Düşgücü güzelliği, adaleti, mutluluğu yaratır. -Pascal |
|
||||||||||
|
Ortaokulda okuyordum. İstanbul deyince kime sorsanız lüks semtleri ve şaşalı bir yaşantı canlanır gözlerde. Babam, aile kalabalıklaştıkça başka çaresi kalmamış ve tası tarağı topladığı gibi göçmüş İstanbul’ a. Ben o zamanlar, iki veya üç yaşındaymışım. Dul bir ana, dört çocuk, bir de annem.Yedi boğaz babamın eline bakıyormuş. Önce tek odalı bir evde yaşamışlar, sonra alıştıkça iki odalı evlere geçmişler. Hayal – meyal hatırlarım o daracık sokakları. Evden eve gerilen iplere asılı çamaşırların, rüzgarla dansını seyretmek çok hoşuma giderdi. Babam Ağrı’ dan göçtüklerinde tek yapabildiği işle başlamış. Amelelik. Hiçbir eğitim ve beceri gerektirmeyen bir meslek olduğundan olsa gerek uzun bir süre sırında yük taşımış. Sonra bir köylüsünden inşaatlarda marley-fayans- parke işini öğrenmiş. Sonra da işleri yoluna girmiş. Kısa boyuna, çelimsiz vücuduna rağmen o yükleri nasıl taşıdığını anlamakta zorluk çekerdim. Sonra da zaten abimler de öğrendiler ondan yaptığı işi ve yaşamımız kolaylaşmıştı. Sonra bir ev aldı. İçine küçük tamiratlar yaparak taşınmıştık Beylikdüzü’ ne. Atandığım yerle kıyaslayacak olursam, pek fazla farkı da yoktu aslında. Beylikdüzü’ nün tek farkı İstanbul sınırları içinde olmasıydı. Ağabeylerim babamın yükünü hafifletmişlerdi. En küçükleri de bendim. İlk iki numara erkekten sonra ablam ve tekne kazıntısı olarak ben. Ablam, daha onbeşine gelmeden evlenmişti. Ben ise evin en küçüğü olarak daha rahattım. Derslerime de çok fazla çalışmıyordum. Ağabeylerim bu halime çok kızıyorlardı. Onların okuma şansları olmadığından olacak, çoğu zaman bu konuda kavga ediyorduk. Her yılın sonunda, karneme takdir yerine üç zayıf alarak ödüllendiriyordum haytalığımı. O günlerdeydi. Babam, son zamanlarda hiç iyi değildi. Evden dışarı çıkmıyor, fazla yemiyor ve konuşmuyordu. Günden güne süzülüyordu. Üstelik, doktora da gitmek istemiyordu. Eve dönüyordum okuldan. Bizim evin önünde bir kalabalık vardı. Koşarak eve geldim. Annem kapıdaydı. Ağabeylerimde babamın iki tarafında onu dışarı çıkarmaya çalışıyorlardı. Babam inliyor, ayakta durmakta zorlanıyordu. Onları o halde gördüğümde çılgına döndüm. Mahalle komşularından Salim amcanın kamyonetine doluştuğumuz gibi hastaneye gittik. Doktor, sanki vebalı gibi uzaktan baktı ve reçeteye bir şeyler yazdı. Hiç konuşmadan bize uzattı. Ağabeyim eline aldı reçeteyi. Doktor, hiç muayene etmeden ve hatta yüzüne bile bakmadan ağrı kesici yazmıştı sadece.Ağabeyim doktora yaklaştı. Yüzü sinirden kıpkırmızıydı. “Doktor, babam çok hasta. Hiç olmadı bir muayene etseydin bari. Adam ayakta duramıyor.” “Sadece baban mı hasta. Kafanı çıkar da bak arkana. Kaç kişi daha var sırada. Meşgul etmeyin beyi. Ben doktorum. Benden daha mı iyi bileceksin sen. Çıkın dışarı!” “Doktor ! Babam hasta ve onu muayene edeceksin. Hem de adam gibi.” “Bir şeyi yok dedim sana. Meşgul etmeyin beni. Hadi kardeşim hadi. “ “ Doktor! Delirtme beni.Alırım şimdi seni ayağımın altına.” “ Çıkın dışarı. Al bakalım da neler oluyor sonra. Çıkın diyorum size.” Tartışma giderek şiddetleniyordu ve ağabeyim çıldırmamak için ve yumruğu indirmemek için zor tutuyordu kendini. Küçük ağabeyim daha sakin biriydi. Kolundan tuttu ve çıkardı dışarı onu. Sonra ikimiz babamı çıkarttık dışarı. Dışarıda insanlar kuyrukta kendinden geçmiş bir halde bekleşiyorlardı. Hoş içeri girseler de bir şey değişmeyecekti. Sandalyelerden birine babamı oturttuk ve sakinleşmeye çalıştık. Tam önümüzde sırada bekleyen bir adam, arkasındakine; “ İçerideki şerefsiz doktor yine çamur yaptı galiba hastaya. O adam var ya tam bir para hastası.Hastaneye gelene gidene ağrı kesici yazar, insanlar kızar çıkar dışarı. Bak şu ilerdeki hademe var ya o onunla ortak çalışıyor. Kızanları çevirir yoldan. Allar- pullar bir sürü mazeretle doktoru haklı çıkarır. Sonra da randevu verir muayenehaneye. Akşam saat dört olmadan doktor sıvışır, gider muayenehaneye. İçeri girdiğinde bambaşka bir adam olur. Kapılarda karşılar, af edersin hastanın kıçını yalamadığı kalır. Sonra da alır parayı, kapıya kadar da uğurlar. “ “ Deme ya! Ben ilk kez geliyorum buraya. O zaman hiç beklemeyeyim sırayı. Doğruca gideyim muayenehaneye.” “ Bekleme kardeş. Para her kapıyı açıyor anlayacağın. Benim sonuç gösterme. Mecbur bekleyeceğim. Bir kere verdin mi parayı, kilit açılıyor.” “ Kaç lira alıyor peki? “ “ Beş yüz gayme. “ “ Yok yav. Vay namıssız vay. Ne yapalım vereceğiz. Allah razı olsun senden. Ne edek, El mecbur. Hadi sağlıcakla kal.” Hepimizin şahit olduğu bu konuşma dönen çarkı basit bir şekilde anlatıyordu. Birbirimize baktık. Sonra da babama. Acı çekiyordu fakat yine de o halde bile hissettirmemeye çalışıyordu. Annem kalabalık olduğu için içeri girememişti. Dışarı çıktık hep beraber. Kapıda merakla bizi beklerken bulduk. Sanırım ağlamıştı. Bizi görünce yanımıza geldi. “ Ne dedi doktor?” “Muayene etmedi bile şerefsiz. Özel muayenehanesine gitmemizi istiyor şerefsiz. “ Diye atıldı büyük ağabeyim. Annem düşünceli bir şekilde baktı bize. “ Kaç lira alıyormuş “ “Beş yüz lira alıyormuş.” Annem elini göğsüne attı. O ana kadar kolunda hiç görmediğim bir bilezik çıkardı ve abime uzattı. “ Al bunu nerde bozdurursan bozdur gel. Durma koş. Baban iyi değil hadi oğlum.” “ Anne bunu nereden buldun? Hiç görmedim ben bu bileziği.” “Ne biçim konuşuyorsun ananla oğlum. Çalmadım, çırpmadım. Anamın yadigarı bu bilezik. Kolumda aleme gösteriş mi yapacaktım yani. Zor günler içindi. Şimdi de en zor zamanımız. Hadi koş, konuşma. “ Ağabeyim koşarak uzaklaştı yanımızdan. Bir süre sonra da muayenehaneye gittik. Babam iyiden iyiye kötülüyordu. İçeri girdik. Kapıda sekreter karşıladı bizi. Sıradaki adam da tam doktorun kapısından çıkmak üzereydi. Tam da diğer adamın dediği gibiydi manzara. Doktor, eğilip, bükülüyordu. Hemen içeri girdik. Bu kez büyük ağabeyimi dışarı bırakmıştık. Doktor en sevimli haliyle babamı muayene etti. Safra kesesi patlamak üzereydi. Hemen ambulansı aradı ve bizi tekrar hastaneye yönlendirdi. Ambulansa kendisi de binmişti üstelik. Ameliyat bitmiş ve babam rahatlamıştı. Taburcu olduk ve hastaneden ayrılıyorduk. Doktor, durmaksızın babamın yanına gelmişti hastenede olduğu sürece. Komşumuz yine bizi almaya gelmişti. Babamı arabaya bindirdik. Büyük ağabeyim aniden kaybolmuştu. Herkes onu arıyordu. Biraz daha bekledik. Halbuki babam arabaya binmeden arabanın yanındaydı. Gözüm kapıya ilişti. Ağabeyim koşarak arabaya geliyordu. Arkasından da doktorun iş ortağı hademe koşturuyordu. Ağabeyim arabaya bindi ve Salim amcaya arabayı çalıştırmasını söyledi. Hızla uzaklaştık oradan. Hepimiz ona bakıyorduk. Koşmasının anlamını çözememiştik. Ağabeyim bir kahkaha patlattı ve “Oh olsun ona. Gözündeki patlak için en az on beş gün yatar şerefsiz” Annem bir çığlık attı hemen. “ Ne yaptın oğlum! Şimdi başın belaya girecek. Değer miydi?” “ Değerdi anacığım. Ananın bileziğine değdi.” DEVAM EDECEK 14.09.2014 BOLU
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © Nermin Kaçar , 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |