..E-posta: Şifre:
İzEdebiyat'a Üye Ol
Sıkça Sorulanlar
Şifrenizi mi unuttunuz?..
Eğer bir kelebeği sevebiliyorsak, tırtıllara da değer vermemiz gerekir. -Antonie de Saint-Exupery
şiir
öykü
roman
deneme
eleştiri
inceleme
bilimsel
yazarlar
Anasayfa
Son Eklenenler
Forumlar
Üyelik
Yazar Katılımı
Yazar Kütüphaneleri



Şu Anda Ne Yazıyorsunuz?
İnternet ve Yazarlık
Yazarlık Kaynakları
Yazma Süreci
İlk Roman
Kitap Yayınlatmak
Yeni Bir Dünya Düşlemek
Niçin Yazıyorum?
Yazarlar Hakkında Her Şey
Ben Bir Yazarım!
Şu An Ne Okuyorsunuz?
Tüm başlıklar  


 


 

 




Arama Motoru

İzEdebiyat > Deneme > Anılar > Hakan Yozcu




2 Ekim 2013
Güvercinlik Köyü Mezarlığı  
Hakan Yozcu
Kavuş dayı, köyümüzün yıllarca otobüs şoförlüğünü yaptı. Herkesin kahrını çekti. Tüm köylünün eşyasını, malını gider şehirden alır ve getirip evine teslim ederdi. Yolcuların çoğu para vermezdi. Ama o yine de "canınız sağ" olsun der kimseden para istemezdi. Otobüsü de farklıydı dayımın. Arkadan bakınca önü görünürdü. Otobüsün içi dolar, oturacak yer kalmazdı. Bu sefer dayım " Otobüsün üzerine çıkın" derdi. Ve yolculara " Arkaya ilerleyin, daha çok yer var. Arka boş! Arka boş!" derdi. Oysa ayakta duracak yer dahi kalmazdı. Hele de dayım keyfe geldi mi elini kulaklarına götürür direksiyonu da bırakır, gözünü kapatıp otobüs sürerken türkü söylerdi. Bazı yolcular "Aman Gavuş bir gaza yapacaaan" derdi. Dayım hiç oralı olmazdı.


:AFHC:

Dün yine bir son görevi yerine getirmek için Güvercinlik Köyü Mezarlığındaydık. Son olarak aniden aramızdan ayrılan, köyümüzün sevilen insanlarından Abdullah Dandil'e karşı son vazifemizi yapmak için toplanmıştık. Yine bütün köylüler oradaydı. Köylülerimiz cenazelerde birbirlerini hiç yalnız bırakmıyordu. Bu gelenek 40 yıldır devam ediyor köyümüzde. Düğünde ve cenazede köylüler birbirlerine büyük destek veriyor. Bu gelenek inşallah hiç kaybolmaz köylülerimizde.
Mezarlığı şöyle bir gezdim. Kimler yoktu ki: Neredeyse 40 yıl önce ilk rahmetli olanlara baktım. Koca Kürt dediğimiz, Doğan Ailesinin babası, İri yarı vücudu ve pala bıyıklarıyla hala benim aklımda yer ediyor. Hayvancılıkla uğraşır, koyun güderdi. Şöyle bir dolaştım. çocukluğuma döndüm. Genç yaşta bir traktör kazasında Löğmen Topuz'u kaybetmiştik. O kaza tüm köyü derinden üzmüştü. İlk defa bir genci kaybetmişti köylümüz. Yüreklere acı ilk defa o zaman düşmüştü.
Köye ilk geldiğimiz yıllarda çocuk yaşta kaybettiğimiz Zararsızların küçük oğlu Yunus'u sanırım bu gün çoğu kimse bilmez. Bir evin yanında bomba bulmuş ve ne olduğunu anlamadan bomba patlamıştı. Ve daha ilkokula giden Yunus ilk kaybettiğimiz kişilerden biriydi... Nur içinde yatsın...
Hacı Adaklı... Köyde genç yaşta Rahmetli olan sakinlerimizden. Bilmeyen gençler için söyleyeyim: Köyde terzilik yapardı. Kendi halinde sessiz ve efendi biriydi. Ben, o zamanlar çocuk yaşlarda olduğum için hatırlıyorum.
Kılıboz Dayı Rahmetli Şen şakrak bir insandı. Kısa boylu, güler yüzlü bir adamdı. Çok çalışırdı. Hiç boş durmazdı. Tarla sürer, bozuk traktörleri onarır, kamyonların bakımını yapar, yaz geldiğinde hasat zamanı biçer sürerdi. Bu gün gençlerin çoğu bilmez Kılıboz Dayı'yı. Nur içinde yatsın. Bir gün ansızın bırakıp gitmişti köyü arkasında...
Sonra Süleyman Arslantaş yatıyor mezarında. Uzun boylu olmasından dolayı Ona tüm köylü Uzun Sülemen derdi. O da sevilen kişilerden biriydi.
Yine Hurşit İnceoğlu yatıyordu. Onu da bir traktör kazasında kaybetmiştik. Ben, onu çocukluğumda şöyle hatırlıyorum: Köye ilk yerleşmiştik. sene 1976. Kış günü ilk defa yağmur yağıyordu. Köyde o zaman genel yargı "Buraya hiç yağmur yağmaz. Burası gavur köyüydü" deniliyordu. Hurşit Emmi yağmurun altında sakin sakin yürüyor ve bir o kadar da bağırıyordu: "Ver Allahım ver! Bu köye yağmur yağmaz diyen kafirlerin yüzüne ver!"
Sonra Koca Mehmet diye bilinen ve yemek yemesi, tatlı yemesi, ve sattığı portakalları bıçaklayıp hepsini yemesi ile köylüde adeta efsane haline gelen Teyzemin kocası Mehmet Kara'yı gördüm. Onun bazlamaya yağ sürüp, yanına gelen kediye eliyle işaret edip gitmesi için vızızt vızıt yapması hiç unutulmuyor...
Yine köyün bilinen, sevilen simalarından Kavuş Dayı... Onun "Gamalak Latası" sözünü hiç unutmam. Kamalak, Çukurova'da çamgillerden bir ağaçtı. Bu kelimeyi bir çoğumuz ilk kez ondan duymuştuk. Kavuş Dayı, köyümüzün yıllarca otobüs şoförlüğünü yaptı. Herkesin kahrını çekti. Tüm köylünün eşyasını, malını gider şehirden alır ve getirip evine teslim ederdi. Yolcuların çoğu para vermezdi. Ama o yine de "canınız sağ" olsun der kimseden para istemezdi. Otobüsü de farklıydı dayımın. Arkadan bakınca önü görünürdü. Otobüsün içi dolar, oturacak yer kalmazdı. Bu sefer dayım " Otobüsün üzerine çıkın" derdi. Ve yolculara " Arkaya ilerleyin, daha çok yer var. Arka boş! Arka boş!" derdi. Oysa ayakta duracak yer dahi kalmazdı. Polis yakaladığı zaman da "Fazla yolcum yok" derdi. Hele de dayım keyfe geldi mi elini kulaklarına götürür direksiyonu da bırakır, gözünü kapatıp otobüs sürerken türkü söylerdi. Bazı yolcular "Aman Gavuş bir gaza yapacaaan" derdi. Dayım hiç oralı olmazdı. Şu an eminim bir çoğunuz o anları yaşıyorsunuz...
Bahri İlmişen de genç diyebileceğimiz yaşlarda kaybettiğimiz simalardan biri. O da hiç kimseyle kötü olmayan, herkese sevgiyle yaklaşan, hoşgörü sahibi biriydi. Evinin önüne oturur, gelen geçene gülücükler dağıtırdı. Çocuklarına fiske dahi vurmaz, onların bir dediklerini iki etmezdi. Onun en çok bilinen yanı temizliğe olan titizliği idi. Her bir kaç dakikada mutlaka pantolonunun paçasını düzeltirdi. Kimseye kötü söz söylemez, herkesle iyi geçinirdi.
Turist Halil Ağa'yı hatırlamayanınız yoktur sanırım. Onun ne olduğunu, kim olduğunu kimse bilemedi, kimse anlamadı. Kimileri casus dedi, kimileri mit dedi, kimileri de ajan dedi. Evli dediler. Çocuklarını, karısını bırakıp gelmiş dediler. Gerçekten o kendi halinde biriydi. Hep yalnız yaşadı. yıkılmaya yüz tutmuş bir evi tamir ederek bir odasında kaldı. Onun bunun sandalyesini, kırık söküğünü tamir eder, geçimini sağlardı. Akşam olunca elinde bir ekmek, domates, salatalık, salına salına evinin yolunu tutardı. Gür ve pala bıyıkları akıllardan hiç gitmemiştir diye düşünüyorum.
Biraz daha gezince Ali Gözütok'u gördüm. O da köyümüzün ilk gelen insanlarındandı. Güler yüzlü idi. Kahvede bol bol okey oynardı. Köyde ilk kasaplık yapan kişiydi.
ilklerden söz edince ilk bakkalımızı hatırlamayan nesiller çoktur. Rahmetli Mustafa Çil Amca, köyde ilk bakkal dükkanını açan kişiydi. Köy meydanında Çığşar kahvesinin hemen sağındaydı. Küçük bir bakkaldı. Ama köylünün ihtiyacına cevap verirdi. Biz daha çocuktuk. Erik satardı. Her dükkana girdiğimizde bir tane alır yerdik. Göz hakkı derdi. Bir şey demezdi. Ama her gelen bir tane alıyorsa akşama kasada erik kalmayacaktı. Dolayısıyla da zarar edecekti. Gür sesli biriydi.
o dönemin karakteristik özelliklerinden olacak, şalvar ve sekiz köşeli şapka yaşı ileri olanlarda eksik olmazdı. Mustafa Çil de öyle biriydi. Başına toplanır sohbeti dinlenirdi. Hatırlı bir kişiydi....
Necla Yanarateş'i şimdiki gençlik bilmez. Yanarateşlerin genç kızı. 15 yaşlarında genç bir kızdı Necla. Güzeldi. Konuşması güzeldi. Hanım bir kızdı. Köylü gençler okul dışında tatillerde, patatese, portakala veya soğan toplamaya giderdi. Buradan aldıkları harçlıklarla ailelerinin mutfaklarına katkı sağlarlardı. Veya kendi harçlıklarını çıkarırlardı. Babalarına pek yük olmak istemezlerdi. Çünkü genelde hepimizin maddi durumu hemen hemen aynıydı. Zengin denecek aileler yoktu köyde. Necla da Maraş'a bu amaçla seralara gitmişti. Öğle üzeri sıcak bastığı için havuzun başına gitmişler ve Necla Havuza dalmış bir daha çıkamamış. Belki köyde ilk defa bu kadar genç biri böyle bir acıyla bırakmıştı tüm köylüyü. Yürekler yandı. Genç ve güzel Necla taptaze ve en canlı döneminde ayrıldı aramızdan... Nur içinde huzurla yatıyor şimdi...
Yine genç yaşta köylüyü acıya bırakan Hopurcu ailesinin güzel kızı Zübeyde
Hopurcuoğlu. Ateşe tutuşması için tiner dökmüş. Ve kendisi tutuşmuş. Güzel Zübeyde de tüm müdahalelere rağmen kurtulamayıp genç yaşta dünyasına doyamadan göçüp gitmişti aramızdan... Yine Ramazan Bingöl'ün genç kızı Fatoş Bingöl de çok genç yaşta aramızdan ayrıldı. Neden nasıl olduğu bilinmeden, daha o genç yaşta kalbine yenik düştü Bingöl kızı. Şimdi hatıralarda yaşıyor. Mezarında huzur içinde yatıyor.
İsa İşler'i bilmeyen yoktur sanırım. Herkesin evine girer, rahat hareket eder, yemek yer, gerekirse harçlığını alır ve giderdi. Bizlerden mutlaka bir paket sigara almamızı ister ve onu aldırmadan da gitmezdi. Mübarek iş bulma kurumuydu. Bir çok kişiye iş bulduğu olmuştu. aynı zamanda evlendirme kurumuydu sanki... Gençlere mutlaka takılır, "şunun kızını sana isteyelim" veya "şu oğlana seni verelim kız" diye takılmadan edemezdi. Hepsinden öte birçok yaşlıya, dula maaş bağlattırırdı. Herkese mutlaka bir iyiliği dokunmuştur. Tabii bunu yaparken de maaşa bağlanan kişiler gönüllerinden koptuğu kadar ona harçlık verirdi.
Dudağı Yirik Dayı dediğimiz Hilmi Köstü'yü gördüm. Girişte sağ yan tarafta yatıyor. İri yarı bir adamdı. Dudağı doğuştan farklıydı. Bu nedenle herkes ona Dudağı Yirik Dayı derdi. Onun da okey oynarken dizdiği taşları bozdukları için taşlara hiç dokunmadığı ve herkes taşları dizdikten sonra da bu sefer kendisinin mahsus bozduğu anlatılır hep. Hala bu espri köy kahvesinde okey oynayanlar arasında konuşulur.
Çorbacı Osman ve onun eşi Hüsne Teyze. Nam-ı diğer cilveli teyze. Her ikisi de köyümüzün tanınan kişileriydi. Yücetürk Ailelerinin anne ve babalarıydı. Herkes Çorbacı derdi osman emmiye. Ayağında şalvar, başında sekiz köşeli meşhur şapkası ve dudağında sigarası ile unutulmazlar arasında yer aldı hep. Sevilen kişilerdi...
İbrahim Aladağ'ı da yeni yetişen nesil bilmez. Kısa boylu sessiz bir adamdı. O da kendi halindeydi. Onun da başından şapka hiç eksik olmazdı.
Sonra Ali Çağmel'i gördüm. Çocukluk arkadaşımız. Hiç ayrılmadığımız, ilk gençlik yıllarında kahvede kağıt oynadığımız Ali Çağmel, O da genç yaşta ayrıldı aramızdan. Genç yaşta ticarete atılmıştı. Önceleri işleri çok iyiydi. Hediyelik eşya dükkanı açmıştı. çok genç yaşta bırakıp gitti bizi. Sonra babası Mehmet Çağmel, köyün farklı bir simasıydı.
her gün Mağusa'ya gider, otobüs durağında Kıbrıs Gündemini öğrenir, öğrendiklerini de köy kahvesinde tartışmaya açardı. Onun en bilinen yönü bir şişe bira içtiği zaman bütün köylüye kafa tutar, "Erkekseniz çıkın karşıma" derdi. Ve büyük oğlu Hasan Çağmel, o da genç yaşta bir traktör kazasında ayrıldı. Sessiz, sedasız, kendi halinde biriydi. Sohbeti hoş biriydi. Tabii Çağmel Dayımın Eşi Elif Çağmel. Herkese Ahiretlik derdi. Kahve falı müthişti. Yeter ki bir baksın fala mutlaka söyledikleri doğru çıkardı. Bana iki sefer baktı. İkisinde de doğru çıktı. Birinci de sen üniversite kazanacaksın, öğretmen olacaksın dedi. Gerçekten de öğretmen oldum. İkincisinde şu kızla evleneceksin dedi. Gülmüştüm önce. Yoktu öyle bir şey. Ama kader mi neydi bilmiyorum gerçekten de o dediği kızla evlendim.
Kayınbabam Ali Çil orta sıralarda yatıyor. 59 yaşlarında rahmetli oldu. Onu da ben hep turuncu bisikletiyle hatırlarım.. Çocukluğumda bir turuncu bisikleti vardı. Onunla gezerdi. Köyde ilk kahvehaneyi o açmıştı. şimdiki Saim Kara'nın kahvesiydi. Sonra yapmadı o işi. Sanıyorum Saim Kara'ya devretti. Kardeşi Ahmet Çil ile tek yumurta ikizi gibiydi. Hele de yan yana yürüdükleri zaman, adımları aynı ahenkte giderdi. Ahmet Çilin Hanımı Fatma Çil de burada yatıyor. Onun adı bizim ailede İliman Tuzuydu. Kapı komşumuzdu. Bir gün anneme gelmiş "Gomşu İliman duzu var mı?" demişti. Neydi bu iliman duzu? Nasıl bir şeydi? Meğer Limon tuzu diyormuş. O da anılarımızda unutulmayan bir kişi olarak kaldı.
Biraz daha dolaşıyorum mezarlıkta. Haşim Zararsız'ı görüyorum. Genç yaşta gidenlerden. Kısa boylu, göbekli, şişman biriydi. konuşkan biriydi. Sohbet etmesini çok sever, ve eski lafları anlatmaya bayılırdı. Hele de güreş konusu açıldı mı anlatmakla bitiremezdi. "Ben pehlivanım" derdi... Kömbeci Dayımız da yatıyor huzur içince. Ahmet Bucak'tan söz ediyorum. Köye ilk geldiğimizde köyün en yaşlısıydı. Herkes "Köyde ilk ölen bu olur" diyordu. Ama herkese inat uzun yıllar yaşadı. Köylülerin deyimiyle herkesi önüne kattı. Koyun güderdik onunla. Lafı bitirmez, uzattıkça uzatır, bizi güldürmekten öldürürdü. Küfürlü konuşurdu. Sansür yoktu hiç. Erkek olsun kadın olsun hep açık sözle konuşurdu. Ama herkes onu öyle kabul eder öyle severdi. Bir de eşeği vardı. Çocuklar eşeğe binmek için koyunlarını uzağa giderse dönderirlerdi.
Oğlu Mehmet Bucak. Köyün unutulmaz isimlerinden biriydi. Her dönem mutlaka köyün aza listesinde yer alırdı. Kamyonculuk yapardı. köyün siyasetçilerinden biriydi. O da genç denecek yaşta ayrıldı aramızdan. Sevilen sayılan bir kişilikti.
sonra Osman Börklüce'yi gördüm. Şapkasını başından hiç çıkarmazdı. Bir de sigara ağzından düşmezdi. Hanımına tüm köylü "Boynu Eğri" derdi. Çünkü boynu doğuştan eğri idi. Ama o buna hiç aldırış etmezdi. Hayatını normal bir şekilde sürdürdü. Mekanları cennet olsun. Yıllar oldu aramızdan ayrılalı ama izleri hala duruyor. Gölgeleri sanki köyün üzerinde... En çok bizi, gençleri yakan, üzen mezarın başındayım. Arkadaşımız Ünal Bertiz. O da kamyon şoförüydü. Kulüp yöneticiliğinde bizleri hiç bırakmazdı. Maçlara gider izlerdik. Bir kamyon kazasında çok genç yaşta kaybettik onu. O günü hiç unutamam. ölüm bize kadar gelmişti. Aramızdan bir arkadaşımızı sonsuzluğa yollamıştık. Bir daha o hiç aramızda olmayacaktı. Acısı yüreğimize o kadar oturacaktı ki, asla onu unutamayacaktık...
Halis Keleş'i sanıyorum yeni nesil bilmiyor. Halis de köyün neşe kaynaklarından biriydi. Renkli bir sima idi. Balya ipini pantolona kemer yapar, ayağında terlik eksik olmaz ve kimi görse yanına gider, ellerini yumruk yapar, ileri geri çekerek "Fort fort!" diye bağırırdı. Dudağı onun da yarıktı. Kurtuluşun gölünde bir gün boğulduğu haberi geldi. çok genç yaşta ayrıldı Hakk'a yürüdü o da... Bu arada Abdullah Kurtuluş'u da anmak gerek. Yıllarca köyümüzde yaşadı. Sonra ailesiyle Londra'ya gitti. Tam rahata kavuşacağı anda ölüm haberi geldi köye... Yine Londra'ya gidip de bir daha dönmeyenlerden biri Oğuz Torun'un Hanımı Huriye Abla oldu. Yıllarca köyümüzde yaşayan Huriye Abla, kaderin oyunuyla gurbetten gurbete koşmuştu. Türkiyeden Kıbrısa ve oradan da İngiltereye. Kader oyununu Londrada oynadı ona. Bir gün köye onun da ölüm haberi geldi... Huriye Abla da nur içinde yatsın sevdiğimiz bir insandı. Konuşkan hoşsohbet biriydi.
Hatçe teyzemizi gördüm. Dualar okudum. Hatice Günece... Ortaokul sıralarında portakala giderdik Güzelyurt'a. Güzel ve genç kızlar olurdu başka köylerden. Onlara takılırdık. Hatçe abla bize bakar bize gülerdi. Biraz aşırıya kaçarsak kızardı. "Dadında bırakın" derdi. Sigarayı çok severdi. Dudaklarından hiç düşmezdi sigara. Bize analık yapardı hep. Korurdu bizi. Hakkımızı savunurdu. Elçibaşı bize kızarsa ona "O çocuklara dokanmayın, onlar çok iyi çalışıyor" diyerek bize destek verirdi.
Nuri Çığşar, Paşa idi. Paşa diye bilinirdi. Ama bir lakabı daha vardı ki herkes onu bu isimle bilirdi. "Yani" bu kelimeyi çok kullandığı için herkes ona yani derdi. Nuri Çığşar, yıllardır Köy Meydanındaki kahveyi işletti. Vesselam gelmiş geçmiş en iyi çay demleyen kahveci olarak bilinir. Dükkanı hiç kapatmaz, hep açık kalır. Kapalı olsa da birileri gider, evden anahtarı alır gelir açardı kahveyi. Dünya kupası maçları o zamanlar köy kahvesinde izlenirdi. Köyde bir tek burada televizyon vardı o zamanlar. TV dışarı çıkarır ve çay demlerdi. Herkese verirdi. Para verenden alır vermeyene seslenmezdi. Masraf çıksın yeter derdi. Bir gece Almanya'nın maçını izliyoruz. Paşa ocağa gidiyor fakat gitmesiyle koşması bir oluyordu.Önce kimse anlamadı. Sonra dayanamayıp yahu bu sipiker de iki de bir de iş tehlike diye bağırıyor. Gelip bakıyorum bir şey yok. Niye iş tehlike diyor ki deyince herkes gülmeye başladı. O zamanlar Almanların ünlü bir futbolcusu var. Adı Şitilike. Top her ona geldiğinde spiker Ştilike diye bağırınca
paşa da iş tehlike anlayıp koşuyormuş....
Ahmet Bertiz de Köyün çok farklı, çok değişik simalarından biriydi. Tam bir Kemal Sunal Hastasıydı. Kahvede Kemal Sunal'ın filmi başladığında gülmekten yere yatar, daha Kemal Sunal çıkarken "Dayanamayacağım" deyip yerlere yatardı gülmekten... Maç hastasıydı. Köyün hiç bir maçını kaçırmazdı. Hakemlere sövmekten kendini alamaz, heyecandan yerinde duramazdı. Bir de kulüpte tombala oynamayı sever numaralar çıkmazsa kağıda ceza verir, ayakkabısıyla onu döverdi. Ahmet Bertiz de hiç unutamayacağımız kişilerden biriydi. Nur içinde yatsın...
Daha kimler yoktu ki mezarda yatan... Sunullah Hopurcuoğlu, Sunullah Dayı bahçe işleriyle uğraşırdı. Narları güzel olurdu. Genelde narlar, köylü gençlerden kıskanılırken o kıskanmaz, canınız sağ olsun dilediğiniz kadar gidin yeyin derdi. o nedenle de çocuklar gitmez ve dokunmazlardı. Ama kıskananların bahçesinde nar kalmazdı. Gençler, bahçeye gider narları o gece toplarlardı. Mehmet Ali Kavuş... Uzun yıllar köyün otobüs şoförlüğünü yaptı. Şen şakrak, muhabbet biriydi. Dolaştıkça diğer simaları görüyorum. Kimler geldi kimler geçti demekten kendimi alamıyorum. Yaşar Arslanpay, Ramazan Yılmaz, Topal Ali diye andığımız Ali Erdevir, Yine genç yaşta denizde boğularak hayatını kaybeden Ali Çil, Kadir Salman, Hacı Şafak, Ahmet Kara...tüm köyümüzün severek andığı Rahmetli Hüseyin Tosun amcayı sayabiliriz...
Tosun Dayı köyde yaşayan bir efsaneydi. Onun maceraları, sohbetleri ve hikayeleri anlatmakla bitmiyordu. Gün görmüş geçirmiş biriydi. Başından o kadar çok olay geçmişti ki hepsi ayrı bir maceraydı. ve kızı Fatma Tosun. 15 yaşında kaybetmiştik onu. Güneş çarpmasından ayrılmıştı aramızdan. Güzel bir kızdı. Yazık gençliğine doyamadan kader aldı onu aramızdan...
Bunları düşünürken Mehmet Keleş Emmi aklıma geldi. O da Köyün önemli isimlerinden biriydi. Onu da doğduğu topraklar çekmiş ve Türkiye'de toprağa verilmişti. Keleş Emmi, Siyasetle çok uğraşmış ve yorgun düşmüştü. Haksızlığa gelemez, yanlışı gördü mü ne olursa olsun kızardı. Hak, haklının olmalıydı. Adaletli olunmalıydı. Kimsenin hakkı yenmemeliydi. Öyleydi Keleş dayımız... Nur içinde yatsın...
Musa Tilim Dayımızı geçen aylarda kaybettik. O da hiç unutulmayacak simalarımızdan biriydi. Ben onu hep karacaoğlan'dan deyiş ve şiir okurken hatırlayacağım. Güzel ve yanık sesiyle ne güzel şiirler okurdu...
Daha o kadar çok kişiler var ki... Burada olmayıp da Türkiye Toprağı çeken kişiler de vardı tabii. Osman Bozdoğan, Necip Evleksiz, Talip Güvel, Hamza Topuz, Derviş Bertiz Yusuf Çil ve yakın bir geçmişte kaybettiğimiz Muzaffer Gök. Bunlar Güvercinlik Köyü'nün kurulmasında öncülük yapan lider kişiler. Bu gün köyde yaşayan neslin büyükleri, ataları... Onların o yokluk içindeki müthiş mücadeleleri ile köy bu günlere gelmiş. Yokluklar, sıkıntılar, fakirlik hepsi diz boyu karşılarında dururken göğüs germişler bunlara. Ve Güvercinlik Köyünü her şeye rağmen tüm bunlar, geçmişlerimiz Güvercinlik yapmış.
Bir Hamza Topuz'u, bir Yusuf çil'i, bir Talip Güvel'i, bir Derviş Bertiz'i kim unutabilir ki...
Daha geçenlerde kaybettiğimiz, Suret Kavuş teyze, Orhan Yücetürk... hiçbirisi unutulacak değiller. Güvercinlik Köyünün oluşumunda hepsinin ayrı ayrı bir emeği var. Çabaları var. Mücadeleleri var. Daha bir çok kişi var. Hepsini buraya alamıyorum.
Talip Güvel'i çocukluk yıllarımdan hatırlarım. Koyunlarımız ortaktı. Aile dostumuzdu. Babam evladı gibi severdi onu. Biz de çok saygı duyardık. Gün görmüş geçirmiş biriydi. Kültürlüydü. Çok gezmiş biriydi. Bana hep "Çok okuyan ve çok gezen bilir" derdi. Daha ortaokul yıllarımda beni karşısına alır okumanın yararlarını anlatırdı. Avrupayı, ve oraların kültürlerini yaşayış biçimlerini anlatırdı. Terziydi. Tek derdi çocuklarını okutup iyi yerlere gelmelerini sağlamak ve onların rahat bir yaşam sürdürebilmeleri için çok çalışmaktı. Bunda da başarılı oldu... Emekleri asla boşa gitmedi. Çocukları okudu ve üçü de üniversiteyi bitirdi. Talip Abi'nin bu okuma zevki bana da geçmişti. Belki de bu gün çok okuma alışkanlığımı ona borçluyum. Bana en son okuduğum kitabı sorar ve özetini ona anlatmamı isterdi. Ben de kitabı detaylarıyla anlatırdım ona. Onu da doğduğu yerler çekmiş olmalı ki, Türkiye'ye gittiğinde bir gün ölüm haberi geldi. Nur içinde yatsın...
En son babamın yanına geliyorum. Asırlık çınar olan babam 100 yaşını çok devirmişti. Şimdi ebedi makamında huzur içinde yatıyor. Dualar okuyorum. Mezarda bulunan tüm geçmişimize dua okuyorum. ruhlarına yolluyorum. Dünya gelip geçici... Bu gün varsın yarın yoksun... Bu mezar 40 yıl önce bomboştu... Oysa şimdi köyün neredeyse ilk geldiğimizde bulunan hemen hepsi bulunuyor. Dünya bir han misali... İnsanlar yolcu... Dünyaya gelen insan konaklıyor, dinleniyor ve görevi bitince terk ediyor bu diyarı... Topraktan geldik toprağa gidiyoruz... Allah tüm geçmişlerimize Rahmet eylesin, mekanlarını cennet etsin... Nur içinde yatırsın... İsimlerini burada veremediğim diğer geçmişlerimize de Rahmet diliyorum. Hepsinin mekanı cennet, yattıkları yer nur olsun..



Söyleyeceklerim var!

Bu yazıda yazanlara katılıyor musunuz? Eklemek istediğiniz bir şey var mı? Katılmadığınız, beğenmediğiniz ya da düzeltilmesi gerekiyor diye düşündüğünüz bilgiler mi içeriyor?

Yazıları yorumlayabilmek için üye olmalısınız. Neden mi? İnanıyoruz ki, yüreklerini ve düşüncelerini çekinmeden okurlarına açan yazarlarımız, yazıları hakkında fikir yürütenlerle istediklerinde diyaloğa geçebilmeliler.

Daha önceden kayıt olduysanız, burayı tıklayın.


 


İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.

Yazarın anılar kümesinde bulunan diğer yazıları...
İstanbul Notları
izmir Günleri
Mahmut Bal'ı Ağırlıyorum
Adana Kültür Gezisi
Mağusa’da İkram Çadırı
Siz Hala Sigara mı İçiyorsunuz?
Nevşehir Buluşması
Ağabeyim Geldi
Beyaz Melekler

Yazarın deneme ana kümesinde bulunan diğer yazıları...
Bir "Mavi Köşk" Yazısı
Kıbrıs'ın İlk Yerli Komedi Filmi
Kadın Olmak Zordur
Öyle Bir Dünyada Yaşıyoruz Ki!
Girne’de Kahve İçimi
Ben Olsam
Meyhi Keyf
Nerede O Eski Ramazanlar?
güvercinlik’te Hafta Sonu
Muhtarlarımızın İstekleri

Yazarın diğer ana kümelerde yazmış olduğu yazılar...
Acı Ektim [Şiir]
Kara Güzel [Şiir]
Nerdesin? [Şiir]
Vakit Gelince [Şiir]
Hayallerim [Şiir]
Gönlümün Tacısın Yar [Şiir]
Kurban Olurum [Şiir]
Yüreğimde İhtilal Var [Şiir]
Hayat Seni Çözemedim [Şiir]
Helallik İstiyorum [Şiir]


Hakan Yozcu kimdir?

1964 doğumluyum. Kuzey Kıbrıs'ta yaşıyorum. 1988 Erzurum Atatürk Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümünden mezun oldum. 20 yıl çeşitli okullarda edebiyat öğretmenliği yaptım. Uzun yıllar Yenivolkan ve Güneş Gazetelerinde köşe yazarlığı yaptım. Şu an Habearkıbrıslı ve Güncelmersin Gazetelerinde yazıyorum. Birçok internet gazete ve sitelerinde yazılarım yayınlanıyor. Şiir, öykü ve tiyatro oyunları yazıyorum. Bu alanlarda çeşitli ödüllerim var. Kendime ait basılmış "Güzel Bir Dünya" ve "Mesela Başka" isimli iki adet öykü kitabım var. 7 tane tiyatro oyunum var. 6 yıl Kıbrıs Türk Devlet Tiyatroları Genel Müdürlüğü görevinde bulundum. Halen Başbakan Yardımcılığı Ekonomi, Turizm, Kültür Ve Spor Bakanlığı'na bağlı Müşavirim.

Etkilendiği Yazarlar:
...


yazardan son gelenler

 




| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık

| Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi |

Custom & Premade Book Covers
Book Cover Zone
Premade Book Covers

İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim Yapım, 2024 | © Hakan Yozcu, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır.
Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz.