Yalnızca hava, ışık ve arkadaşın varsa hiç üzülme. -Goethe |
|
||||||||||
|
Sanki zaman makinasındaydım. Bir ileri, bir geri zamana gidip geliyordum. Okuduğum romanlarda veya seyrettiğim fantastik filmlerde kullanılan bir yöntemdi. Bir manada izleyeni ya da okuyucunun beynini sınama gibi bir şey. Tıpkı o haldeydim. Yine o soru cümlesi aklıma gelmişti. “ Acaba geri gitmeli miyim?” Geri gittiğimde aileme ne diyecektim. Babam her ne kadar konuşamasa da bakışlarıyla anlatacaktı düşündüklerini. İhtimalleri düşünmeye başladım. Doktorun geldiğini duyan insanlar yavaş yavaş hastaneye gelmeye başlayacaklardı büyük umutlarla. Doğuracak bir kadın geldiğinde “ Ben sizi doğurtamam. Çünkü ben diş doktoruyum” mu diyecektim. Peki, ne yapacaktım. Hiçbir fikrim yoktu. Korkunun, ölüme çaresi yoktu. Baktım düşüncelerle boğuşmak akıl sağlığımı zorluyor, dışarı çıktım. Yine yetmedi. Kapıları kapattım ve merkeze doğru yürümeye başladım. Benim her şeyden önce insanlarla konuşmaya ihtiyacım vardı. Burada tek tanıdığım şoför Mustafa da bir daha gelmemişti. Adam haklıydı. Bir gününü benimle geçirmek zorunda kalmıştı. Tam bu düşüncelerle yola devam ederken arkamda bir ses duydum. Döndüm baktım. Bana seslenen Mustafa idi. Koşarak yanıma geldi. “Dohtor Bey! Selamün Aleyküm. Ben de sana geliyordum. Ya kusuruma bakma. Yola gittim sana da gelemedim. O yüzden başım eğik sana.” “ Olur mu öyle şey Mustafa. Sen benim için ne gerekiyorsa yaptın. İşin var gücün var. Hadi dönelim o zaman. “ “ Siz nereye gidiyordunuz?” “Canım sıkıldı. Şöyle gidiyordum kahvehaneye.” “ Oraya gidelim o zaman. Ben de kaç zamandır uğrayamıyorum kahveye. Ekmeğin aşın var mı? Ne yiyip içiyorsun. Burada olmayınca ekmek aş da getiremedim sana.Buralar köylük yer. Ben olmayınca, kadının da getirmesi yakışık almazdı. Annıyon de mi ? Kusurumuza bakma. “ “ Var ol Mustafa. Kafam çok karışık. Ben diş doktoruyum. Ben ne yaparım burada. Hatta gitsem mi acaba geri diyorum ?” “ Ne diyon Dohtor Bey, Sonuçta Dohtor değil misin? Ha diş ha dohtor ne fark eder. Biz boşuna mı sevindik şimdi. Boşuna mı umut bağladık sana. İğne yapmasını da mı bilmiyorsun. Ben sana güveniyom Dohtor Bey, sen başka doktorları cebinden çıkarırsın. Sakın gitme Dohtor Bey. Amma velakin gene de sen bilirsin. Senin kafan benimkinden çok çalışır. Moralini hiç bozma. Alışırsın bizlere. Bizler de sana alışırız. Bakma buraların ırak olduğuna. Ne edek, vatan bellemişiz biz burayı. Biz öyle seviyoruz. Sen de öyle belle. Ha bir de bana dediğin şeyi yani hani şu diş dohtoru olduğunu söyleme kimseye. İnsanlar azıcık gururlansınlar, kasabamıza dohtor geldi diye. Sen iyi bir insana benziyorsun. Yüreğinde şefkat var senin. Bildiğini yaparsın. Bilemediğini de yapamazsın. Sen olmasan yine ölecek insanlar. Beni kırma Dohtor Bey. “ Tamam Mustafa tamam kandırdın beni. Hadi gel çay içelim. Azıcık insan göreyim. Bakalım daha neler yaşayacağım. Zaman gösterecek.”. “ Oh be Dohtor Bey. Beni kırmadın ya! Allah ne muradın varsa versin. Ama bak çaylar benden. Bir de tavla atarız. Olmaz mı? “ Atarız be Mustafa. Hadi hızlı yürü. Maazallah şimdi hastanenin önünde hastalar yığılır yoksa!” Tam zamanında yetişmişti Mustafa o gün imdadıma. Ne fark ederdi diş doktoru olmam. Temel eğitimleri bir hemşire yada bir ebe kadar almıştım başlangıçta. Ne kaybederdim denemekten. Sonuçta onlara zarar vermeden dertlerine belki çare olabilirdim. Mustafa, en etkili sözü kullanmıştı bana. “ Biz burayı yurt belledik. Sen de öyle belle” gerçekten de öyleydi. Onların yurt belledikleri yerde onlar yaşıyorlarsa ben de pekâlâ yaşayabilirdim. Zaman her şeyin ilacıydı. Ve ben ideallerimi gerçekleştirmek için başlamıştım bu mesleğe. Yeri gelir doğum yaptırırdım, yeri gelir pansuman yapardım. Onları mutlu görmek yeterdi bana. Bana gerekli olan sadece moraldi. Bunun için de çok şanslı olduğumu hissediyordum. İnsanlar, bana hep saygıyla bakıyorlardı. Bu bile yeterdi başarılı olmaya. Yaşayacak ve görecektik. Aradan bir ay geçmişti ve ben tam da Mustafa’ nın dediği gibi alışmıştım oraya. Tek tük hasta geliyordu. Çoğu da sırf beni merak ettikleri için geliyordu. Bir sürü tanıdığım olmuştu bu zamanda. Mustafa’ nın sayesinde artık aç da kalmıyordum. Belli bir para karşılığında bana yemek göndermeye razı edebilmiştim. Oğlanlarından bir tanesi her akşam aynı saatte günlük yemeğimi ve ekmeğimi getiriyor, sonra da seğirterek uzaklaşıyordu. Yemeğimi yemiş, elime yanımda getirdiğim kitaplardan birini almış onu okuyordum. Kapı kırılacak gibi yumruklanıyordu. Kitaba kendimi kaptırdığımdan olacak geç fark etmiş olmalıydım. Kapıyı açtığımda karşımda bir adam, yanında da yere oturmuş, ağrı çeken hamile bir kadın vardı. Öyle bakıp duruyor; içimden de “ Hah şimdi ne yapacaksın bakalım dohtor. B.ku yedin bu akşam “ diyordum. Kadının sancısı iyice artmıştı. Yanındaki adam yalvaran gözlerle bakıyordu bana. Hemen kapıyı açtım ve hastane bölümüne geçtim. Adam karısını zorlukla getirdi ve oturttu. Sıcak suyu ısıttım. Kocasına, karısını masaya yatırmasını söyledim. Doğum başlamıştı. Nermin KAÇAR
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © Nermin Kaçar , 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |