Uygarlık, gereksiz gereksinimlerin, sonsuz sayıda artmasıdır -Mark Twain |
|
||||||||||
|
Aslında bu seyahati kendim için yapmış ve yazıya dökerek sizlerle paylaşmayacaktım. Lakin seyahat arkadaşlarımın talebi üzerine yazdım. Söze başlamadan önce -siz değerli okurlarıma- seyahat arkadaşlarımı tanıtayım. Malatya’nın yetiştirdiği ilim adamlarından Ramazan Keskin Hoca, Keskin Hoca’nın Almanya arkadaşı Mehmet Güven, Keskin Hoca’nın Dernek (Medeniyet Derneği’nin) üyelerinden Ahmet Kazgan ve Mehmet Karaman yani topu topuna beş arkadaştık… Seyahat istikametimiz Karadeniz… Karadeniz Samsun’da bir derneğin Ramazan Keskin Hoca’yı konferansa daveti üzerine gidiyoruz. İki ton ağırlığında, altı silindirli Mercedes arabayla yola koyulduk. Direksiyonda Keskin Hoca var. Cumhuriyet döneminden kalma Malatya –Sivas yolunun dönemeçli, zikzaklı, inişli-çıkışlı yolda bir yıldız gibi kayıp giderken -sanırım- en çok arabamız keyifsiz. Zira bu yol bu arabayı, araba da bu yolu sevmemişti. AK Parti döneminde memleketin dağına taşına gitmedik yol, genişletilmedik yol kalmadığı halde Malatya-Sivas yolu hala Cumhuriyet döneminde kalma bir yol olarak duruyor. Yazık ki; bu güne kadar kimseler bu işlek yolu görmemiş, sorunlarını dillendirmemiş ya da hep görmezlikten gelinmiştir. İyisi mi biz yola takılıp durmadan; -durmak yok yola devam- edelim… Karadeniz’e bu benim ilk seyahattim. Bir el şeklinde (okulda Türkiye haritası bize bu şekilde öğretilmişti) ülkemin haritasında yer olan birçok yerlerini gezmiş görmüştüm ama -imkânsızlıktan olmuş olacak ki- Karadeniz’e ilk gidiyorum. Dedim ya, başta bu seyahati yazmayı düşünmediğim için seyahat sürecince ne yazılı ne de zihnimde not tutmuştum. Şimdi iş yazıya gelince… İş yazıya gelince; zihnimdekilerini geri sarıp sarıp zihin penceremden gördüklerimi sizlerle paylaşmaya çalışacağım. Sivas Sivas’ı daha önce görmüştüm. Sizde neleri çağrıştırır bilmem ama Sivas bende… Sivas en önemli kentlerimizden biridir. Anadolu Bölgesi, Doğu Karadeniz Bölgesi ve Doğu Anadolu Bölgesinde ilçeleri ve kültür zenginliği, iklim farklılığı bulunan ve sahip olduğu değerleri ile önemli bir coğrafi konuma sahip olan Sivas pek çok yöresel sanatçı yetiştirmiş bir Türkü şehridir. İç Anadolu ve Doğu Anadolu ilçelerinde saz ve âşık geleneği ve üstatları bu şehirde yetişmişlerdir. Sivas sizden de Madımak ve Başbağlar olaylarını çağrıştırabilir lakin biz -şimdilik- Sivas’ı birçok medeniyete ev sahipliği yapmış, ilim, irfan, kültür ve sanat şehri olarak düşünelim… Tokat Kuzeyde Samsun, kuzeydoğuda Ordu, doğu ve güneyde Sivas, güneybatıda Yozgat ve batıda Amasya ile komşu olan Tokat’ın bu kadar münbit bir toprak parçasına sahip olduğunu ilk kez görüyorum… Bu güne kadar zihnimdeki Tokat kurak, dağlık ve bozkır bir şehir olarak tasavvur ederdim. Meğer gidip görmediğim, gezmediğim, havasından teneffüs edip suyundan içmediğim iki dağın arasında kalan ciğer gibi vadinin yamaçlarına kurulan elma şehri hakkında ne kadar yanlış düşünmüşüm. Tokat Ali Paşa Camii önünde bir çay molası veriyoruz… Saatlerimiz 12.00 gösteriyor. Tam kalkmak üzereyken Ramazan Keskin Hoca Tokat Belediye başkanından bahsediyor. “Gayretli ve hatırşinas bir arkadaşımızdır” diyor ve “Bu saatlerde yerinde olur mu bilmem ama olsaydı -gelmişken- bir selam verir öyle giderdik” şeklinde konuşuyor. Ali Paşa Camiinin bir arka sokaktaki belediye binasına doğru direksiyon kırıyor ve başkanı sormak için arabadan iniyorum. Belediyenin önünde bir zabıta bir de zabıta elbisesini giymiş bir çocuk görüyorum. Yaklaşınca çocuk sandığım bir metre boylarındaki afacan adamın çocuk olmadığı, Keloğlan Masalları’na taç çıkartan boyu çıkmamış bir zabıta olduğunu görüyorum. Kısa boylu zabıta sorularımı cevaplıyor. Heyecanlı ve içi içine sığmaz, tombalak bir şey. Önümüze düşüp adeta yuvarlanarak bize rehberlik ediyor. İki katlı, ahşaptan yapılı eski konfor konakları aratmayan nostaljik bir yapıdır Tokat Belediyesi binası. Doğulu Aşiret Ağaları’nın konaklarını çağrıştıran çift başlı ahşap merdivenlerden çıkarken tahta gıcırtısı sesi bir musikiye dönüşüyor. Belediye Başkanı Doç. Dr. Adnan Çiçek bir tiyatro dekorunu andıran makamında bizleri ayakta karşıyor. Keskin Hoca’ya sarılışında yılların özlemi okunuyordu. Başkan hakikaten samimi ve hatırşinast. Biz de ‘yediğin içtiğin sende kalsın, gezip gördüğünü anlat’ derler ya… Bu nedenle Tokat Belediye Başkanı Doç. Dr. Adnan Çiçek’in bizlere ikramından bahsetmeyeceğim. Lakin ikram esnasında Tokatı’ın akil ve akademik insanların Keskin Hoca’ya duydukları ilgi ve alaka bizleri fevkalade memnun ve mesrur bırakıyor. Amasya Hava bir açıp bir kararıyor ama yine de Karadeniz’e yolculuk güzel, zevkli, heyecanlı… Amasya bir Karadeniz kenti… Kâh yağmurlu kah güneşli ama hakikaten eski bir yerleşim bölgesi, hakikaten bozulmamış ve tarihi kalıntılarıyla görmeye değer bir şehir Amasya. Amasya denilince neden Ferhat ile Şirin efsanesi çağrışım yapar bende hala anlamış değilim. Sanırım bu efsaneyi bizlere anlatanlar Ferhat ile Şirin’i Amasya ile ilintilendirdiği içindir … Ferhat ile Şirin efsanesine merak duyanlar için özetleyecek olursak; “Azerbaycan'da Erzen kentinin kadın hükümdarı Mehmene Bânu kız kardeşi Şirin için bir köşk yaptırmıştır. Köşkü süsleme işini o yörenin en usta süslemecisi (nakkaş) Ferhad'a verirler. Ferhad, çalışırken Şirin'i görür ve ona âşık olur. Mehmene Bânu da Ferhad'ı sevmektedir. Bu nedenle Şirin'le evlenmesini istemez, karşı çıkar. Ferhad bir gezi sırasında Amasya kentinin hükümdarı Hürmüz Şah ile tanışır. Hürmüz Şah Ferhad'ın başına gelenleri dinleyince onu yanına alır. Birlikte Erzen'e giderler. Hürmüz Şah, Şirin'i Ferhad için Mehmene Bânu'dan ister. Mehmene Bânu karşı çıkınca iki hükümdar birbirlerine savaş açarlar. Savaş sırasında Hürmüz Şah'ın oğlu da Şirin'e âşık olur. Savaş sonunda yenilen Mehmene Bânu her şeyi bırakarak kaçar. Şirin Amasya'ya getirilir. Oğlunun da Şirin'e âşık olduğunu öğrenen Hürmüz Şah güç durumda kalır. En sonunda Ferhad'a başarılması güç bir iş verir ve bu işi başarması koşuluyla Şirin'e kavuşabileceğini söyler. Ferhad, Amasya yakınlarındaki bir dağı delecek ve kente oradan su getirecektir. Ancak bu işi başarırsa Şirin'le evlenebilecektir. Ferhad büyük bir coşku ile işe koyulur ve bir süre sonra işin sonuna yaklaşır. Ferhad'ın bu işi başaracağını anlayan Hürmüz Şah, çalıştığı bir dağda Ferhad'a yaşlı bir kadınla Şirin'in öldüğü haberini yollar. Bu yalan habere inanan Ferhad, Şirin'in ölüm acısına dayanamaz ve dağları deldiği gürzünün canına kıymak amacıyla havaya fırlatır ve yere düşen gürzün altında kalarak ölür. Ferhad'ın ölüm haberini alan Şirin de bir hançerle kendini öldürür. İki sevgiliyi yan yana gömerler. Söylenceye göre; her bahar Ferhat'ın mezarı üstünde kırmızı, Şirin'in mezarı üstünde beyaz bir gül ve aralarında da bir diken çıkmaktadır. Öykü; Ferhat'ın Şirin'e olan sevgisiyle, halkı suya kavuşturma çabalarını bir arada işlemekte olan destansı bir öyküdür.” Yukarıda anlatıldığı gibi öyküyü bir kez daha zihnimde tekrarlıyorum şehre girerken. Gözlerim gayrı ihtiyarı Ferhat’ın Şirin aşkına deldiği dağı arıyor. Ama Amasya’ya ilk gelişim olduğu için Ferhat’ın deldiği dağın hangi yönde kaldığını bilmiyorum/ bulamıyorum. Amasya şehir merkezinde bir mola veriyoruz. Şehrin içinden geçen Viyana Nehri’ni aratmayan nehrin güzelliğinden mi bahsedeyim, karşı tarafta tarih yazdıran efsunlu dağlarından mı? Ancak zamanımız olmadığı için çıkıp gezemiyoruz, Ferhat’ın deldiği dağları yakından göremiyoruz, bir arkeolojik yerleşim birimi olan Amasya’yı gereği gibi tanımadan, gezmeden şehri terk ediyoruz. Samsun Ahmet Tanpınar ünlü “Beş Şehir” adlı eserinde; “Yaşanmış hayat unutulmuyor, ne de büsbütün kayboluyor, ne yapıp yapıp bugünün veyahut dünün terkibine giriyor.” şeklinde ifade ettiği gibi insanın yaşadıkları unutulmuyor. Unutulmuyor ve kaybolmuyor yaşadıklarımız. Unutulup kaybolmadığı gibi yaşadıklarımızın tümü yarın Ahrette karşımıza çıkıp bizden hesap soracaktır. Bu nedenle 9 Nisan’da Samsun’a çıkışımızda, yol arkadaşlarımla ruz-i mahşerde hesabımızı zorlaştıracak hiçbir amel işlemediğimizi düşünüyorum. Zira biz Samsun’a bir derneğin Keskin Hoca’yı konferans vermeye daveti üzerine çıktık. Yıllardır hep görmek istediğim ancak bir türlü gidip görmediğim benim ‘beş şehri’mden biri olan Samsun’dayız… Tıpkı rüyalarımda süslediğim gibi Samsun bulutlu, sisli ve efsunlu bir şehir… Rakım iki binlerden bir rüya gibi etrafı sarıp sarmalayan sisli bir havada çam kokulu, koyu yeşilin hâkim olduğu dağlardan şehre iniyoruz… Heyecanlı bir inişten sonra sislerin çekilmesiyle duvağını maşukuna açan nazlı bir gelin gibi şehrin efsunlu yüzü ortaya çıkıveriyor. Recep abi derdi de inanmazdım; Samsun harbiden büyükşehir… Bir tarafı masmavi deniz, diğer tarafı yemyeşil dağlarlarla kaplı Samsun’un… Karadeniz dağlık ama Karadeniz’de dağ-taş yerleşim birimi. Kuş uçmaz, kervan geçmez dağların başına Karadenizli ev kurmuş… Tarif edilen yerde Recep Abi’yi alıyoruz… “Recep Abi de kim” diye fısıldadığınızı duyar gibi oluyorum ama… İyisi mi fazla meraktan bırakmayayım; Recep Abi’yi tanıştırayım sizinle. Recep Abi Adıyamanlı (pardon) ben Recep Abi ile Adıyaman’da tanıştım. Doğrusu Recep Abi Samsunlu ama Samsun’dan çok Adıyamanlı. Recep Abi hem Samsunlu hem Adıyamanlı. Daha doğrusu Recep Abi Samsunlu, Adıyamanlı, Türkiyeli ve Dünyalı… Elbette ki Recep Abi mümtaz bir şahsiyet ama ben en çok onun espritüel yönünü seviyorum. Hangi saatimde olursam olayım Recep Abi’yi gördüğüm an, eşref saatim olur o an benim. Recep Abi Adıyaman’da çok sosyal bir insandı. Şimdi saçlarının biraz daha beyazlaşmasından başka değişen bir şey yoktu Recep Abi’den. O akşam Recep Abi’nin misafiri olarak ağırlanıyoruz. Akşam yemeğinden sonra Tekke Köyü’nde bir camide, Keskin Hoca’nın konuşmacı olarak katılacağı bir sohbet için sahil yolundan Ordu istikametine doğru yol alıyoruz. Samsun gece gözüyle de büyüleyici. Sahil boyu akıp giden trafiğe kapılarak yatsı namazından önce davet edildiğimiz mekâna varıyoruz. Cemaat heyecanla bekliyor Keskin Hoca’yı. Camiinin dış kapısından ağırlanıp üst kattaki sohbet mekânına alınıyoruz. Kısa bir tanışma faslından sonra Keskin Hoca sohbete başlıyor. Önce pür dikkat konuşulanlar dinleniliyor sonra sorular soruluyor. Yatsı ezanın okunmasıyla sohbet yarıda kesiliyor ve yatsı namazımızı ikame etmek üzere camiye iniyoruz. Yatsı namazı akabinde tekrar Keskin Hoca davet ediliyor. ve 45 dakikalık bir sohbet camide gerçekleştirilmiş oluyor. Sonra tekrar sohbet alanına alınıyoruz ve sorulu-cevaplı sohbet uzun uzadıya devam ediyor… Gecenin geç vakitlerine kadar sürüyor sohbetler ama konuşulanlar ruz-i mahşerde şahitlik edecek şeyler olduğu için bedenen yorulsak da ruhen dinlenmiş ve rahat hşssediyoruz kendimizi… Acem Tekkesi Acem Tekkesi’nin ne olduğunu bilir misiniz? Acem Tekkesi; 150 yıllık tarihi dokusu ile şehrin kültüründe önemli bir değere sahip bir mekândır Samsunda. Anlatılanlara göre şehrin fasıl geceleri, kına geceleri, sohbet, seminerler, kahvaltılar ve yöresel yemekler bu mekânda yapılıyor. Samsunlular, İlkadım Belediyesi tarafından restorasyonu yapılıp, nostaljik eşyalarla otantik bir şekilde dekore edilmiş bu mekanda kahvaltı yaptırıyorlar bize. Kahvaltıdan sonra davetlilerle Keskin Hoca ile sorulu cevaplı sohbete devam ediyor … Amazon Savaşçı Kadın Heykeli Samsun’a gidip de Amazon Savaşçı Kadın Heykeli’ni görmemek bir eksik kabul edilir. Keskin Hoca’nın tabiriyle Samsun Belediye Başkanı denizi karaya katarak ve turistik yeni bir Samsun şehrini oluşturmuş. Terme ilçesinde yaşadığı söylenen Amazon kadınlarını sembolize eden amazon ve iki aslan heykeli ilk Samsun’a ayak bastığımızda görmüş merak duymuştuk. Acem Tekkesi’nde kahvaltı ve sohbetten sonra sahil yolu üzerinde güzel bir konuma yerleştirilmiş Terme ilçesinin sembolü haline gelmiştir Amazon Savaşçı Kadın Heykeli’ni görmeye gidiyoruz. “Amazon” ilgili açıklamaların çoğunun ortak noktası aykırılık(mış). Lakin Amazon kelimesinin memesiz anlamına geldiği en fazla kabul edilen görüşler arasındaymış. Kaldı ki Amazon Savaşçı Kadın Heykeli’ni de memesiz görüyoruz. Bir kadının eril güce ulaşma uğruna kendi temel yaratılış özüne, kadınlığa karşı çıkması ve sembol bir organı yok etmesi ile anneliğe karşı duruşu inanılmaz bir başkaldırı olarak sembolize edilmiş bu heykelle. Elinde mızrak, etekleri diz kapağın az altında, aykırılığın en uç noktası olarak sembolize edilmiş bu memesiz Savaşçı Kadın Heykelinden çok beni, denizin içe çekilen yeni yerleşim alanı ve bu alanın sahilini döven deniz dalgaları heyecanlandırıyor. Canik Canik, Samsun’un şirin bir ilçesi. Malatya’dan kilometrelerce yol katlettiren, Keskin Hoca’nın konferansa davet edildiği ilçe; Canik Belediyesi Kültür Merkezi… Canik Kültür Merkezi Samsun’u kuşbakışı bakmaya hâkim bir mekânda… Canik’te bir gün batımı… Karşı tarafta görünen ışıkların denize yansıması ateş böceği gibi yanıp sönerek yakamozlar oluşturuyor. Canik’ten Samsun’un denizle buluşmasını izlemek masallardaki perili kızların gümüşe bulanmış cilbablarla denizde raks etmesini çağrıştırıyor… Canik; szölük anlamındaki ‘sahil’ ve ‘ova’ anlamlarına geldiği ismiyle müsemma bir ilçe… Toplumsal sorunlarımız O kadar çok toplumsal sorunlarımız var ki, insan hangisinden bahsedeceğini şaşırıyor… “Toplumsal Sorunlarımız ve Çözüm Yolları” Keskin Hoca’nın Çağrı Derneği’nin davetti üzerine Canik Kültür Merkezi’nde vereceği konferansın konusu… Akşam namazı müteakip salona geçiyoruz. Bizden önce salona geçen insanların heyecanlı bekleyişleri dikkatimi çekiyor… Kocaman salonu dolduran Karadeniz’in muvahhit, muttaki bay ve bayanları… Sunucunun, “Çağrı Derneği’nin Kutlu Doğum Haftası münasebetiyle düzenlediği konferansa hoş geldiniz!” şeklinde başlayan anonsun ardından Kur’an-ı Kerim tilaveti ve dernek başkanının selamlama konuşması başlıyor. Daha sonra Keskin Hoca’nın kısa özgeçmişinin okunmasıyla konferans başlıyor… Salonda çıt çıkmıyor, pür dikkat dinleniliyor. Kürsüde Suriye ve El Ezher’in rahleyi tedrisinden geçen Keskin Hoca’nın davudi sesi… Burada Keskin Hoca’nın konferansın teferruatına inmeyeceğim lakin kısaca özetleyecek olursak; Keskin Hoca Canik Kültür Merkezi’nde Akpınar (Akpınar; Malatya’da bir semtin ismi Keskin Hoca bu mekândaki mescitte 17 yıl fahri imamlık yaparak hutbeler okumuştu) hutbelerden birini okuyor… Konferansta en çok beni duygulandıran, Canik Belediye Başkanı Osman Genç’in konferans sonrası kürsüye çıkıp; “Bir El-Ezher mezunu olarak Ramazan Keskin Hoca’mızdan istifade ettik. Bir dönemler biz Ezher ve İmam-Hatip mezunlarına ‘muhtar bile olamazsınız’ denildi ama şimdi gördüğünüz gibi -elhamdulillah- kimimiz Belediye Başkanı kimimiz Başbakan olduk ” şeklindeki konuşması oluyor. Karadeniz Sahil Yolu Her fani gibi Samsun’daki programımız da sona eriyor… Karadeniz Sahil Yolu’ndan Trabzon istikametine yol alıyoruz. Karadeniz Sahil Yolu’nun yapımı 1960’larda planlanmış. 1987’de temeli atılıp ara verilmiş. 1997’de yapımına yeniden başlanılarak yer seçimi ve çevre tahribatı nedeniyle şiddetle eleştirilmişi hatta dava konusu olmuş. Yüce Divan’a kadar giden bu yol çilesi, her şeye rağmen tamamlanıp 2007’de ulaşıma açılmış. Karadeniz Sahil Yolu anlatılmaz, ziyaret edilir, oksijen deposu gibi havasından teneffüs edilir, hoş içimli suyundan içilerek bütün güzellikleri ancak o vakit hissedilir. Bir yanı deniz, diğer yanı yeşilin en koyu tonlarıyla kaplı çam, fındık ve çay bahçeleri… Sanırım toplam 500 kilometrelik bir mesafedir Karadeniz Sahil Yolu. Sayın Başbakanın ifade buyurduğu gibi, AK Parti Ferhat gibi dağları delmiş 4 kilometre uzunluğuna varan tünellerle Karadeniz Sahil Yolu’nu yapmıştır. Sahil boyu ilçeler de (Ünye, Düzova, Fatsa gibi) en az illeri kadar göz alıcı, görmeye değer yerlerdir. Ordu “Ordu’nun dereleri Aksa yukarı aksa Vermem seni ellere Ordu üstüme kalksa Sürmelim aman” Dilime nereden doladıysam… Ordu; Karadeniz halk müziği ve geleneksel halk oyunlarıyla hatırladığım, bağlama, kemençe, davul-zurna, davul-klarnet (yöresel tabirle gırnata) gibi çalgılar eşliğinde horon tepildiği tipik bir Karadeniz şehridir. Zamanımız olmadığı bir-iki çay içe molası hariç gezemiyoruz Ordu’yu… Giresun İlk görüşte görenin yüreğini hoplatan çay ve fındık şehri Giresun aslında Karadeniz’i temsil ediyor… Giresun; daha önceleri Tirebolu, Görele ilçeleri ile bunlara bağlı Bulancak, Keşap ve Espiye bucaklarından ibaretmiş… Ancak daha sonra 1933 yılında Şebinkarahisar ilinin kaldırılması ile Şebinkarahisar Merkezi ve Alucra ilçeleri Giresun iline bağlanmıştır. Sırasıyla gidecek olursak 1942 yılında Bulancak, 1945 yılında Keşap, 1957 yılında Espiye, l958 yılında Dereli, 1960 yılında Eynesil, 1987 yılında Piraziz ve Yağlıdere, 1990 yılında Çanakçı, Güce, Doğankent ve Çamoluk ilçelerinin kurulması ile Giresun’un ilçe sayısı 15 olmuştur… Eynesil Birbirinden güzel, doğa harikası bu ilçelerden Eynesil’e gidiyoruz. Eynesil’de yol arkadaşlarımızdan Mehmet Güven’in Almanya arkadaşını ziyarete gidiyoruz… Eynesil uzun bir süre Trabzon’a bağı bir köymüş. Cumhuriyet'in ilanı ile birlikte Görele’ye bağlanan Eynesil, 1953 yılında yine bu ilçeye bağlı bir bucak olmuş. Daha sonra, 1 Nisan 1960 tarihinde de ilçe olmuş. ‘Eynesil’ adını nerden aldığı tam olarak bilinmiyor. Bazı rivayetlere göre Eynesil adını, bölgedeki ‘Aya Vasıl Kalesi’ kelimesinden dönüşerek almıştır. Her ne ise bize Eynesil’in nerden geldiği değil, Eynesil’in kendisi lazım… Almancı Hacı baba’nın sahil yolu üzerinde tarif ettiği camiyi görünce arabamızı kenara çekip duruyoruz. Camii’nin önünde bir kalabalık bekliyor, ilçenin eşraflarından biri vefat etmiş. Bizi evine misafir edecek Almancı Hacı baba da orada. İster istemez biz de hazır olan kalabalıkla birlikte cenazenin kalkmasını bekliyoruz. Öğlen namazı akabinde kılınan cenaze namazından sonra Eynesil’den, dağa tırmanarak, çay ve fındık bahçeleri geçerek rakım iki binleri vuran bir köye gidiyoruz. Bir rüya gibi bu köy… Yeşillik, temiz hava, sakin ve kafa dinlenecek bir mekân burası. Almancı Hacı Baba yalnız başına kalıyor bu evde. Ailesi Almanya’da kalıyormuş, bir aylığına kafa dinlemeye gelmiş Hacı Baba. Ben olsaydım da aynısını yapardım lakin tek başıma kalmazdım bu tekin evde… Almancı Hacı Baba’nın kaldığı ev evlerden uzak ve tekindi gerçi Karadeniz dağlarında tüm evler birbirinden uzak ve yalınız. Zira herkes kendine ait bahçenin başında ev kurmuş Karadeniz dağlık bölgelerde. Hava serin, Almancı Hacı Baba içerde ateş/soba yakmış. Hacı Baba’ya en yakın evler akrabaları olurmuş kendisine. Bizim misafir geldiğimiz görmüş olacaklar ki yalnız bırakmadılar, biz Hacı Baba’nın misafirlerine ikrama durdular. Her gün içtiğimiz, sabah kahvaltısında soframızda eksik etmediğimiz içeceklerimizin başında gelen çayı Karadeniz dağ köylerinde içeceksin. Biz de öyle yaptık, ikram edilen Eynesil’in yerli çayından içtik. Tadı bir başka geldi bana. Yeşil çay tadı desem tam değil, bizim her gün içtiğimiz siyah çay hiç değil. İçtikçe dilimin arka bölümlerine hoş bir tat bırakan bu çay köylünün ürettiği yerli ve taze çaydı. Lakin Malatya’da kayısıcılarımızın hükümete serzenişi ne ise Karadeniz çay üreticisinin serzenişi de aynı idi. Devlet eliyle çaylarını satamayan çay üreticileri, özel sektörlere satıyorlarmış ancak kendilerine bir-iki yıl aradan sonra ödeme yapabiliyorlarmış… Arkadaşlarla çay ve fındık bahçesine çıkıyoruz. Karadeniz’de çay ve fındık iç içe, küçük toprak bahçeleri ama Karadenizli toprağını iyi değerlendirmiş, ekmiş, bakım yapmış bölge şartlarına göre ürünler vermiş. Özlemini duyduğum çay bahçeleri içinde fotoğraflar çektiriyoruz, mis gibi kokan havasından içimize/ciğerlerimize çekiyoruz. Sonra her şeyin bir vakti zamanı geldiği gibi ayrılıyoruz Almancı Hacı Baba’dan, ayrılıyoruz Eynesil dağların çay ve fındık bahçelerinden... Trabzon Karadeniz’de en merak ettiğim illerden birisi de Trabzon… Askerde Trabzonlu arkadaşlarım vardı, güzelliklerinden bahsederlerdi Trabzon’un, dinledikçe merak sarardı, görmek isterdim Karadeniz’in bu has şehrini. Ne var ki hayallerimi süsleyen bu Karadeniz şehrini gündüz gözüyle göremiyorum şimdi, gün batımıyla geçiyoruz Trabzon’dan. Trabzon’dan geçerken şehir ışıktan bir alev gibi yanıyor… Gece gözüyle bu kadar cazip görünen bu şehir kim bilir gündüz ne kadar efsunkârdır… Torul Gümüşhane iline geçmeden önce, Gümüşhane’nin Torul ilçesinden bahsetmek istiyorum çünkü biz Gümüşhane’den önce Torul’a, Ahmet Kazgan’a misafir olduk. Evet evet, yanlış duymadınız yol arkadaşımız, bizimle birlikte seyahat eden Ahmet Kagan’dan bahsediyorum. Kazgan da benim gibi bir ömür ekmeğe müebbet mahkûm bırakıldı. Kazgan işsiz güç kaldı, iş bulamayınca Malatya’dan Torul’a hicret etti… Kazgan her ne kadar bedenen Torul’da olsa da o hep Malatya’da oldu ve Malatya ile yaşadı. Torul’da ikamet ettiği halde Malatya’ya sık sık gelir uzun uzadıya kalır. İşte Kazgan’ın yine Malatya’da olduğu günlerde seyahate çıktık ve planda yokken –nasip-kısmet- bu akşam Torul’da kendimizi bulabiliyoruz. Torul nasıl bir yer? Torul Gümüşhane’nin küçük bir ilçesi. Ahmet Kazgan’ın kiracı olarak oturduğu evin balkonundan bakıldığında iki dağ arasında sofra gibi görünür merkez ilçe. Aslında ha Torul ha Ğupan… “Ğupan” da nereden çıktı diye sormayınız. Ğupan, benim doğduğum memleket, Adıyaman’da bir dağ köyü… Torul’u görürü görmez Ğupan’da kendimi sanıyorum. Bir vesileyle Ahmet Kazgan’la Ğupan’a gitmiş Ğupan’ın en yüksek ve sivri tepelerinden birine çıkmış dualar edip, yüksek sesle tekbirler çekmiştik. Kazgan Ğupan’ı çok sevmişti, meğer insan sevdiğiyle beraber oluyormuş… Gümüşhane Gümüşhane 35.000 nüfuslu küçük bir şehir. İki dağ arasında vadi boyunca uzanan bir şehir… Trabzon’a 1 saat 15 dk lık, Erzincan’a 2 saatlik mesafedeymiş. Sosyal şartlarını bilmiyorum ama söylediklerine göre yazın çok sıcak geçermiş, kışın ılık ama Karadeniz’le pek alakası olmayan bir şehir. Gümüşhane’ye de ayak basıp fotoğraflar çekiyoruz… Erzincan Erzincan denilince sizin de aklınıza “kar” gelir mi? Öyle ise yanılmıyoruz… Nisa’nın 13.de karlar yağıyordu Erzincan dağlarına… Sonuç: Karadeniz’e, bu mümtaz şahsiyetli dört arkadaşla yaptığım dört günlük seyahatimin -aklımda kaldığı kadarıyla- özetini yazarak kayıt altına almış oldum. Aslında hayatımızın bütünü kayıt altındadır. Hem de teferruatıyla kayıt altındayız ve nefes alıp-verdiğimiz her anımızdan sorumluyuz. Zira; insanın amel defterinin açılıp okunacağı ve hakkında hak ettiği hüküm verileceği gün herkes yaptıklarının hesabını verecektir. Bu nedenle sürçü lisan ettiysek affoluna. Allah, hesabını kolay veren kullarından eylesin bizi…
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © Şevket Başıbüyük, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |