Anlamak beğenmenin başlangıcıdır. -Spinoza |
|
||||||||||
|
“Irk” bizi bölmeden… “Irk” insanların dış görünüşü farklılığı yanında, ortak davranış biçimleri de gösteren topluluklara ırk deniyor. Ben ırkın insanı böldüğünü düşünmüyorum. İnsan denen varlıkta doğunun kibir, batının narsizm dediği, bizimde bencillik dediğimiz bir duygu vardı / var. Irk kavramı insanda zaten var olan bu duyguyu ön plana çıkardı. Siyahlar beyazları sarılar kırmızıları kırmızılar beyazları, beyazlar diğer bütün renkleri inkâr yoluna gidip, onları köle olarak görerek birbirlerinden yararlanmaya kalktılar ve bu bin yıllarla ifade edilecek bir zulüm doğurdu ve hâlâ uzantıları devam etmekte. Eğer dünyada tek bir ırk olsaydı ne olurdu? Bencilik, kibir ya da narsizm dediğimiz bu duygunun bizim irademizi ele geçirmesiyle başka bir sebep bulup, yine bölünüp, yine birbirimizi yemeye devam edecektik. Nitekim din kisvesi altında ırkçılığı yasakladık. Öldürme devam ediyor. Bu demektir ki, ırkın bir kabahati yok. “Din” bizi ayrıştırmadan… Din bizi ayrıştırdı mı? Evet, her din kendine inanmayanları kötü, zalim ve Arapların deyimiyle “Kâfir” ilan etti. Bu cepheleşme bir yığın din savaşlarını doğurdu ve milyonlarca insan öldü. Oysa tanrı, bütün kutsal kitaplarda, öldürme eylemini kişinin ailesi ya da kendi hayatı tehlikeye girmediği sürece, yani nefs-i müdafaa durumu doğmadığı sürece kullanamaz. Göksel olmayan dinler de de o dinin kurucuları aynı mantık silsilesini kullanmışlardır. Peki, bunlara uyan ve yerine getiren bir millet, bir topluluk veya bir kişi var mı? Yok. Demek ki, insan denen yaratık dinin koyduğu kurallara da uymuyor ve bu kuralları esnetmenin ve kişisel çıkarlarına uygun hale getirmenin yollarını arıyor. Ben farklı dinleri de bırakıp aynı din mensuplarına bakmak istiyorum; aynı dine aynı kitaba aynı peygambere inandığını söyleyenler ne durumdalar acaba? Hristiyanlarda üç mezhep ve bir yığın tarikat var. Tarih boyunca, özellikle ortaçağda bu mezhep ve tarikatlar kendilerinden olmayan kişilere korkunç işkenceler yapıp onları ya kendilerinden olmaya zorluyorlar, ya onları ortadan kaldırmanın her yolunu deniyorlardı. Bu tarikatlar arasında emellerine ulaşabilme amacıyla şeytanla bile işbirliği yapanların olduğu bilinen bir gerçek. İslam ne durumda, bir de ona bakalım: Muhammed’in ölümüyle beraber, dört halife dönemi başlıyor. Müslüman mantığıyla bakarak Ebubekir ve Ömer’i bir kenara bırakalım. Osman’la beraber fitne türüyor ve Müslümanlar kendi aralarında dine değil, çıkarlarına bakarak yeni bir yol oluşturmaya başlıyorlar ki, bu korkunç çıkarcılık ve adam kayırma, kısa bir süre sonra Ali ile Muaviye arasındaki Sıffin savaşına sebep oluyor ve bir yığın Müslüman ölüyor. Devamı malum, Kerbela katliamı… Arkasından Emevi hükümdarlarının lüks yaşama düşkünlükleri; saraylar, sömürüler, vergiler filan… Bu gösterişe düşkünlüklerini, kendilerinin deyimiyle “ecnebi ülkelerinde” varlıklarını, cami ve saraylar yaptırarak sevimli göstermeye çalışmalarından öğreniyoruz. Gayr-i Müslimlerin işgal, Müslimlerin fetih dedikleri ve öldürme işlemlerinin meşrulaştırıldığı saldırganlık… Gerisini siz hesap edin… Yıldırım’la Timur’un husumeti, Fatih’in mutlak İstanbul’u alma çabası, taht için kundaktaki kardeşini boğdurması ve bunu bir fermanla meşru bir şeymiş gibi göstermesi, Yavuz’un Şah İsmail’le sidik yarışı, Kanuni’nin taht uğrunda oğlunu bile kendi elleriyle boğdurması ve işin garibi de bütün bunların meşru bir zemine oturtulması için dinin kullanılması ne enteresan, değil mi? Anadolu’da bir yığın insanın öldürülmesi, türlü işkencelere maruz kalmaları da cabası… Pir Sultan ve Sivas katliamı da din adına yapıldı. Anadolu’da hâlâ alevi Sünni çatışmasını meşrulaştırmak için mum söndürme iğrençliğiyle Alevilere iftira edilip, yapacakları kirli saldırılara meşru zemin hazırlama çabaları sürmekte. Madımak saldırısı da işte bunlardan sadece biri… Bu demektir ki, dinin bir kabahati yok. “Politika” bizi farklılaştırmadan… Politika Bizi farklılaştırmadı. “İçimizdeki Şeytan”ının hareket alanını genişletti. Sosyal çatışmaları daha iyi sürdürebilmemiz için en iyi zeminlerden birini oluşturdu. Artık aynı din, aynı ırk, aynı mezhep, aynı aile demeden daha rahat çatışmalara girip, bizi yöneten ya da yönetecek olanlara hem fırsat sağladık, hem beyinlerimizi onlara teslim ettik. Artık onlar ne derlerse, onu yapmaya hazır hale geldik. Şu ihtirasın hikmetine bakar mısınız; kimini beklenmedik şekilde efendi, kimini göz göre göre gönüllü köleleştiriyor. Ve bu köleler de kendi özgürlükleri için mücadele edenleri durdurmak için saldırtıyor. Artık kendilerinden olmayan herkes ya münafık, ya vatan haini damgası yemekten kurtulamıyor. Şöyle bir çevrenize bakın; mevcut politika içimizdeki canavarı harekete geçirerek, bütün kirlilikleri güzel, güzellikleri kirli göstertmenin rahat ve huzurunu yaşatıyor efendilerinde umut arayan kölelere… Bu demektir ki, politikanın bir kabahati yok. “Para” bizi sınıflandırmadan… Anadolu halkının kabı kabına dediği mal değiş tokuşu var. Aşağı yukarı elli yaş civarında olanlar bilirler bu değiş tokuşu. Köy köy, mahalle mahalle gezen çerçiler, mandal, uçkur, plastik leğen, çatal iğne, bardak, tabak, cam ve plastik sürahi, gibi gereçleri vererek ya gıda maddesi, ya kullanımı makbul olmayan malzemeleri alırlardı. İşte bunu yaparken bile bir bakır bakracı dört beş mandal karşılığında almaya çalışırlardı. Yani alacakları malı ederinin altında almak için her tür hokkabazlığı yaparlardı. Bu hilekâr mantık marabalar içinde geçerli… Ağa denilen sülük çevresindekilerin zaaflarını kullanarak onları meccanen çalıştırmanın ya da karın tokluğuna çalıştırmanın yollarını arıyordu / arıyor. O gün tarlalarda, inşaatlarda, yol ve köprü yapımlarında ömürleri tüketilen bu insanlar, bugün de, temizlik işleri, maden ocakları, gündelikle inşaatlarda, kamu sektöründe hak ettiklerinin çok çok altında bir ücretle çalışmaktalar. O gün şalvarlı yelekli eli kamçılı, ayakları körüklü çizmeli, atla gezen ağa denen puştlar şimdi kravatlı saraylarda, villalarda oturup, zırhlı Mercedes otomobillerle gezmekteler. Ağa denen bu puştları doyurabilmenin telaşı içinde ömürlerini tüketmekte olanlar ise ne kadar insana yakışır şekilde yaşadıkları meydanda. Yazık ki, bunu ne onlar görmek istiyor, ne de biz gösterebilme becerisine ve ikna kabiliyetine sahibiz. Bu korkunç trajediye bir çözüm ve çare aramak yerine, “Ne yapalım? Kimi seçelim? Daha iyisi mi var? Öncekiler daha kötüydü.” batağına saplanmış olarak, kanlarını bu sülüklere emdirmeye devam ediyor bu insanlar. Hatta çaldıkları dışında, en az yirmi bin lira aylık alanları bile, bin beş yüz, bin altı yüz lira karşılığında ve hatta birkaç torba makarna ile birkaç torba kömür karşılığında savunmaya, korumaya devam etmekteler. Bakın paranın kullanılmadığı anlar da bile farklı hileleri üretebilin kimseler var. Para denilen araç, bu kirlilik fotoğrafını siyah beyazdan renkliye çevirerek, kirlilikleri daha net bir şekilde görmek isteyenlerin önüne sermiş oldu. Diğerleri zaten görmek istemediğinden yapılabilecek bir şey de yok maalesef. Bu demektir ki, paranın da bir kabahati yok. O zaman kabahat kimde? Tanrı’da mı? Şeytan’da mı? Toplumları yönetenler de mi? Toplumlarda mı? Kişilerde mi? Kimde… Bence Tanrı ile Şeytan en masum olanı bütün bunların. Vicdanı, merhameti kerizlik görüp, ahlakı da kendi aralarında hiyerarşik mantıkla paylaşanlar arasında adalet aranmayacağı için Hz. Muhammed’in dediği gibi “Her toplum layık olduğu şekilde yönetilir” Geleneği bozmayalım madem; sürç-i lisan eyledikse affola. 23 Ağustos 18 Göcük
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © Osman AKTAŞ, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |