Kötü insan korkuya itaat eder, iyi insan sevgiye. -Aristoteles |
|
||||||||||
|
Zamanın birinde, oldukça ileri yaşta evlenen yeni geline demişler ki: “A kız ! Kocan pek çirkin.” Yeni gelin yapıştırmış cevabı: “Olsun! Babamın evinde o da yoktu.”….. Kurtuluş Savaşından her yanı yanmış- yıkılmış olarak çıkan bir Türkiye, on yılda ancak bu kadar demir ağlarla örülebilirdi. Cami yaptırmayan, minareyi yerden bitmiş sanır, deme de dur şimdi. Aslında Sayın başbakanın asıl söylemek istediği şeyin, yurdun demir ağlarla örülmesinin inkârı değil; Cumhuriyetin kazanımlarının yok sayılmasıdır. Yoksa 10 yaşındaki bir çocuktan beklenen başarıyla, yetişkin bir insandan beklenen başarı aynı olamaz. Ayrıca; bir destanda, bir marşta, hatta bir türküde bile abartmalar olabilir. Günlük yaşamda da hepimiz yaparız bu abartmaları. Meselâ, birkaç çocuğu olan bir anne yavrusunu severken” Bir tanem.” diye sever. Hiç kimse de o anneye; “Yalanı kadın! Senin çocuğun bir tane değil ki.” diyemez. Eğer derse, komik duruma düşer. Sayın başbakanın "10. Yıl Marşı’nda ’Demir ağlarla ördük’ der. Neyi ördünüz? Demir ağlarla Türkiye’yi biz örüyoruz." demesi, başbakanın belki yok saydığı ya da bilmediği mübalağa sanatını anımsattı bana. Acaba sayın başbakan, bu sanatın varlığından bihaber mi? Yoksa tecahülü arif sanatı mı uyguluyor konuşmasında? Hani bilip de bilmezlikten gelme diye açıklayabileceğimiz tecahülüarif sanatı var ya; o sanatı mı yapıyor? C.Sıtkı Tarancı, bir şiirinde “Geç fark ettim taşın sert olduğunu./ Su insanı boğar, ateş yakarmış.” der. Taşın sert olduğunu, suyun insanı boğabileceğini, ateşin insanı yakabileceğini şair bilmiyor muydu? Biliyor da bilmezden geliyor. Acaba diyorum, başbakanın da yapmak istediği bu mu? Edebiyatta mübalağa(abartma) sanatı diye bir şey vardır. Herhangi bir olayı, herhangi bir kişiyi överken yapılan abartmaya mübalağa sanatı denir. Sıcaktan bunalınca, “yandım” deriz. Ama yanmayız. Birini merak ettiğimizde, “Meraktan öldüm.” deriz, ama ölmeyiz. Yaşadığımız duygu yoğunluğunu anlatmak için başvurduğumuz bir yöntemdir bu. Edebiyatımız, mübalağa sanatının örnekleriyle doludur. Örneğin M.Akif ERSOY, Çanakkale Şehitleri şiirinde şöyle der: “ Ölüm indirmede gökler, ölü püskürmede yer. 0 ne müthiş tipidir savrulur enkâz-ı beşer.” Gökler hiç ölü püskürtür mü? Elbette püskürtmez. O zaman şair niye böyle diyor? Savaşın şiddetini, korkunçluğunu, savaşta binlerce kişinin öldüğünü anlatabilmek için bu mübalağayı yapıyor. Bir halk türküsü, “Bir of çeksem, karşıki dağlar yıkılır.” der. Hepimiz biliriz ki, hiç kimsenin çektiği bir of’la, bugüne kadar hiçbir dağ yıkılmamıştır; bundan sonra da yıkılmayacaktır. Şöyle der Oğuz Destanında: " Ay Han, bir erkek çocuk doğurdu. Çocuk, kara saçlı, karakaşlı, ala gözlü. kızıl ağızlı idi. Perilerden bile güzeldi. Çocuk, anasından yalnız bir defa süt emdi. Bir daha emmedi, Konuşmaya başladı. Çiğ et ve içki istedi. Kırk günden sonra büyüdü. Yürüdü. Oynadı. Ata bindi. “ Kırk günde yürüyen bir çocuk gördünüz mü hiç? Burada yapılan mübalağa, Oğuz Han’ın ne kadar kahraman kişiliğe sahip olduğunu anlatma amaçlıdır. Kendisine duyulan sevgi ve saygının ifadesidir. Demem o ki, milli marşımızdan sonra gelen; her dinlediğimizde ve söylediğimizde içimizi coşturan 10. Yıl Marşı’nın, sayın başbakan tarafından küçümsenmesi, savaştan yeni çıkmış bir milletin gösterdiği gelişmenin yok sayılması, bir vatandaş olarak beni çok üzdü. Babasının kendisine bıraktığı toprağı ekip biçen, o topraktan karnını doyuran, ama babasına bir Fatiha okumayı bile akıl edemeyen hayırsız evlâdın öyküsünü anımsattı. Muhalif yazılar yazan köşe yazarlarına, “Yazdıklarınızı ağzınıza tıkarım.” demişti ya İ.Naim Şahin; tıkmasına gerek yok. Biz zaten boğazımıza kadar doluyuz, içimize gömdüğümüz ama söyleyemediklerimizle. O kadar doluyuz ki küçük dilimize kadar; 10 Yıl Marşı için başbakanın söylediklerinden sonra, bakanın tıkacağı bi gıdım bile yer kalmadı. Kısacası; mübalağa sanatı, sık sık kullandığımız bir sanattır. Ha! Bundan anlayan olur, anlamayan olur. Biri anlamadı diye, mübalağa sanatını yok sayamayız.
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © Kâmuran Esen, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |