"...öyküyü yazan bilge, beşinci ya da altıncı göbekten kral torunu olduğumu ortaya çıkaracak şekilde belirleyebilir soyumu." -Cervantes, Don Quijote |
|
||||||||||
|
Uyuduğu uyku gecenin tatlı sarhoşluğu ve yorgunluğuyla olduğu kadar bir süredir içinde bulunduğu duygusal rahatsızlığın da etkisiyle son derece garipti. Bir sürü hayal görmüştü. Rüyalarla ve kabuslarla boğuşmuştu sanki. İçinde bir şeylerin hiç de normal olmadığını daha uyandığı ilk anda kavramıştı. Değişmişti. Daha bu nedir böyle diye şaşırmaya fırsat bulamadan aklına doğan sorulara hazır cevaplar fısıldanıyordu. Sesi duyuyordu! Ses gerçekti. Ses onunla konuşuyordu. Kaan delirmediğinin farkındaydı. Bunu hissediyordu. Doğruluğu hissediyordu ama bu çok korkunç ve çok heyecan vericiydi. İlk uyanma şokundan sonra yatağından doğruldu. Kalktı. İçindeki yeni gücü bedeninde hissetti. Sürekli bedenini çalıştıran ve bedenini tanıyan birisi olarak Kaan değiştiğini çok iyi biliyordu. Hemen eli telefonuna uzandı. Bilgisayarını açtı. Neler olduğunu bilmiyordu ama içindeki his o kadar büyük ve güçlüydü ki ne oluyorsa bu sessizce ve gözlerden uzak olmayacaktı. Bir şey olmuştu. Bir şey çoktan başlamıştı. Televizyonu olmadığı için televizyonu açamadı -televizyondan nefret ediyordu Kaan- ama bilgisayar açılıyordu. Bir yandan da bu kadar çok arama ve mesajın üstüne Murat'ı arıyordu. Ama ona ulaşamadı. Hemen Aslan'ı aramaya karar verdi. Mesajlardaki ve emaillerindeki şeyleri şöyle bir üstünkörü okumuştu ama buna inanamıyordu. Bir yandan da internetten bir şeyler bulmaya çalışıyordu. "Murat'a ulaşamadım. Ben de seni aradım. Bir şeyler oluyor Aslan. Zombicalips demiş Murat? Neler oluyor biliyor musun?" "Sana ulaşmaya çalışıyordu sabahtan beri. Nerdesin sen be?" diye konuştu Aslan. Sesi heyecanlı ve acele tınısıyla yüklüydü. "İzinliydim. Evde yatıyordum. Ağır ve garip bir uykuydu. Murat'ın mesajlarını, aramalarını gördüm." "Bak Kaan, sanırım çok vaktimiz yok. Yakında bütün hatlar patlar. Sessizlik gelecek. Zombikalips planı yürürlükte. Bu şaka değil. Kendini sağlama al ve plandan mümkün olduğunca faydalan. Çılgınlık olduğunu biliyorum. Ama çılgınlık değil..." diyordu ve hızlı hızlı ortaya uzakdoğuda çıkan ve saatler geçtikçe bütün dünyaya yayılan ölülerin ayaklanması ve yaşayanlara saldırması durumunu anlattı. Bilgileri paylaştı. "...Son mesajım Zdatabase03 başlıklı olan. Bütün bilgiler orada. Mesajı hemen oku, kaydetmen gerekenleri kağıda dök ya da ezberle. En kötü hal senaryosunu biliyorsun. Daha şimdiden ona çok yaklaştık. Uzakdoğu sivil teşebbüsleri dışında tamamen bozguna uğramış durumda. Çöküyoruz Kaan. Hayatta kal adamım." Kaan bilgisayarına indirdiği dosyadan derlenmiş bilgilerin videosunu izliyordu bir yandan. Bunlar gerçekti ve bu korkunçtu. Bu lanet şey izledikleri bütün yaşayan ölü filmlerinin toplamından, hatta oynadıkları bütün zombi oyunlarından çok daha korkunçtu. Hass...tir. Bu gerçekti! Ölüler yaşayanlardan intikam almak için geliyordu sanki. "Dinle. Kapatmak zorundayım. Yapmam gereken son bir şeyler var, ondan sonra ben de hemen Zombikalips planına göre yola çıkıyorum. Dosyaları oku. Gerekenler listesine göre kuşan. Planı uygula." Bir anda izledikleri ve okudukları ile gerçeklik şırıngadan damarlarına enjekte edilmiş gibi Kaan'ın içine sinmişti. Daha odasından dışarıya adım atmamıştı ve perdeleri aralamayı bile düşünmemişti. Ama dışardan gelen silah sesleri evin mükemmel yalıtımına rağmen odasına girdiğine göre durum ciddiydi. Bağırışları ve çığlıkları duyabiliyordu sanki. "Anlaşıldı," diyerek sanki askerdeki günlerine geri dönmüş bir tavırla buz gibi cevapladı Kaan. Komutanının bildirdiği emirlere telsizde böyle cevap verdiği anları hatırladı. Dağları, çatışmaları, ellerindeki sıcak kanı, ölümü, barut kokusunu, sadakati hatırladı. "Kafanı kaybetme Kaan." "Görüşürüz Aslan." "Görüşürüz. Çıktım." *** Kaan dosyaları okuyup bilgileri hazmetti. Son ana kadar bir yandan hazırlanıp bir yandan da halen yayın yapan televizyonların canlı bağlantılarını göz ucuyla takip etti. Radyoyu bile açmıştı ve bulabildiği her bilgi kırıntısını aklına yazmaya çalışıyordu. Bu çok gerçekti. Bir kaç saat önce yatarken yaşadığı dünya artık yoktu. Uyandığı bu dünya başka bir yerdi. Bunun kanıtı kendisiydi. Kanıtı damarlarında hissediyordu, varlığının her bir zerresinde bu kanıtı hissediyor ve onu duyuyordu. Boynuna askerlik hatırası künyesini astı. En rahat kot pantolonunu üzerine geçirdi. Çelik yeleğini ve otel güvenliği tşörtünü giydi. Omuz kılıfını ve silah kemerini kuşandı. Şarjörlerini, yedek mermi kutularını ve bıçağını kontrol etti. Cop ve elektrik tabancası takımından gaz silahı ve kelepçelere kadar tam donanım kuşandı. Otelin adını taşıyan güvenlik ceketini giydi. Gerekli şeyleri taşıyan iki postacı çantasını çapraz asıp kuşandı. Sırtına tıka basa dolu çantasını vurdu. Ayağında en rahat botları vardı. Parmaksız eldivenlerini giyip güneş gözlüğünü tşörtünün yakasına taktı. Avcı ruhsatlı pompalı tüfeğini eline aldı. Koca bir küfür etti ve kapısını açıp evinden dışarıya yürüdü. **** Evin kapısını açıp dışarıya ilk adımını atarken Kaan bunun artık başka ve çetin, korkunç bir dünyaya atılan bir adım olduğunu biliyordu. Bu dünyada hayatta kalmak için kararlılıkla ve ciddice yürünmesi gerektiğini de biliyordu. Bu yürüyüşün zorlu olmasını bekliyordu. Attığı her adımda karşısına pek çok yaşayan ölünün çıkmasını bekliyordu. Ama bu kadar da çabuk beklemiyordu! Neriman teyze karşısında parçalanmış boynu ve kanlı üstüyle duruyordu. Gözleri kapkaraydı ve o dipsiz kuyu misali ürkütücü gözler hafif bir yeşil ışıma ile ışıldıyordu. Teni grileşmişti. Kana bulanmış dişlerle açılmış yırtıcı ağzından kan süzülüyordu. Üstübaşı kan ve et parçaları ile kaplıydı. Yüzündeki o vahşi ve uğursuz ifade ile Kaan'a dönüp üzerine atıldığında genç adam ilk anda şaşkınlığın pençesinde inledi ve evin içine doğru geriledi. Kapıyı kapatmak için eliyle itti. Bu şu anda çok içgüdüsel seviyede şok bir tepkiydi. Kaan biliyordu, hazırlanmıştı ve kendini yaşayan ölüler fikrine ikna etmişti. Onların resimlerini ve videolarını görmüştü. İnsanların nasıl öldüğünü izlemişti. Biliyordu. Kabul ediyordu onların varlığını. Ama aklı bir yandan hala direniyordu. Bu kabul edilmesi çok güç bir şeydi. İnsanın hep bildiği ve kabul ettiği bir gerçeğe, doğanın kanunlarına aykırı bir durum vardı burada. Bu kabul edilemezdi. Ölen ölü kalırdı. Ölüler ayağa kalkıp yürümezdi. En ilkel ve temel seviyede aklın gösterdiği müthiş bir karşı koyma ve savunma söz konusuydu. Büyük bir korku vardı doğanın bu çarpıklığına karşı. İnsanın DNA'sına, genetiğinin en kök ve en kadim parçalarına yazılı gizli hafıza bu habis durumu reddediyordu. Ölüm insan fizyolojisinin kaçınmaya programlandığı, savunmaya kilitlendiği bir durumdu ve o durum karşına çıkıp senin üzerine yürüyen bir yaşayan ölü halini aldığında bedenin isyan ediyordu. Kaç diyordu! Korku her hücrende bağırıyor ve adrenalin damarlarında volkanlar gibi patlayıp seni kaçmaya zorluyordu! Bu direnişti. Kaan çabucak kendine geldi. Az önce kapatmaya çabaladığı kapı ardına kadar savrulup açıldığında bir zamanlar Neriman Teyze olan yaşayan ölü ile aralarında iki metre bile yoktu. Elindeki seyyar dipçikli pompalı tüfeğini yaşayan ölüye doğru kaldırdı ve tetiği acemice çekti. Askerdeyken öğrendiği ilk çatışma kurallarından biriydi bu; 'Şok yüzünden tutukluk yapabilirsin; Ateş et. Bir hedefe olmasa da olur. Ateş et. O silah sesi sana güvenini verecek. Ateş et!' Kaan öyle yapmıştı. Ateş etmişti işte. İlk atış tankı karnından vurmuştu. Kaan bundan sonra bunlara tank diyecekti. Tank gibi dayanıklıydı bu ölüler. Ölü geriye iki adım sendelemiş ve neredeyse düşecek hale gelmişti ama hala ayaktaydı ve ileri hamle ediyordu. Hiç etkilenmemiş gibi istifini bozmadan geliyordu! Kaan şimdi çok daha rahattı. Ama hala rahatsızdı. Çok serinkanlı biçimde tüfeğini rahatça nişanladı. Sadece Neriman teyze adındaki bu tonton ve sevimli kadının ona ne kadar iyi davrandığını hatırlamak ve artık onun öldüğünü kendisine söylemek için bir iki saniye harcadı. Sonra tetiği çekti. Ve yeni dünyaya ilk adımını böylece attı. Ölünün kafasından koca bir parça kopup arka duvara saçılırken Kaan dua etmeye çoktan başlamıştı. Dua ederken aklında yeni kapıların açıldığını ve çevresine karşı çok daha uyanık olduğunu şimdi kesinlikle farkediyordu. Bütün duyuları sanki daha bir keskinleşmişti. İşitme duyusu ve altıncı his tabir edilebilecek bir farkındalık hissi Kaan'ın çevresini adeta bir radar gibi örüyordu. Kaan adeta yakınlardaki hareketleri üçüncü bir kişi olarak yukarıdan bakarak görüyordu. Merdivenlerden aşağıya yürümeye başladı Kaan. Gelenleri görüyordu. Üst kattan üç ölü geliyordu. Bunlardan birisi yavaştı ama diğer ikisi adeta koşarak geliyordu. Alt katlara doğru indikçe bina içinde duvarlardaki kan izlerini gördü ve yerde yatan iki taze ölü ile karşılaştı. Bir an ne yapması gerektiğini bilemedi. Ama arkasından süratle yaklaşan sesleri ve ölenlerin dönüştüğü gerçeğini gözardı edemezdi. Omuz kılıfındaki tabancasını çekti. Silahı tereddütsüz doğrulttu. İki cesedin kafalarına birer atış ile yapılması gerekeni yaptı. Yırtıcı bir hayvandan çok kötücül bir iblisin sesini andıran haykırışlarla geldi iki ölü. Süratliydiler. Gerçekten de koşuyordular. Tank değildi bunlar. Bunlar koşucular idi. Tenleri gri değildi ve gözleri bembeyazdı. Kaan ikinci katın kısacık kat koridorunda üzerine koşan iki cesede birden pompalısıyla ateş etti. Ölülerin koşması anında durdu ve geriye doğru yere yığıldılar. Haykırışları zayıflamıştı ama yavaşlamış olsalar bile toparlanıyor ve ayağa kalkıyordular. Kaan bu koşucuları test etmek istemişti. Göreceğini görmüştü. Tekrar tabancasını çekti ve önce öndeki kapıcıyı sonra da bina yöneticisini vurdu. Tanrı günahlarını affetsindi ama ikisini de yaşarlarken de hiç sevmemişti zaten. O yüzden bu ikisine dua okumadı. Kapıyı açmadan önce önündeki yürüyüş yolunu ve otoparkı hissedebiliyordu. Çünkü burada hareket eden yirmiye yakın zombi vardı. Motoruna ulaşmak için bunların arasından geçmeliydi. 16'lı tabancasının şarjörünü kontrol ederken arkasından gelen hortlak hep aklındaydı. Askısı ile sol yanında sallanan tüfeğini öyle hızlı çekti ve öyle hızlı geriye dönüp ateş etti ki buna şaşırdı. Değiştiğini biliyordu. Şimdi tecrübe ile bu değişimi yaşıyordu. Bedeni insan bedeninin sınırlarını her yöne zorluyordu. Şarjörüne mermi takviyesini süratle ve çok düzgünce yaptı. Şarjörü silaha yerleştirdi. Tüfeğinin haznesini doldurdu. Kapıyı açıp sokağa adımını attı. Güneşli ve güzel bir günün öğle saatleriydi. Güneş muhteşem ve hayat doluydu. Kuşlar ötüşüyordu ve rüzgar tatlı tatlı esiyordu. İnsanlar sokaklarda tek tük çığlıklarla kaçışıyordu ya da ölüyordu. Birkaç yerde arabalar birbirine girmiş ya da yolun ortasında öylece kapısı açık ve çalışır halde duruyordu. Ölüler çevrede cirit atıyordu. Kaan motoruna ulaşmak için süratle harekete geçti. Koşarak ilerliyordu ve bir yandan da elinde 16'lısıyla ateş ediyordu. Adeta ağır çekime inmiş gibi akıyordu zaman o hedef seçip nişan alırken. Bedeni sanki bu ağır çekimin içinde süratle hareket ediyor ve ona hem taktik hem de hareket üstünlüğü veriyordu. En yakındaki beş zombi kafalarına yedikleri birer mermi ile yere inen koşuculardı. Sonra iki tane kırmızı gözlü ve çok daha vahşi görünüşlü, çok daha hızlı ve çevik zombi ile karşılaştı. Bunlar kuduzlar idi. Tırnakları pençeler gibi öne çıkık idi ve dişleri sanki daha uzun ve sivriydi. Gözleri nefret ve kin ile kısılıydı. Kaan o anda bunların sadece ölü olmadıklarını anladı. Burada yaşayan bir ölü vardı. Bir tür güç ya da yaşam bunların içine sinmişti. Çok düşünmedi genç adam. Nişan aldı ve ateş etti. Daha hızlı olabilirlerdi ama mermiler hala bu ikisinden çok daha hızlıydı ve Kaan da çok iyi bir nişancıydı; Hele ki bu değişmiş haliyle çok daha iyiydi. Sıradaki üç hedef tabanca mermilerini epey zorladılar. Tam isabetle kafadan vurulmasına rağmen bir tankın düşmesi üç mermi istemişti. Yakından tüfek atışı şu anda çok daha etkili bir halletme yöntemi gibi görünüyordu. Kaan aklına not aldı. Hareket devam ederken süratle geriye kalan diğer ölülere döndü. Şarjör değiştirmekle uğraşmadı. Silahını kılıfına koydu. Tüfeğini askısıyla sırtına savurdu. Belindeki kocaman komando bıçağını çekti. İlk ölünün üzerine doğru atıldı. Ciddi bir boğuşma yaşanmadı. Yakın dövüş eğitimini askerden çok önce judo kurslarında almıştı. Hiç de fena değildi judoda. Askerde komando eğitiminde de epey bir numara öğrenmişti. Yakalanmadan yakalayıp rakibinin gücünü ona çevirerek dövüştü. Ölülerin pençelerinden sıyrılıp aralarında adeta dans ederek dövüştü. Hiç vakit harcamadı ve bir armağan olan kaliteli bıçağı ile her fırsatta zombilerin kafalarına çivi gibi darbeleri çaktı. Hızı, farkındalığı ve çevikliği ile birlikte gücü de artmıştı. Adeta süper bir insana, süper bir askere dönüşmüştü Kaan. Mükemmel bir dans ile süratle ölülerin arasında esmiş ve kısa sürede kalan dokuz ölüyü bıçağıyla öldürmüştü. Hemen bıçağını temizledi ve üzerine sıçramış kanları mümkün olduğunca sildi. Bu pek de mümkün değildi. Bu hortlaklar ile yakın temasa girmek son derece kirli, kanlı, iğrenç bir tecrübe idi. Sonunda yarım saat gibi gelen ama aslında bir kaç dakika bile sürmeyen bir kavganın ardından Kaan motoruna atlamıştı. Çevredeki ölüleri hissedebiliyor, duyabiliyor ve kokularını alabiliyordu. Silah sesine doğru her yönden geliyordular. Motorsikletini çalıştırdı ve silahlarını doldurdu. Nereye gideceğini daha kapıdan çıktığı andan itibaren biliyordu. Bu ölüler hortlamadan önce bile yeterince çıldırmış olan -ve şimdi tamamen farklı bir boyutta çıldırmış olan- dünyada, değer verdiği ve şimdi ulaşabileceği kadar yakınında olan çok fazla insan yoktu. Özge'nin evine gidiyordu. Svetlana ve çocukları sağ salim bulmak için dua ediyordu. Özgür'ün iyi olması için dua ediyordu. Özge'nin otelde iyi olması için dua ediyordu. Oteldeki arkadaşları ve sevdikleri için dua ediyordu. En son ne zaman bu kadar çok dua ettiğini hatırladı Kaan. Askerdeyken... Dağlarda gezip ülkesine kurşun sıkan hainleri avlarken dua etmişti; Kendisi için değil, silah arkadaşları için dua etmişti. Evi ve ailesi olanlar için, çocukları olanlar için dua etmişti. Kaan yalnızdı. Bu dünyada tek başınaydı. Kendisi için uzun zamandan bu yana hiç dua etmemişti. *** (devam edecek)
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © Levent Ölçer, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |