İnsanların arasında yaşadığımız sürece, onları sevelim. -Andre Gide |
|
||||||||||
|
Düzgün yollar, yerini ilerledikçe toza toprağa bırakıyordu. Bir süre sonra alışkın olduğum ağaçların yerini sadece kelleşmiş bir adamın başı gibi kalan tepelere bırakmıştı. İlerledikçe moralim giderek bozulmaya başlamıştı. Kendimi telkin ediyor, içimden “ Her şey çok iyi olacak, hizmet için varım ben. Onun için gidiyorum” diye tekrarlıyordum. Nihayet, yolun sonunda bindiğim eski püskü otobüs homurdanarak durdu. Gece çökmüş ve her yer zifiri karanlıktı. Karanlığın içinde Ağustos böceğini andıran evlerden süzülen cılız ışıklar olmasa mezarda hissedecektim kendimi. Yolculuğa çıktığım andan itibaren ilk kez ürküntüyle otobüsten indim ve etrafıma baktım. İnsanlar mutsuz görünüyordu. Otobüsten inen diğer yolcular, aniden kaybolmuşlardı. Karanlıkta tek başıma kalakalmıştım. Ne kadar kaldım o şekilde bilmiyorum. Aklım başıma geldiğinde, otobüs şoförünü fark ettim. Yanına yaklaştım. “ Merhaba, Devlet Hastanesi ne tarafta acaba?” “ Aleyküm Selam beyim. Buradan epey arası var . Nedcen Devlet Hastanesinde bu saatte beyim?” “ Ben doktorum da yeni atandım.” “Hoş gelmişsen beyim. Ne iyi ettin de geldin.” “Hoş buldum. Nasıl giderim. Ya da uzaksa yarın giderim. Bana kalacak bir otel gösterseniz.” “Dohtor Bey, burda ne gezer otel, motel.” “ Eeee nerde kalacağım ben şimdi?” “Düşündüğün şeye bak Dohtor Beyim, biz fakiriz, garibanız ama gelen Tanrı misafirini de sokakta bırakmayız. Hadi gidelim bizim fakirhaneye. “ Şaşırıp kalmıştım. Hiç tanımadığım bir adam bana evini açıyordu. Yutkundum ve tekrar zifiri karanlığa baktım. Çaresizdim. Mecburen kabul ettim. Karanlık sokaklarda ilerledik. Elimdeki valiz giderek ağırlaşmıştı. Aklıma ne gelirse koymuştum. Özellikle de tıp dergilerini. Sonunda tahta kapılar gıcırdayarak açıldı .Erken çökmüş bir kadın ve arkasında bize merakla bakan çocuk sürüsü karşıladı bizi. Kadın, telaşla o yana bu yana koşuşturdu. Oturacak kadar yer açtı ve kaçarak çıktı odadan. Çocuklar sıra sıra dizilmiş beni seyrediyorlardı. Kapı açıldı yeniden. Kadın, elinde bir tepsiyle içeri girdi. Başı yerde, ortaya bıraktı ve kaçarak çıktı dışarı. Tepsideki yiyeceklerin kokusu adeta sarhoş etmişti. Adını yolda öğrendiğim şoför Mustafa’ nın sofraya davetiyle yiyeceklere yumuldum hemen. Karnım doymuş, gözüm açılmıştı. Sobadan yayılan sıcaklık ile rahatlamıştım. Mustafa, durmadan konuşuyor, çocuklar durmaksızın bana bakıyordu. Sonrasını hatırlamıyorum. Sabahın erken saatinde horoz sesleriyle fırladığımda anlamıştım İstanbul’ da olmadığımı. Gündüz gözüyle tekrar baktım etrafıma. Ben nasıl bir maceraya atılmıştım. Daha neler yaşayacaktım bilemiyordum. İşte oradaki ilk günüm bu şekilde başlamıştı. Kahvaltının ardından Mustafa önde, ben arkada yeniden düştük yola. Valizimi sonra getireceğini söylemesine rağmen inat etmiş onu da yanıma almıştım. Külçe gibi ağırlaşıyordu her adımda. Güzel bir hastane binası hayal ederken, karşımda duran sıvaları dökülmüş, çatısı paramparça olmuş eski bir binayla karşılaşınca adeta olduğum yere çökmekten son anda kurtardım kendimi. Görünüşe göre hiçbir hayat belirtisi yoktu binada. Mustafa, mahcup bir halde bana bakıyordu. “ Mustafa burası mı Hastane? “ “Evet, beyim burası” “Kaç kişi çalışıyor burada biliyor musun?” “Başka kimse yok beyim” “Neee?Nasıl başka kimse yok mu ? Ne biçim sistem bu ya. Neden atadılar beni buraya o zaman.” “Eskiden vardı beyim. Gelen gitti. Her gelen kısa zamanda gitti yerine yenisi geldi. Kimi ilk gün gitti. Ama hakkını yemeyeyim sizden öncekinden önceki bir ay dayanmıştı.” Başka söylenecek hiçbir söz kalmamıştı. Karşımda virane bir bina, içinde cinlerin cirit attığı, Allah’ın unuttuğu bir yerde yalnız ve çaresizdim. Hayallerim, yapmak istediklerim, tıpkı değerli bir vazo gibi yere düşüp parçalanmıştı. Valizimi yere bıraktım ve olduğum yere çöktüm. Mustafa da yanıma oturmuş sessizce beni izliyordu. Ne biçim bir düzendi bu. Koskoca Sağlık Bakanlığı benimle dalga mı geçmişti. Nasıl dönecektim? Bırakın başkalarını kendime karşı, ideallerime saygısızlık değil miydi bu kaçış? Kendime geldiğimde, Mustafa’ ya ; “ Mustafa hemen tanıdığın kim varsa topla gel. Yevmiyelerini cebimden vereceğim” Anlamsızca bana baktı. Herhalde zır deli olduğumu düşünüyordu. Yaşadığım travma mantığımı da alıp götürmüştü sanki. Onca yolu korkup kaçmak için gelmemiştim. Aklım hiç o günkü kadar yerinde değildi. Mustafa başını iki yana sallayarak gitti yanımdan. Aradan iki saate yakın bir zaman geçmiş fakat gelmemişti henüz. Cılız bir ağacın dibine oturmuş, gelmelerini bekliyordum. Tam ümidimi kestiğim bir anda kalabalık insan topluluğunun benden tarafa geldiğini gördüm. Önde Mustafa vardı. Yaklaşık on kişi kadardılar. Yanıma yaklaşan ellerime sarılıp, öpmek istiyordu. Elimi zorla kurtarıyor, tokalaşıyordum. Hiç beklemeden binaya dağıldık. İçeride işe yaramaz ne kadar eşya varsa dışarı çıkarttık. Ücra yerlerin kaderi gibiydi atılan eşyalarda. Sonunda bina en azından toparlanmıştı. Sonra tamirata giriştiler. Çatı onarıldı. Sıvalar, geçici olarak kazındı. Kalabileceğim bir yere ihtiyacım vardı. Küçük bir odayı kendime seçtim. Benden öncekiler de orada kalıyor olmalılardı. Bir yatak ve bir masa yeterdi bana. Akşamın karanlığına kadar kaldılar benimle. İşi kotarmıştık. O yaşıma kadar edindiğim tecrübelerin on kat fazlasını, zevk duyarak kazanmıştım. Üstelik kara kara düşündüğüm yatak ve masa işi de hallolmuştu. Ne lazımsa hemen anında gelip yerleşiyordu. Kapıda onları uğurlarken, elimi cebime attım. Bütün gün benim için çalışmışlardı. Mustafa niyetimi anlamış olacak, elimi tuttu ve beni kenara çekti. “ Dohtor Bey, sakın çıkartma o paraları. Hakaret sayarız yoksa. Burada insanlar parayla değil, yürekleriyle çalışırlar. Sen geldin ya! Artık çocuklarımız ölmeyecek. Kadınlarımız, yaşlılarımız ağrı çekmeyecek. Sen geldin ya! O yeter bize. Haydi, Allah rahatlık versin. Ne diyebilirdim ki! Onlar hakikaten yürekleriyle çalışmışlardı benimle birlikte. Oysa ben diş doktoruydum. Bunu nasıl söyleyebilirdim onlara. Bunu söylemek, onlarında hayallerini yıkmak demekti. Arkalarından bir süre izledim onları. Karanlığın içinde kaybolana dek… devam edecek! Nermin Kaçar
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © Nermin Kaçar , 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |