı olan dehaları doğuran ve yoğuran söz konusu bunalımlar değil mi? Nietzsche’nin bunalımını “Böyle Buyurdu Zerdüşt” kitabında görmekteyiz; orada sergilenen ruhi durumlar Alman cemiyetine, belki de bütün insanlığa inşirah vermiyor mu? Nietzsche’nin bunalımı olmasaydı, Rocken kasabasındaki bir çobandan farkı kalır mıydı? Necip Fazıl’ın şu şiirini bunalımdan başka ne yazdırabilir: “Ben ki, toz kanatlı bir kelebeğim / Minicik gövdeme yüklü Kafdağı / Bir zerreciğim ki, arşa gebeyim / Dev sancılarımın budur kaynağı” Demek oluyor ki bunalım sadece alt-ben’in üst-ben’e kafa tutmasıyla ortaya çıkmıyor. İnsanın idrakinde onu hazırlayan başka sebepler de vardır. Duyularımız bizi sınırlar; nereye kadar varabileceğimizi bize gösterir. İnsanda daha ötelere gitme tutkusu hiç eksilmez. Bunun için dahi, ihtirasla kaleme sarılır. Yine Necip Fazıl, bir dörtlüğünde bu durumu şöyle ortaya koyar: “Ne yalanlarda var, ne hakikatte / Gözümü yumdukça gördüğüm nakış / Boşuna gezmişim, yok tabiatta / İçimdeki kadar iniş ve çıkış” Bana öyle geliyor ki bunalım bizatihi insanın tabiatında bulunuyor. Desem ki insanın mayasını harcını Allah böyle karmış kim bilir çoğunuz gülüp geçe de bilirsiniz. Ama görünen gerçekten tam olarak böyle! Zira bazı vurdumduymazların bunalımları ciddiye almadıklarını; onlar boşa akan ırmak gibi salıverdiklerine de şahit oldum. Ama bazıları da bunu oldukça ciddiye alıp; bunalımlardan insanlığa nice meyveler sunmuşlar, sunuyorlar… İlk okuduğumda baya bir şaşırdığım bir ayet geldi aklıma… Rabbim Kur’an-ı Kerim’de; “Biz, insanı muhakkak ki bir sıkıntı içinde yarattık.” (Beled 90/4 ) der. Sizce de ilginç değil mi? Yani demek ki bu durum hiç de öyle göründüğü gibi bir insanın aleyhine bir şey değil. Belki de onu diğer insanlardan üstün kılan bir hazinede olabilir… Öyle olabilmesi için sanıyorum insana düşün bu bunalımı fark edip, kendini ona göre hazırlıkla hale getirmesi ile ilgili bir durum olsa gerektir… Bununla ilgili kendimden de bir sürü örnek verebilirim ama dünya edebiyatına dev eserler bırakan Dostoyevski’nin yaşadığı dev buhrana bakmak yeterli olur… O eşsiz eserlerin başka türlü ortaya çıkabileceğini sanmıyorum… İnsanoğlunun yapısı ve duyuların sınırlılığı, faniliği, izafiliği teşkil ettiği halde, iç idrakimizi bize duyuran şuurumuzla bunların zıddı özlemleri arzularız. Birincisi bizi yönlendirirse, başımız ve sonumuz bellidir, insan doğar, belli bir süre yaşar ve ölürüz. Hâlbuki insanın dimağı kendi hayatının üstündedir. Duyuların telkin ettiği sınırlılığın karşısında sınırsızlığı özler, sonluluğun karşısında sonsuzluğu arar. İdrakimiz, yalnız duyuların verileriyle yetinseydi, bu çelişmeye ve çatışmaya düşmeyecektik. Oysa insanı insan yapan bu mutlu ve muhteşem çelişme ve çatışmadır. Materyalistler, insanın duyularını, spiritüalistler şuurun verilerini ortaya koyarlar; ama insan bu ikisine de, hatta daha da ilerisine sahiptir; bunalımları da insanın motor gücüdür… Tüm dostlara bol bunalımlı, üretken günler dilerim…
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © Yûşa Irmak, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |