Bir deliyle başederken, yapılacak en mantıklı şey normal rolü yapmak. -Herman Hesse |
|
||||||||||
|
Neekor Derindere sözcüsü ve yöneticisi idi. İkinci büyük şehrin yöneticisi ve buradaki ikinci en nüfuzlu kişiydi. Siyah derili, dazlak kafalı ve keçi sakallı genç büyücü; mor cüppesi, büyülü kristallerle bezenmiş gümüş madalyonu ve parmaklarındaki gösterişli yüzükleriyle, Safir taşlarla süslü gümüş savaşasasıyla her zamanki gibi etkileyici görünüyordu. Neekor hem savaşçı, hem filozof, hem de yönetici olarak sevilen ve saygı duyulan bir kişiydi. Evsahibi Kabukada'nın sözcüsü eski korsan ve sonradan tüccar Tutez idi. Cüce işi büyülü zincir zırhının üstündeki beyaz ipek gömleğini ve siyah gemici pantolonunu, gemici çizmelerini kırmızı astarlı siyah bir pelerin ile süslüyordu. Belinde uzun ve eğri namlulu kalın bir düello kılıcı bir dumanyay ile karşılıklı sallanıyordu. Kara saçlı ve kara sakallı, güneş yanığı tenli iriyarı adam, ilerlemiş yaşına rağmen güçlü ve dinç duruyordu. Yüzünde yine ince bir tebessüm ve gözlerinde engin bir ışıltı vardı. Tutez karizmatik, pragmatik, egzantrik, egzotik bir liderdi. Kristalköy sözcüsü Ulmatores Hanım idi. Büyücülerin yönetimindeki küçük yerleşimin lideri hem güçlü hem de son derece güzel bir hanımdı. Kuzguni parlaklıktaki uzun ve düz kara saçları, çekik gözleri, çifte kavrulmuş esmer teni ve ışıldayan kara gözleriyle, kara cüppe giyen bu hanımefendi büyüleyiciydi. Üzerindeki ölçülü derecede gösterişli takılarındaki sayısız mücevher ve kristalin hepsi büyüler ve güçler ile yüklüydü. Elinde taşıdığı asası turkuazdan denizatı tasviriyle şekillenmiş baş kısmıyla çok zarif ve güçlü görünüyordu. Hanımın adalet ve doğrudan yana atan kalbi, güçlü ve sorumluluklarına sonuna kadar bağlı olması ile biliniyordu. Kılıçkasaba'nın lideri aynı zamanda bir generaldi. Komşusu olan korvenlerin Kırıkdiş hisarından her ay düzenli olarak bu adamı öldürmeye suikastçiler akın ediyordu. Gri kocaman bir zırh içindeki yeşil pelerinli kocaman savaşçı, sırtındaki koca kılıcı ve kolundaki koca kalkanı ile tek başına bir tabur gibi dövüşmesiyle ünlüydü. Ozan, general ve savaşçı olan Gilmos bir efsane, bir kahraman idi. Yılmaz ve kırılmaz ruhu ile savaşçı ruhun bir abidesiydi Gilmos. Uğultuluşehir'in sözcüsü Busenger bu guruptaki savaşçılıktan en uzak ama en kuvvetli kişiydi. Busenger'in gücü kelimelerdi. Busenger halkın kalbini ve nabzını elinde tutarak güce hakim olan bir yöneticiydi. Babasından sonra başa geçmiş ve sadece kan yoluyla değil hakkıyla o koltukta oturduğunu göstermişti. Hakkıyla ama... Busenger kısa siyah saçları, temiz şık giyimi ve iyi traşlı yüzündeki ölçülü gülümsemesi ile tanınırdı. Bununla beraber diğer yöneticiler bu iyi giyimli ve nur yüzlü adamın aslında çok tehlikeli olduğunun çok farkındaydı. Busenger'in muhaliflerinin çoğu, kısa sürede susmaları ya da uzun yolculuklara çıkıp dönmemeleri ile bilinirdi ama bunu yüksek sesle söyleyebilenlerin elinde asla yeterli kanıt olmadığından, karizmatik lider hala halkın sevgilisi idi. Bu beş yönetici yeni gelen haberler ışığında şimdi düşünceli biçimde oturuyor ve kendi içlerinde durumu tartıyordu. Haberlere göre yedi fareadam kabilesinin hepsinin armaları vardı Kırıkdiş kalesinde. Bu tek başına bile kötüye işaretti. Neredeyse 150 yıldır görülmemiş bir birlikti bu. Buna görülmemiş sayıda kuşatma makinesi ve cephane, çok sayıda etdevi ve etkanat da ekleniyordu. Kuup'un burnu çok güçlü leşkanat kokusu almıştı ve bu da iyi bir şey değildi. Geçitten çıkan demiryolundan Hastalık Limanı'na taşınan mavnaların ve kadırgaların sayısı can sıkacak kadar çoktu. Nöbetçilerin ve devriyelerin sayısı ve sıklığı çok fazlaydı. Büyülü muhafız totemleri alışılmadık kuvvette ve sayıda etrafa ustaca dizilmişti. Gece avcısı bölükleri çok sayıdaydı ve bu sinsi katiller, bu seçkin birlikler Kuup'un endişe kaynağıydı. Bunlar savaşta çok karışıklık çıkarıp çok can alacak belalardı. Ve buradaki en önemli bilgi ise uğursuz bir histi. Evet bir his. Çok uğursuz. Kuup ensesinden aşağı inen ürpertiyi söylediğinde sözcülerin hepsi bir şekilde rahatsızlıklarını göstererek kıpırdanmıştı çünkü Kuup asla kolay kolay böyle tepkileri dile getirmemesi ile bilinirdi. Korven orduları aslında bu bölgede çok can sıkıcı ama hala alışıldık bir güruhken şimdi çok sakınılası bir his ordunun üzerine bir zırh gibi yerleşmişti. Hisardaki korvenler bile ürkmüş görünüyordu ve gergin gibi duruyordu. Liderin etkisi miydi bu? Korkunç Rorklutch'ın bununla ilgisi olabilir miydi? Korven Büyükşefi sakınılası bir lider ve sinsi bir general olarak savaşalanında haklı bir üne sahipti. Başrahibin değişimi ile ilgili sözler ne oluyordu peki? Kuup'un kısaca kulak misafiri olabildiği o küçük ve rahatsız konuşmalar klanlar arası gerginliklerden daha fazlasını mı işaret ediyordu? Tanrı mı dokundu başrahibe diyen sorunun anlamı neydi? Savaşşefi rahibi dinliyor, korven savaşa gidiyor, insanlar ve diğerleri bu havzadan silinecek diye konuşan korvenler sadece olağan böbürlenmelerini mi yapıyordu yoksa ortada dönen gizli kapaklı büyük bir şey mi vardı? Konuşmalar ortaya dökülen sorulara karşılık gelen az sayıda cevap ile daha çok sorunun dile geldiği bir hal alınca Busenger ve Gilmos'un sözleri ortalığı süratle toparlamıştı. İki sözcü diğerlerine göre daha berrak akıllı ve daha kendine güvenir bir pozisyonda idi. Korven daha önce de güçlü ve kalabalık gelmişti ve hak ettiğini alarak kuyruğunu kıstırıp geri gitmişti. Elbette bir bedeli olacaktı ama Beş Şehir yine -her zaman olduğu gibi- ödemesi gereken en düşük bedelden daha fazlasını ödememeye çok kararlıydı. Pek çok defa savaşmıştılar ve bundan sonra da pek çok savaş olacaktı. Bu savaş diğerlerinden pek o kadar da farklı değildi. Busenger ve Gilmos buna inanıyor ve bunu söylüyordu. Hazırlıklar buna göre yapılacaktı. Sert ve kalabalık saldırı bekleniyordu ve bu kabul ediliyordu. Sürprizler de olabilirdi, bu da tamamdı. Ama Kılıçkasaba inançlıydı. Derindere bütün imkanlarıyla büyük bir çarpışmaya hazırlanıyordu. Uğultuluşehir alarma geçiyor ve ihtiyat birlikleri olacak olan kuvvetlerini uygun konumlara sessizce ve süratle konumlandırmaya başlıyordu. Kabukada filosu gizlice limandan açılıp sahaya yayılıyordu. Kristalköy büyücüleri savaş için büyülerini ve büyücüsel unsurları hazırlıyordu... Bir yandan bunlar olurken bir yandan da Şehirler her ihtimale karşı büyülü ulaşım geçitlerini açık tutuyor ve birbirine destek için acil destek kıtalarını organize ediyordu. Geçitler sadece küçük birliklerin belirli aralıklarla transferine izin verecek güçte olsa da bazen doğru bir adam bile savaşın yönünü tersine çevirebilirdi. Kılıçkasaba sözcüsü ve Uğultuluşehir yöneticisi en kalabalık savaş güçlerine sahip güçlü sözcüler olarak kararlı sesleriyle öne çıkıyordu ve Neekor da şimdilik onların sesine karşı gelmiyordu ama büyücü yönetici çok rahatsız hislerin pençesindeydi. Bu defa korvenin tarzı pek fareadam gibi değildi sanki... ************************** Büyükşef Rorklutch korkutucu ve büyük, ürkütücü derecede kocaman kaslı, simsiyah bir fareadamdı. Yüzünde ve vücunda sayısız yara izi vardı. Yüzünde rütbesinin törensel kırmızı dövmeleri yırtıcı biçimde göze çarpıyordu. Zırhı kalın ve kocaman, tılsımlarla örülü bir zırhtı. Sırtında kocaman ve uğursuz görünüşlü efsunlu bir savaştopuzu asılıydı. Elindeki parşömeni gözden geçiriyor ve emektar Albayı Duumkla'nın sözlü raporlarını dinliyordu. Korkunç Rorklutch korkunç derecede öfkeliydi. Kırıkdiş kulesinin en yüksek katındaki pencere önünden hisarın hasarını ve ordusunu izliyordu. Bunun o lanet gececi Kuup olduğuna sahip olduğu herşey üzerine bahse girerdi. Bu kadar sıkı korunan bir kaleye elini kolunu sallayarak girip etrafı bir güzel casuslamış, en iyi mühendislerinden beş tanesini doğramış, seçkin geceavcılarından bir bölüğünü sinsice zehirlemişti. Otuz savaş makinesini ve bunlara ait yüklü miktarda kuşatma cephanesini patlatmıştı. Açıkçası Rorklutch da patlamanın eşiğindeydi. "Onu elime geçiricemmm. Bi gün... Ve bu olduğunda o lanet holeni dünyaya geldiğine binlerce kez pişman edicem. Baara baara tekrar tekrar gebertecem o iblis dölünü," diye öfkeyle tıslayarak konuşuyordu Büyükşef. Albay Duumkla sessizce dinliyordu. Bu kadar sene hayatta kalmasını bir korvene göre çok sabırlı ve sakin olmasına, zamanlamayı iyi bilmesine borçluydu. Yaralı yüzlü ve ağır zırhlı Albay, belindeki ikiz kılıçlarının kabzalarıyla oynayarak başını onayla sallayıp duruyordu. Rorklutch'ı iyi tanıyordu ve yakında sakinleşeceğini biliyordu. Büyükşef yerini hak eden bir liderdi ve o da sıradan bir korven değildi. Tanrının seçilmişlerinden biriydi. Bir seçilmişçene ve bir liderdi. Güçleri ve yetenekleri kadar düşünceleri de sıradan faredamların ötesindeydi. Bir süre sonra ayağı topallayarak ve peleriniyle cüppesi uğursuz seslerle yerlerde sürünerek içeriye Başrahip Stakios Leşkesen girdi. İki korven döndü ve ikisi de rahibe uğursuz ama ölçülü bakışlar fırlattı. Rahibin eski püskü ve kılıksız, kirli hali, üzerindeki açık taze hastalık yaraları ve bir korven için bile iğrenç olan kokusu sanki etrafındaki güç halesinin bir gereğiydi. Rahibin yaydığı o uğursuz ve tekinsiz güç hissini hissetmemek elde değildi. Rahip gülümseyerek yaklaştı. Yüzündeki gülümseme tehlikeli ve memnundu. Tek gözü soğuk mavi beyaz bir ışıltıyla yanıyor ve soğuk dumanlar ile tütüyordu. O lanet günden beri böyleydi rahip. O güne ve rahibe ve korven açgözlülüğüne lanet okudu Rorklutch. İçine düştüğü tuzağa bir kez daha bir küfürler dizisi okudu. "Ne durumdayız? Bu seferin üzerine nasıl bir etki yapacak?" diye derinlerden sordu Rahip Stakios Leşkesen'in sesi. Ses buz gibi dondurucu ve ürkütücüydü. Rorklutch son raporlar ışığında konuştu. "Artık geldiğimizi ve çok sıkı geldiğimizi biliyorlar. Hazırlıklı olacaklar. Verdiğimiz kayıpları göz önüne alırsak planlanan tarihten bir hafta sonra yola çıkmayı öneriyorum," diye söylemeye çalıştı Rorklutch. Konuşması yarıda kesildi. "Yeter," diye fısıldadı ve sessizliği getirdi Rahip Leşkesen. Yeri göğü inleten bir öfkeyle kükreseydi de bu etkiyi yaratabilirdi. Rorklutch bile ürkmüş ve farkında olmadan geriye bir adım atmak zorunda kalmıştı. Lanet olsundu o güne. Rahibe lanetler okudu. "Hemen şimdi yola çıkılacak. Beklemeye tahammülüm kalmadı. Sizlerin acınası oyunları yüzünden zaten yeterince geciktim. Hemen yola çıkın. Savaşı başlat Rorklutch. Beş Şehir'i yerle bir et. Tek bir canlı kalmasın, hepsini katledin. Şimdi, git. Ve hemen savaşı başlat!" diye bu defa gerçekten kükredi Rahibin sesi. Bu ses dondurucu ve ezici bir sesti ve Rorklutch yine uzun uzun söverek süratle arkasını döndü, yanında albay ile ordusuna hareket emirlerini vermeye gitti. "İstediğiniz gibi efendimiz," diye zorlanarak ve sesi titreyerek konuştu rahibin sesi. Yaltaklanıyordu. Cevap veren de yine rahibin sesiydi ama bu defa ses ölüm gibi soğuk ve karanlıktı. "Sonunda..." Büyükşef Rorklutch hareket için henüz çok erken olduğunu biliyordu ama yapabileceği başka bir şeyi yoktu. Emir demiri keserdi. Bir kez karşı koymayı denemişti ve bunun bedelini fazlasıyla ödedikten sonra bir kez daha denememeye kararlıydı. Yani en uygun an gelene dek. Dişini kin ve nefretle sıktı seçilmişçene. "Sabır..." diye söyledi kendi kendine. Fırsatını kollayacaktı... Ama şimdi, savaşı başlatıyordu. Korven hisarındaki üçlü buluşmanın bir saat sonrasında Kırıkdiş Kalesinin çevresindeki uğursuz sislerin içinden koca bir ordu, bir hastalık gibi Altıngöl havzasına yayılıyordu. İlerleyen bu devasa güruh ucu bucağı olmayan devasa kara bir yangın gibiydi. Korven ordusu süratli hareket eden vurucu bir ordu olması ile ünlüydü. Yıldırımlı saldırıları çok yıkıcı ve kuşatmaları da çok pisti. Bir korven ordusunun pek az ciddi zayıflığı vardı ve bunlardan birisi Beş Şehir'in şimdiye kadar fazlasıyla kullanıp istismar ettiği moral zaafiyetiydi. Bir korven cephesi eğer yarılıp süratle sayıları bir noktada kökü kazınma noktasına getirilebilirse, bunun sonuçları genelde bütün cepheye yayılan bir bozgun havası ve önlenemez bir panik olurdu. Ama burada o kadar büyük bir ordu vardı ki bu orduyu paniğe itecek kadar büyük kayıplar verdirmek mümkün olmayabilirdi. İşte bunları düşünüyordu Kabukadalı Tutez. Altıngöl sularının yaklaşık yirmi metre üzerinde süzülen koca bir gökkalyonunun; Gölün Ahtapotu'nun, kıçkalesinden büyülü emektar dürbünüyle düşmanını izliyordu. Çok kalabalıktılar. Hem de pek çok. Sislerin içinden dışarıya fırlayan kama düzenindeki fareadam filosu demirburun kadırgaları ve şişmangöbek mavnalardan oluşuyordu. Yukarda hançerdiş zeplinleri bu filoyla beraber ilerliyordu. Tutez iletişim için kullandıkları ve dümenin yanındaki bir kürsüde bulunan taşa doğru seslendi. Ayna gibi berrak yüzeyli, amber renkli büyük oval taşın yüzeyinde dost bir yüz ortaya çıktı. "Gerçekten de çok kalabalıklar Neekor. Büyülü pislik sislerinin ardındaki Hastalık Limanı'ndan çıkan 100 kadıga(10 000 korven) ve 40 mavna(16 000 korven) saydım ve daha da geliyorlar." "Anlıyorum. Olabildiğince izlemede kal Tutez, uzaktan izleyebildiğin kadar izle lütfen." "Bu hiç eğlenceli değil ama Neekor," diye surat astı eski korsan. Savaş istiyordu Tutez. "Ne kadar çok şey görürsek o kadar iyi," dedi Neekor. "Kaptan! Gelenler var efendim. Leşkanatlar ve etkanatlar efendim. Sayıları cehennemden buraya koca bir delik açılmış kadar çok Tutez!" diye her zamanki tatsız sesiyle konuştu makine cücesi ikinci kaptan Krenksi. "Ahh, sanırım izlemek buraya kadar!" diyerek güldü Tutez. Kılıcını çekti ve emirler haykırmaya başladı! "Mitralyözler beklesin. Leşkanatlara bir salvo torpido saçıyoruz ve sonra tam bir borda gösterirken mitralyözler de ateşe başlıyor. Sonra tam hız uzaklaşma manevralarına başlayın. O zamana kadar güverteye ilk etkanatlar inmiş olur," diye kahkahalarla güldü Tutez. Leşkanatlar leş gibi kokan ve büyüyle değiştirilmiş ejdersilerdi. Solucan boyunlu ve gözsüz koca ağızlı ejderler çok sayıda minik ama öğütücü dişli ağızlarıyla tiz çığlıklar atarak geliyordu. Kara lekelere benzeyen yaratıkların devasa ve ürkütücü görünüşlü kara kanatlarından leş kokusu uzun mesafelere yayılıyordu. Süvarileri olmadan bile dişleri, pençeleri ve neşter gibi kesip mızrak gibi saplanan kuyruklarıyla tehlikeliydiler. Ama bunlar süvarisiz gezmezdi ve genelde savaş büyücüleri, menzilli silahşörler bunlara eşlik ederdi. Leşkanatları izleyen 3 metrelik kas yığınları ise sırtlarındaki koca ve kalın yarasa kanatlarıyla etkanat adını almış fareadamlardı. Korven gölgeörücüler ve savaş mühendislerinin ürünü olan bu melez yaratıklar korven ordusunun şok hava gücüydü. Tepeden yağdırdıkları hastalık şişeleri ya da ateş fıçılarından başka ellerindeki koca dumanzıpkınları ve kesici delici silahlarıyla da belalıydılar. Çok güçlü ve vahşi yaratıklardı bunlar. Tutez'in dümenbüyücüsü irtifa kazanmak için -gemiye uçuş gücünü veren "ağtutucular"ın büyüsünü kuvvetlendiren- gerekli ayarlamaları süratle yapıyordu. Kalyonun üzerinde uçtuğu şeffaf ve silik ama bariz mavi ışıltı; ışıktan dalgalar, biraz daha yoğunlaşıyordu. Gölün Ahtapotu süratle yükseliyor ve uygun konuma yaklaşıyordu. İlk önce, dört güverteli koca kalyonun zırhlı, ahtapot ilhamlı pruvasından sekiz ateştenmızrak fırladı. Bu gökmızrakları torpidolardı. Büyü kullanıcısı olan nişancıların bir ölçüye kadar -becerileri dahilinde- güttüğü sekiz mızrak, iyi eğitimli ve tecrübeli nişancıların yüzünü kara çıkarmadı. Sekiz köşeye ustaca gönderilen torpidolar leşkanat saflarına doğru dumandan kuyruklarıyla süratle süzüldüler ve hedeflerine yaklaştıkça kenarlara daha çok yayılarak bir çiçek deseni gibi tablo çizdiler. Sonra patlamalar oldu ve çiçek ateşlerle rengarenk açtı. Gök aydınlandı. Leşkanat saflarından parçalanmış ya da yanarak düşenlerin sayısı hiç az değildi. Gelenler şimdi eskisi kadar birbirine yakın uçmuyordu ama hala mitralyöz ateşi için oldukça kümelenmiş haldeydiler! Mitralyözler tam borda geçişi esnasında bin metreye gürlemeye başladı. Etkanat ve leşkanat saflarından dökülmeye başlayan kanat parçaları kanlı bir yağmurdu. Kalyonun 4 güvertesindeki savaş makineleri, otomatonlar tarafından doldurulan 64 adet 100'lük toplardı. Gemikıyıcı ve etkıyıcı iki farklı tipte mermilerle yüklenmiş topların nişancıları dörder topa komuta ediyordu. Fosforlu ve büyü ile güçlendirilmiş cephane havada uçuşmaya başladığında manzara bir ışık gösterisinden aşağı kalmıyordu. Havai fişek gösterisini andıran kızıl sarı fosforlu mermiler kalan leşkanatlara ve etkanatlara, yaklaşmaya çabalayan sivridiş zeplinlerine durmaksızın yağıyordu. Yağmur yağarken geminin bu savaşa bakmayan yüzünün kalkansız olacağını bilen etkanatlar çoktan dolanıyor ve mitralyözler karşısında düşseler de hala kalabalık sayılarıyla güverteye konmaya başlıyordu. Tutez'in savaş çığlığı ve etkanatların arasına fırtına gibi dalışı tayfasına yine ilham veriyordu! Kahramanlar et doğramaya başlamıştı işte. Güverte kısa süre içinde kan ile kırmızıya boyanacaktı. Neekor bütün bu olanları Derindere'deki savaş salonunda, yanında Ulmatores ile izliyordu. Kadın iyice sokulmuş ve sıkıca sarılmıştı adama. Kadın öyle korku içinde filan değildi hani. Ama adamın arkadaşlığını ve sıcak dokunuşunu seviyordu. Sevgililer uzun süre birbirine dokunmadan duramazdı zaten. Yalnız olmaları aradaki resmi rütbeleri rafa kaldırdığından rahatça birbirinden güç alarak fikir yürütebiliyordular. "Önceki korven taktikleri hızlı ve sinsi akınlardı. Bunlar klasik saldırı taktikleriydi. Sinsi vuruşlar, yağma akınları, biz başkasıyla uğraşırken yapılan fırsatçı saldırılardı bunlar. Yıpratma saldırıları ve güç deneyen akınlar vardı. Şimdi bir değişiklik seziyorum Neekor." "Haklısın Ulma. Ben de tam anlayabilmiş değilim. Yıllardır korven ile savaşıyoruz. Rorklutch taktiklerinde değişimi sevmez. Güneşin doğuşu ve batışı gibi öngörülebilir bir komutandır o. Bu değişikliğin sebebini bilmek isterdim." "Sanırım yakında bunun ne olduğu ortaya çıkacak," diye karanlık bir sesle konuştu büyücü kadın. "Evet. Yakında." diye düşünceli biçimde kafasını sallayarak cevap verdi Neekor. Gözleri salonun ortasında asılı duran büyülü yansımadaydı. Gökteki savaşı ve korvenlerin hareketini izliyordu. İçi hiç rahat değildi. Çok sıkıntılıydı.
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © Levent Ölçer, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |