İnsanın en iyi tarafı ürperebilmesidir. -Andre Gide |
|
||||||||||
|
„- Kim o?“, diye seslendi. Sesi titrekti. Günlerdir süren bir gerginliğin ardından ilk kez kapısı çalınıyordu. Gözetleme deliğinden dışarısı iyi fark edilmiyordu. Yanıt gelmeyince soruyu endişeyle yineledi. Tedirginliği giderek artıyordu. Hay aksi şeytan!, diye geçirdi içinden. Kim olabilirdi? Aslında bir beklediği yoktu. Bu kente henüz yeni taşınmıştı. Onu tanıyacak birinin çıkmasını beklemiyordu. Kapıyı açmaya çalıştığı an, karaltı bir anda yok oldu. Bir halüsünasyon olabilirdi. Uzun yıllar yaşadığı kenti düşündü. Şimdi çok geride kalsa da, orada yaşadıklarının etkisi uzun süreceğe benziyordu. O güne değin hep bir şey peşinde koştuğunu biliyor fakat adını bir türlü koyamıyordu. Belki yeni yaşamı ona bu gerçeği gösterebilirdi. O gün, sonbaharda az rastlanan güzellikte aydınlık bir gündü. Geldiğinden beri süren bulut altı onu bunaltmıştı. Bu güneş, büyük bir değişimin ilk habercisi gibiydi. Halbuki kendi ülkesinin güneşi ne kadar da yakıcıydı, insanları gibi. Orada her şey aşırıydı. Aşklar, kavgalar, trafik, politika hep ölümcüldü. Aşıklar birbirini, politikacılar birbirini, trafikte insanlar birbirini yok etmenin peşindeydi. İnsanlar hırs çukurunda sürekli itişip duruyorlardı. Ruhunda yılların oluşturduğu duygularla ve kozasını ören bir ipek böceği kararlılığında, yaşamını yeniden düzenlemek zorundaydı. On yaşındaydı. Okul çıkışında bakkal dükkanına uğramış, ağabeyinin olmadığını fark edince kasadan bir lira almıştı. O gün aklına koyduğu fikri gerçekleştirmek istiyordu. Komşu kentte oturan yeğenini çoktandır görmemişti. Doğru araba durağına gitti. Sıradaki arabaya binerken birisinin ters bir sorusuyla karşılaşmamaya çalıştı. Aksi durumda tüm planının altüst olabileceğini düşünüyordu. Bu, onun ilk kaçışıydı. Gidişini neden annesine söylemediğini bugün de bilmiyordu. Acaba „kaçış“ın genlerle bir ilişkisi olabilir mi? diye sorsa da, bilimsel bir yanıt bulamamıştı. O gün ağabeyinin neden ve niçin geldiğine dair sorduğu sorularına kaçamak yanıtlar vermişti. Aynı yaştaki yeğeninin teşvikiyle gece yengesine bildirmeden sinemaya gitmişlerdi. Sinema dönüşünde onları bekleyen sürpriz dayağın ardından, tedirgin bir gece geçirmişti. Olayın öteki cephesindeyse, ayrı bir dram yaşanmaktaydı. Tüm aile seferber olmuş, yaramaz ufaklık her yerde araştırılmış, ancak çabalar boşa çıkmıştı. Son umut olarak, ağabeyine gidebileceği düşünülmüştü. Telefon yokluğuysa aramayı daha da zorlaştırmıştı. Ertesi gün babasının gür sesini kapıda duyunca, büyük bir korku içine düşmüştü. Titreyerek cipin arkasına bindi. Tüm dikkatini babasının üzerinde yoğunlaştırmıştı. Eve önde o, arkada da babası girmişlerdi. Mahallenin meraklı komşuları evde toplanmış, dikkatli gözlerle babaya bakıyorlardı. „Getirin onu, bacaklarından ağaca asacağım!“ diye bağırıyordu, babası. Bu sesle ürken komşu kadınlar ısrarla yalvarmaya başlamışlar ve sonunda babayı bu düşüncesinden vazgeçirmişlerdi. Böylece ufaklığın ilk kaçışı kazasız belasız, mutlu sonla bitmişti. Yaşamın kendisi aslında bir kaçış değil miydi? Herkes, bir ölçüde kaçmıyor muydu? Mecnun Leyla’dan, Ferhat da Şirin’den kaçmamış mıydı? Büyük aşklar ancak bu kaçış sayesinde olmuyor muydu? Acılar, fırtınalar ve büyük değişimlerle geçen yaşamını irdeliyordu. Kendi ipini çekmeye çalışan idam mahkumunun ruhunda patlayan duygu seli karşısındaki çaresizliğini kendi içinde duyumsuyordu. Yaşadığı derin yalnızlığın günün birinde bir şekilde patlak vereceğini biliyordu. O ılık sonbahar günü nöbet tuttuğu bayan meslektaşıyla her zaman kontrol ettikleri güzergâhlara uğrayıp geçiyorlardı. Bisiklet park yerinde her zaman olduğu gibi kimse yoktu. Ancak pencere kenarından geçerken uçma becerisini kaybetmiş bir kelebeği fark ettiler. Arkadaşı merakla kelebeğe bakarken, o, uyuşuk kelebeği eline almış ve iki parmağının arasında ezivermişti; ülkesinin yollarında, yatak odalarında ve sokaklarında masumane, nedensiz öldürülen insanlar gibi! Nöbet arkadaşı bir kelebeğin hiçbir neden olmaksızın yok edilişi karşısında büyük bir panikle öyle bir bakış fırlatmıştı ki, o an, kendisini on kişiyi katletmiş biri gibi hissetmiş ve utancından yüzü kızarmıştı. Yıllar süren bir kaçışın ardından sonunda yakayı ele vermişti. Artık bir kelebek katili olarak yaşamak zorundaydı! Ve yüreği, o kelebeğe mezar olmuştu.
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © ömer akşahan, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |