640K bellek herkese yetmelidir. -Bill Gates, 1981 |
|
||||||||||
|
Onu en son gördüğümde bir ağustos ayı idi. Mahalledeki minik marketinin önüne oturmuş hiç vaz geçmediği, vaz geçemediği sigarasını çekiyordu içine. Durgundu. Sessizdi. Müşterilerinin vefasızlığından yakınıyordu. “ Mahallelinin ihtiyacı için açtım burayı. Ama onlar lükse koşuyor. Büyük marketlerden alış veriş yapıyor. Borca olursa bana, peşin olursa markete koşuyorlar. Bu da desteklemek değil ki esnafı” diyordu. Ahmet Kanmaz’dan bahsediyorum. Benim eniştemden. Dünyanın en vefalı, en iyi insanlarından biriydi belki. Hiç kimseyi üzmez, hiç kimseyi kırmazdı. Hele çocukları çok severdi. Belki de en iyi müşterileri onlar idi. “En sağlam müşterilerim” diyordu onlar için. Üniversiteyi son sınıftan terk etmişti. Tek bir dersi vardı. Hocayla takıştığı için bir türlü alamamıştı diplomasını. Umurunda da olmamıştı gerçi. Doyasıya yaşamıştı gençliğini. Dünyaya doymuştu iyice. Yemiş, içmiş, gezmişti. Tek derdi sigara idi. Daha çocuk yaşlarda alıştığı sigarayı ömrünün son anına kadar bırakmamıştı. Tabii sigaranın en iyi dostu da alkoldü. İçmeyi de seviyordu Kanmaz. Sohbeti çok derin olurdu. Gün görmüş, geçirmiş biri olduğundan herkes severdi onu. Her şeyden taviz verirdi de sigaradan, alkolden asla geçemezdi. Güzel içerdi doğrusu. Elindeki sigara tanesini incitmezdi. Kibar tutardı onu parmaklarının arasında. Rakıya bayılırdı daha ziyade. Bira hamallıktı onun için. Ama arada bir onu da gücendirmezdi. Fındık fıstıkla yarenlik kurardı bazen. Yalnızdı. Yaşı da ilerlemişti. Yalnızlık canına tak etmişti artık. Çünkü o, Allah’a mahsustu. Yalnız yapamıyordu insan. Bir dosta, bir arkadaşa, bir eşe ihtiyaç vardı. Dört duvar arasında derdini dökecek, konuşacak, hasbihal edecek birini arardı insan. Yalnız yapamazdı çünkü. Kader bu. Çıktı, Mağusa’ya geldi bir gün. Diyeceksiniz Kadirli nere, Mağusa nere? Arada kilometreler, denizler var. Ama yazılmışsa kaderde ne gelir başa.? Olacağın önüne geçilmez. “Allah’ın emri peygamberin kabri” dedi. İstedi bizim bacıyı. Kardeşimiz de kendine bir eşten ziyade iyi bir arkadaş arıyordu. “Münasip” dedi. Çünkü kibar, saygılı biriydi. Kadının değerini bilirdi. Kısa sürede gelin gitti bizim kardeş, duvağıyla, gelinliğiyle, Kıbrıs’tan Kadirli’ye. Belki bir çoğunuz adını bile duymamışsınızdır buranın. Önce Adana’ya bağlıydı. Şimdilerde Osmaniye’nin en büyük ilçesi. Çukurova’nın küçük Paris’i deniliyordu. Kısmetten öteye yol gitmezmiş. Sekiz sene birlikte mutlu, huzurlu bir yaşam sürdüler. Gerçi arada bir kavgaları da olmuyor değildi. Ama alışkanlık, sevgi her şeyi birbirine bağlıyordu. Hayat arkadaşı olmuşlardı birbirlerine. Her vardığımızda Ahmet Bey, ayrı bir ilgi gösteriyordu bize. Çocuklarımızı çok seviyordu. Çünkü kader onlara bu duyguyu, bu sevgiyi de çok görmüştü. Dört duvar arasında iki kader mahkumu bir çocuğa da sahip olamadılar maalesef. Geçen Şubat ayında ansızın bir telefon. “Gel” diyordu bizim bacı. “Durum kötü. Ahmet çok hasta” Hemen koştum yanlarına belki bir faydam dokunur diye. Ama ne çare. Onmaz hastalık kimi affetmiş ki bizim Ahmet Kanmaz’ı affetsin. Yapışmış yakasına. Bırakmıyor bir türlü. İçeri girdiğimde şok oldum. Gördüğüm kişi Ahmet Bey değildi sanki. Bambaşka biriydi. Neredeydi O heybetli, iri adam? O, kibar, nazik görünüşlü beyefendi adam? Güldü beni görünce. Nedendir bilmem “Niye zahmet ettin kardeş? Benim bir şeyim yok. Akdeniz hastalığı imiş. Mikrobikmiş. Bir iki hafta sonra düzelecekmiş.” diyordu. Sanki biliyordu da bilmemezlikten geliyordu. Erimiş, bitmişti adeta. Göz yaşlarıma hakim olamamıştım. Teselli etmeye çalıştım. “Sana bir şey olmaz abi. Üç gün sonra hep beraber yaylaya çıkar, gezeriz.” demiştim. Ama bu dediklerime kendim de inanmamıştım O halde dahi, Kanmaz, “ah bir cigara!” diyordu. “Doktor yasak etti. Arada bir almak istiyorum. Ama hanım kızıyor. Bir şey olmaz. Ne olur bir tane içeyim” diyordu. “İçersin” diyordum. “Hele bir sağlığına kavuş. Kendini topla. Her şeyi yaparız” demiştim. Oysa doktor on gün dahi biçmemişti kalan ömrüne. “Her şeye hazırlıklı olun” demişti. Zavallı kardeşim perişandı. Kaderine kahrediyordu. Huzura kavuşmuşken, mutluluğu yakalamışken, onu da bulmadan ellerinden kaçırıyordu. Hele Pembe Hanım. Zavallı kadın. Her gün kardeşinin dizleri dibindeydi. Ağlıyor, ağlıyordu. Kaderine kahrediyordu belki. Çünkü daha birkaç ay evvel eşini kaybetmişti. Bu ikinci acıya nasıl dayanacaktı? Dayanamıyordu işte. Perişan oluyordu. Kardeşi eridikçe mum gibi kendi de kahroluyordu. Yeğeni Eyüp de her gün dayısının yanıbaşındaydı. Bir eksiğini bırakmıyor, dayısının bir dediğini iki etmiyordu. Doktorlar, hastabakıcılar, hizmetliler eksik edilmiyordu. En çok sevdikleri dayılarına karşı, son görevlerini yerine getirmek istiyorlardı. Onun yanında belli etmemeye çalışıyorlar; ama dışarı çıkınca da gözlerinden boşanırcasına yaşları tutamıyorlardı. Ben, helalleşip dönmek zorundaydım. Burada görevimden daha fazla ayrılamadım. İznim bitmişti. Her telefonda büyük bir korkuyla irkildim. Rüyalarıma giriyordu hep. O hali hiç gözlerimin önünden gitmiyordu. “Görmeseydim keşke” diyordum. Oysa yıllardır hep o yakışıklı, beyefendi yüzüyle hatırlıyordum. Şimdi ise o günleri hiç yaşamamış gibi hep son anda gördüğüm yüzü geliyor gözlerimin önüne. Sanki hep böyle yaşamış, hep böyle görmüş gibi, son hali gözlerimin önünden gitmiyor. Ve nihayet, o acı an, o kötü haber geldi. Ahmet Kanmaz’ı katbetmiştik. Telefondaki ses, üzgün, ağlamaklı ve durgundu. “Maalesef bu gün kaybettik. Toprağa verdik” diyordu. Hiçbir şey diyemedim. Yutkunmak istedim, yutkunamadım. Sadece sustum. Gözlerimden yaşlar aktı. Hıçkıramadım. Ama yüreğimden bir şeyler gitti. Kalbimin bulunduğu bölgede bir yanma hissettim. Tarif edemeyeceğim bir acı geldi içimden. Ağlayamıyordum ama gözlerimden yaşlar, süzülerek ağzıma kadar iniyordu. “Allah Rahmet eylesin” diyebildim. Ve o gündür bu gündür, ne alkole; ne de sigaraya sıcak bakıyorum? Zaten sigara alışkanlığım yoktu? Bundan böyle ağzıma dahi almayacağıma dair söz verdim. Çünkü dağ gibi bir adamı devirmişti. Onu acımasızca aramızdan alıp götürmüştü. Sevenlerini dört duvar arasında yapayalnız bırakmıştı. Dün sigara içmeme günüydü. İçimden bunlar geçti. Sigaranın zararlarını paylaşmak istedim. Sigara kötü. Çünkü sizi sevdiklerinizden ayırıyor. Siz hala sigara mı içiyorsunuz? Ben artık içmiyorum. Çünkü sevdiklerimden ayrılmak istemiyorum.
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © Hakan Yozcu, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |