Bana arkadaşını söyle, sana kim olduğunu söyleyeyim. -Cervantes |
|
||||||||||
|
Eve girdiğinde annesi evde yoktu. Mutlaka komşularla çene çalmaya gitmiş olmalıydı. Derin bir nefes aldı ve banyoya girdi. Elini yıkadı, yüzüne su çarptı ve bitkin bir halde salona geçti. Heyecanla televizyonun kumandasına bastı. Görünüşe göre olay, haber ajanslara ulaşmamış olmalıydı. Başı çatlayacak gibi ağrıyordu. Ayaklarını uzattı; bir sigara yaktı. Gözlerini açmakta zorlanıyordu. Yaşadığı stres, sinirlerini de germişti. Sigarasını bitirdikten sonra kül tablasında söndürdü. Sır bu yüzden kaç kez yangın tehlikesi atlatmıştı. En iyisi biraz uyumaktı. Upuzun yattı kanepeye. Uyandığında annesi gelmişti. Kadın, bütün stresini dedikoduyla atmış olmalıydı ki ona bu kez ses etmedi. Komşular da tıpkı annesi gibi meraklılardı. Geldiği günden o yana tıpkı polis gibi sorguluyorlar ya da onu izliyorlardı. O doğal davranıyor fakat yine de bakışlarından tedirgin oluyordu. Kadının yaptığı yemekleri sildi süpürdü ve yine aynı yerine kuruldu. Bir taraftan televizyon izliyor, diğer taraftan ise gündüz yaşadıklarını irdeliyordu. Oğlunun hali anasının gözünden kaçmamıştı. Yine bir terslik vardı da neydi? Bilemiyordu. Babasından ayrı çekmişti, oğlundan ayrı çekiyordu. Adam ölüp gitmiş, yerine yadigâr olarak kendisinden farklı versiyonu oğlunu bırakmıştı. Ne etsindi. Başa gelen çekiliyordu. Geldiğinden bu yana kapıya gelen arkadaşlarıyla hımır hımır konuşup duruyordu. Ne zaman akıllanacağını merak ediyor, her zaman olmasa da arada bir Allah’ a dua ediyordu oğlu için. Oğluna dik dik baktı. “ Hele bir bak bana! Sen gene başını belaya mı soktun? Ne bu halin. Aynı tencere dibi gibi kapkara suratın. Zaten komşuların sorularından bıktım.Rahat dur! “ “Başımda vıdı vıdı edip durma be! Amma çok konuşuyon ha! Babamı gönderdin öte tarafa şimdi sıra bende galiba. Ne yapacam. Oturuyorum işte dizinin dibinde. Örgü mü öreceksin, bulaşık mı yıkayacaksın… Rahat bırak beni. “ “ İşine gelmeyince aynı baban gibi böğürürsün karşımda. Ben diyeceğimi dedim sana.” Annesi mutfağa gitti; o da televizyonuyla baş başa kaldı. Odanın içi sigara dumanından tilki yuvasına dönmüştü. Kadın söylenerek girdi odaya ve bir köşeye oturdu. Eline aldığı örgüsünü örmeye başladı. Her ilmik atışında, sabır isteği gizliydi sanki. Şaka şuka şak. Şak şuka şaka… Her şey o arkadaşı olacak Murat’ ın yüzündendi. Aklına gelmeyeni sokuyordu. Hapse girmesine de o sebep olmamış mıydı zaten. Bunlar aklına geldikçe Murat’ a kızmayı bırakıyor, kendine kızıyordu. Murat ile uzun yıllardır arkadaşlardı. Bir türlü kopamamıştı ondan. İlk hırsızlığı onunla yapmışlardı. O zaman çalmak ona eğlence gibi gelmişti. İlk hırsızlıkları uzak mahalledeki bir marketten aldıkları çikolataydı. Heyecanla çıkmışlar, marketçinin ruhu bile duymamıştı. Sonra her hırsızlıkları daha da zevk verir hale gelmişti. Yakalanmasına sebep olan hırsızlık diğerlerine göre daha büyük bir eylemdi. Benzin istasyonunda soygun yapmaya kalkmışlar fakat çuvallamışlardı. Murat ne yapıp edip sıvışmış, kendisi yakayı ele vermişti. Hapishane hayatına bir türlü alışamamıştı. Günlerin ve gecelerin farkı yoktu orada. Zaman, sanki bir asır gibiydi. Her türlü insan vardı. Hırlısı, hırsızı, cinsi sapığı, katili, gaspçısı , teröristi… En sonunda, bir yolunu bularak kaçmıştı hapisten. Kaçtığını annesine dahi söylememişti. Yerinden doğruldu telaşla. Olayı gören olmuş muydu? İçinden “ Yok ya olayın tanıkları beni nasıl tanıyacaklar. Kar maskesi vardı. Üstelik, arabada plaka bile yoktu. Yok yok bulamazlar beni. “ diye geçirdi içinden ve takrar uzandı rahatça. Murat ve Halis’ i o günden sonra görmemişti. Bütün emekleri boşa gitmişti. O soygun ile neler yapacaktı. Belki o parayla yurtdışına da kaçabilecekti. Üç aydır yakayı ele vermemişti. Ama mutlaka birinin aklına evini aramak gelebilirdi. O da onun sonu demekti. Meraktan çatlayacak gibiydi. Murat’ı birkaç kez aramış fakat ulaşamamıştı. Yakalanmış olabilir miydi? Yakalanmış olsaydı mutlaka haberi olurdu. Murat, anında öter ve polisler kapısına dayanırdı. Evin içinde durmadan dolaşıyordu. İçinde, sebebini bilmediği bir sıkıntı vardı. Televizyon kanallarını geziyor, huzursuz davranışlar sergiliyordu. Evde duramayacağını anlayınca evden çıktı gitti. Yolda Murat’ ı tekrar aradı. Birkaç kez aramadan sonra ulaşmıştı arkadaşına. Onun da morali bozuk olmalıydı ki sıkıcı bir konuşmanın sonunda kapattı telefonu. Yolda, bir lokantanın önünden geçerken, içeriden nefis yemek kokusuyla içeri girdi. Cebinde son kalan parayı da bitirdi. Cep delik, cepken delik bir halde evine döndü. Bundan sonra dışarı çıkmak haramdı ona. Anasına yağ yakacak, ondan resmen para dilenecekti. O da saymaya başlayacaktı. “ İşe girsene, böyle camış gibi evde yatacağına “ diyecekti. Kadın da haklıydı. Bir kuru emekli maaşıyla bu değirmen nasıl dönecekti. Bazen, dünyaya geliş sebebine bile şaşıyordu. Ne işe yarardı kendisi. İyice yorulmuştu artık. Düşünceleriyle soğuk savaştan, yakalanma korkusundan sinirleri harap olmuştu. Zil çalsa, kalbi çarpmaya başlıyordu. En iyisi uyumaktı. Uykusunun arasında, zil durmadan çalıyordu. Kımıldanmadı. Nasılsa annesi açardı kapıyı. Israrla çalmaya devam ediyordu. Sonunda söylenerek kapıya gitti. Birden irkildi. Kapının ardında telsiz seslerini duydu. Telaşa kapıldı. Yan tarafın camına yöneldi. Camı açtı. İkinci kat olmasına rağmen yüksek sayılmazdı. En azından yakalanmaktan iyiydi. Kapı ısrarla çalınmaya devam ediyordu. Cama çıktı. Mesafeyi ölçtü, tarttı. Tam atlamaya niyetlendiği sırada kapı açıldı. Kapıda, annesinin arkasında duran polis, silahını çoktan ona doğrultmuş ve teslim olmasını söylüyordu. Annesine baktı. Kadın şaşkın ve çaresiz kendisine bakıyordu. Korkmuştu. Pencereden indi ve ellerini havaya kaldırdı. Sona gelmişti. Daha doğrusu ilk başa dönmüştü. İçinden kendine küfürler yağdırıyordu. “ Geri zekalı, hapishaneden kaçtın, kaçtığın yetmedi bir de soyguna kalkıştın. Geri zekalı, evine neden geri döndün. Tabi ki enselerler seni. Peki ama nasıl buldular beni? “ Bu sorunun cevabını Emniyette aldı. Cemaatin Cuma namazını kılmasını fırsat bilerek izledikleri kuyumcuyu soymaya kalkmışlardı. İçeride nöbet bekleyen dükkân sahibine aldırmadan iş makinalarıyla demirleri kesmişler fakat o sırada dükkan sahibi ateş etmişti onlara. O sırada, eliyle cama dokunmuş, parmak izini bırakmıştı cama. Hep kendi suçuydu. Her işi bok ettiği gibi bunu da bok etmişti. Yok yok onun suçu değildi. Yanlış gün seçmişlerdi. Cuma günü soygun olur muydu? Olan yine kendisine olmuştu. Murat yine yoktu ortalarda. Kendine küfürler yağdırarak, polisin verdiği çayı içmeye başladı. Nermin Güday Kaçar
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © Nermin Güday Kaçar, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |