Bir takım şeyler görürsünüz ve "Niye?" diye sorarsınız. Ben ise bir takım şeyler düşlerim ve "Niye olmasın?" diye sorarım. -George Bernard Shaw |
|
||||||||||
|
***** Şu geçen son birkaç günü düşündüğünde Engin'in içindeki duyguların labirenti daha da çıkmazlaşıyordu. Bahçenin bir köşesine geçmiş aşağıdaki ralli pistini ve körfezin gri sularını izliyordu. Duyguları gibi gökyüzü de karanlık ve rüzgarlıydı. Havada yağmur kokusu vardı. Engin'in içi karmakarışıktı. Arapsaçı olmuştu her şey. Karışıklık ve belirsizlik vardı içinde. İhanet ve suçluluk duygusu, acı ve terk edilmişlik duygusuyla birleşip intikam rengine bürünüyordu. Yalnızlık, kırgınlık, yarıyolda bırakılmışlık hisleri içini parçalıyordu. Ama bütün bu hislerin yanında içinde alevlenen yeni heyecanların ateşi de vardı. Bu ateş açtı. Açlık ve ihtiyaç hissi bu ateşi körükleyip duruyordu. Engin'in içinde hevesli bir fırtına kopuyordu. Hem neşe hem de acı aynı anda kalbinde çarpık bir rüzgar olmuş esiyordu. İçinde ve dışında rüzgarla boğuşurken Engin'in kulakları okulun büyük kapısına doğru döndü. Bu gülüşleri, bu kahkahaları tanıyordu. Sumru ve Buket. İki kız kolkola girmiş gülüşüp konuşarak kapıdan dışarı doğru yürüyordu. İkisi de gülüşmelerinin arasında dönüp dönüp Engin'e bakıyor ve el sallayıp kendi aralarında konuşmayı sürdürüyordu. Engin farkında olmadan aklından bir dolu düşünceyi geçirdi ve gülümsedi. Onların orada neler konuştuğu hakkında sadece tahminde bulunabilirdi ama ne konuştuklarını, neye güldüklerini bilebilmesinin hiçbir yolu yoktu. Sadece güldü ve onlara el sallayarak karşılık verdi. İki genç kız kolkola okuldan dışarı yürürken Engin sadece bu iki güzel kızın arkasından baktı durdu. Gri etekler ve beyaz gömlekler giyen bu iki afetin salına salına yürüyüşleri karşısında iç çekmekten başka bir şey elinden gelmiyordu. İşte iki suç ortağı da gidiyordu. Bugün yalnızdı anlaşılan. Oysa sabahtan beri ne fantazilerle çıldırmış ve pantolonunda yükelip duran çadırı saklamak için köşe bucak saklanırken neler ummuştu. Derin bir nefes çekip efkarla gülümsedi Engin. Gülümseyen ama tatsız, hayalkırıklığına uğramış bir ah çekti. Yağmur geliyordu inceden. İlk bir iki damla ile beraber güneş iyice kararmıştı. Engin yürümeye başladı. İçeri girme vakti gelmişti. Sabahki güneşli hava serinlemeye başlamıştı ve rüzgar güçleniyordu. Binanın kapısına iyice yaklaşana kadar onları fark etmedi Engin. Aklı o kadar doluydu ki gözleri sadece birkaç adım ötesini görebiliyordu. Fenmatematik sınıfının iki güzel kızı kapıda durmuş kaynatıyorlar ve bahçede sağda solda gezinenleri seyrediyordular. Bakışları Engin'e de uğruyordu ve Engin'e gelen bakışlarıyla birlikte aralarındaki fısıldaşan konuşmada dudaklarına afacan bir gülümseme de yayılıyordu. Yoksa bu Engin'in hayalgücü müydü? Aslı ve Serap... Kumral güzeli Aslı o sıska tiplerden değildi. Kesinlikle bir gram fazlası yoktu ama sıska da değildi, dolgun vücudu balık eti olmasa da kesinlikle ele avuca gelir cinsten kışrkıtıcı bir genç kız bedeniydi. Özellikle göğüsleri hem büyüklükleri hem de duruşlarıyla okuldaki bütün erkekler için tam bir görsel şölen, fantazi malzemesiydi. Aslı'nın okulun popüler çocuklarından Cem ile çıkıyor olması taliplerini durdursa da fantazi üretimini engellemiyordu bu durum. Sarışın, buğday tenli Serap voleybolculardan biriydi. Fantazi prensesi olarak Aslı'dan geri kalır yanı yoktu. Akıl çelen gözleri, afacanlığına zıt masum bebek yüzü ve ince, atletik fiziği ile okuldaki en güzel kızlardan biriydi. Çapkınlığı ve fırlamalığı ile de ünlü neşeli, şenşakrak bir kızdı. Bütün çapkınların boy hedefiydi Serap. Engin kızların tam karşısındaydı şimdi. Yürüyüşünü hiç bozmadı. Yanlarından usulca geçip gidecek bir rotayla devam ediyordu yoluna. Aslı ile Serap şimdi Engin merdivenleri çıkıp yanlarına doğru gelirken açıkça onu süzüyor ve gülümsüyordular. Engin de gülümsedi ve kızları selamladı. "Naber kızlar?" diyerek laf attığı sırada aniden çıkan güçlü rüzgara kimsenin yapabileceği bir şey yoktu. Talih bazen çok afacandı. Kızlar küçük şaşkınlık çığlıklarını hemen attılar ama şaşkınlıkları o kadar gerçekti ve elleri ayakları o kadar tatlı biçimde utanmış küçük çığlıklarla birbirine dolanmıştı ki... Gülmekten fırsatını bulup bellerine kadar havalanmış eteklerini düzeltmeleri çok zor oldu. Engin bu enfes manzara karşısında kendini çapkınca gülümsemekten alamadı. İkisinin güzel bacakları ve iç çamaşırları çok kısa ama asırlar kadar uzun bir süre boyunca Engin'in gözlerinin önünde kalmıştı ve Engin de bu anları zevkle aklına kazımıştı. Aslı beyaz iççamaşırı giyiyordu ve kesinlikle bu çamaşır seksi dantelli modellerden biriydi. Hem de okulda... Engin dudaklarını yaladı. Serap'ın pembe iç çamaşırı ise kesinlikle bir gstring idi. Engin o küçük çamaşıra dokunmakla ilgili hayalleri nasıl bu kadar hızlı kurabildiğine şaşırdı. Aklında kıvılcımlar çakıyordu. İki genç kızı birden aklında çoktan beyaz çarşafların üzerine beraberce sermişti. Üzerlerinde ise sadece... Neyse, siz anladınız üzerlerinde ne olduğunu... Bir hafta önce olsa başını çevirip görmezden gelir ve utangaç bir gülümsemeyle arkasını dönüp uzaklaşırdı. Beyfendilik bunu gerektirir diye düşlünürdü. Şimdi ise beyfendice süzüyor ve iltifatla gülümsüyordu bu iki güzel hanıma. Dudaklarında farkında olmadan sessiz kelimeler şekillenirken buldu kendini Engin. Sessizce fısıldıyordu ve ne fısıldadığına kendisi de inanamaz halde gülümsüyordu az sonra... Gülümsemeler ve sessiz fısıltılar karşılıklıydı ama Engin bu beklenmedik ve çok hoş manzarayla taçlanmış andan uzaklaşırken hayal meyal bir şeyler duydu. "Seni şıllık, senin çıktığın var..." diyen Serap idi. Serap'ın sesi inanmayan ve gülen bir ses tonunda yaramazca çıkmıştı. Aslı'nın Serap'a ateşli karşılığını anlayamasa da ses tonunu tanıdı Engin. Yaramazlık ve çapkınlık vardı seste. Engin gülümseyerek kütüphaneye doğru yürümeye devam etti. Bugünden hala umutluydu. Bir adım atmıştı ki kendi kendine şaşar buldu kendini. İçindeki duygusal karmaşanın içinde anı yaşıyordu ve kendini coşan duygularına bırakmış rüzgarla savruluyordu. Bu pek alışık olmadığı bir Engin'di. Engin ara kapıları geçip kütüphane ve müdür odasının bulunduğu bölüme geçerken kapıda Eda ile karşılaştı. Eda alt sınıflardan tatlı bir kızdı ve Engin'in 2 senedir kütüphanede yardımcısıydı. 15 yaşındaki bu tatlı kızın geçen sene mezun olan ve okulda bir efsane olan ablasıyla yarışır bir güzelliğe bürünüşü okulda artık dikkat çekiyordu. Eda günden güne çiçek açıyordu ve son günlerde Engin de bunun farkındaydı. Hayır Eda'ya o gözle bakmıyordu. Eda küçüktü ama Eda'nın son günlerde değişen saçı başı ve kılığı, tavırları da onu çok iyi tanıyan Engin'in gözüne batıyordu. "Tamam mı Edacığım? Son kitapları da toparladık mı?" diyerek ona verdiği işi sordu Engin. Eda gülümseyip cevaplarken elindeki anahtarı uzattı Engin'e. Anahtarı verirken ellerinin temas etmesini ikisi de önemsemedi. Yani en azından Engin için bu basit bir temastı. Bir anlamı yoktu. "Son üç kitap kaldı. Onları da bir iki gün içinde halledicem," diye konuştu Eda. Güzel siyah saçlarını düzeltip bir an durdu sonra "yarın görüşürüz Engin abi, ben bugün sinemaya kaçıyorum" diyerek sessizce fısıldadı. Müdürün odası hemen karşıdaydı. Engin gülümsedi. "İyi filimler Edacım. Kurtlara dikkat et, seni götürmesinler," diyerek her zamanki gibi takıldı Engin. Bu tatlı ufaklıkla uğraşmayı seviyordu. Eda çok tatlıydı. Eda hafiften kızarıp utanarak cevap verdi. "Engin abi yaaaa.." "Hadi kız kaybol, gözüme gözükme. Bak hala buralarda," diyerek onu kovaladı Engin. Eda yüzünde güller açtıran bir gülümsemeyle koşarak uzaklaştı. Engin de bu ufaklığın arkasından tatlı tatlı gülümseyerek kafa salladı. Gerçekten Eda tam bir kıyamet olup erkeklerin üzerine kopacaktı. Bu okula acıdı Engin. Güldü. Engin kilitli kütüphane kapısını açarken aynı anda müdürün oda kapısı da açılıyordu. Dönüp sadece göz ucuyla şöyle bir bakıyordu Engin... Sonra tamamen başını çevirip bakması gerekti. Dudaklarındaki ıslığı gizledi ve ağzına gelen kelimeleri yuttu. Müdürün odasından çıkan Necla idi. Evet bildiniz. O Necla. Engin'in Buket'e en büyük pişmalığım dediği Necla. Kesinlikle Engin, Necla'nın şu anki görüntüsü karşısında bir kaç kat daha pişmandı ve kendine sövüp Necla'ya içinden iltifatlar düzmekle meşguldü. Necla kısa boylu, çok ufak tefek bir fiziğe sahipti. Ufaklığı kendi içinde mükemmeldi. Esmer teni zeytin karasıydı ve ince bedeni bir kedi gibi kıvraktı. Siyah, ense hizasındaki gür saçları şu dağınık dalgalı haliyle çok büyüleyiciydi. Üzerindeki beyaz polo tişörtün açık düğmeleri ve gevşek kravatı küçük ama biçimli göğüslerine harika bir dekolte sağlıyordu. Büyüleyici minik poposunun o dar eteğin içinde sımsıkı kavranmış tatlı yanakları "sık beni, ye beni" diye haykırıyordu bakanlara. Eteği daracık ve kısacıktı. Bu kısalık galiba suni olarak; yani belden bir iki kere katlanarak yaratılmıştı. Çorapları beyaz kısacık spor çoraplardı. Yani tam klasik bir "su savaşı sonrası ikinci kılıktı" bu. Sırılsıklam ıslanmaları ve erkeklerin yüreğini hoplatmaları nedeniyle okul kızları bu mevsimde öğretmenlerden çok azar yese de olanın önüne geçmek mümkün değildi. Gençlik heyecanıyla birleşen ısınan havaların etkisine kimse dur diyemezdi. "Bu kılıkla mı Müdürün odasından çıkıyorsun?" diye gülümseyerek sordu Engin. "Heralde giderayak fırça atmaya çağırdı." Kapıyı kapattıktan sonra Engin'e tamamen dönmüş, karşısına geçmişti şimdi Necla. Gülümseyerek konuştu. Biraz heyecanlı biraz da hüzünlüydü sanki şimdi konuşan ses. Her zamanki o cıvıl cıvıl neşesi biraz gölgeliydi sanki. "Rapor aldım. Sınavlara hazırlanmak için kullanıcam kalan haftaları. Bir daha okula gelmiyorum. Vedalaşmak için uğramıştım Temel Beye," diye konuştu Necla. Engin ne hissedeceğini, ne diyeceğini bilemedi. Ne düşüneceğini bilemedi. Necla'yı bir daha göremeyeceği gerçeği içine bir yıldırım gibi düşmüştü. İçinde bir duygu seli bir yerlerde bendini kırdı, sessizce ve karşı konulmazca. Engin ne kadar zalim ve ne kadar aptal olduğunu ne kadar da geç anlamıştı. Utanç ve suçluluk duyguları bütün benliğini sarmalamıştı şimdi. İçi derinden acıyordu. Kendine ve Necla'ya yaptığı bu şey yüzünden boynunu üzüntüyle eğdi. Bu tatlı kıza ne kadar acımasız ve anlayışsız davranmıştı... Engin ne kadar kör ve sağırdı. Ne kadar da bencil ve kibirli bir pislikti. Engin koca bir aptal, bir salaktı. Kendine böyle sövüp duruyordu şu anda. Necla gibi hoş ve cıvıl cıvıl bir kız olanca ilgisi ve yüreğiyle karşısında yıllarca dururken Engin sadece kutu gibi kendini kapatmış ve kaçmış, saklanmıştı. Bir noktadan sonra neden kaçtığını ve neden saklandığını da unutmuştu ve artık gerekmediğinde bile bu zalim bir oyun halini almıştı. Ne kadar salakça... "Biraz vaktin var mı Necla? Konuşalım mı bir iki dakika?" diye incinmeye açık zayıf bir sesle sorabildi Engin. Necla delikanlının karşısında bir kısa an durdu ve düşündü. Duruşu biraz değişti. Başını diğer yana biraz eğdi. Saçından bir demet yüzüne düştü. Elini uzatıp saçını düzeltti. Hafifçe gülümsedi. "Tabii, konuşalım Engin. Ama bu koridorda olmaz," diyerek Müdürün odasını işaret etti bakışlarıyla. İkisi de gülüştüler. "Müdür Temel Bey durumu" herkesin kaçındığı bir şeydi okulda. Engin refleks bir biçimde kütüphane kapısını hiç düşünmeden açtı. Başbaşa konuşabilecekleri sessiz ve sakin bir yerin hemen önündeydiler işte. "Tamam o zaman, içeri gel." Az sonra ikisi de içerideydi. Kütüphane kapısı kapandı ve kilitlendi. Engin'in aklı o kadar doluydu ki zihni yine oldukça büyük ölçüde otomatik pilota geçmişti. Kapıyı kilitlediğini sonradan fark etti. Bir süre sesssizlik oldu. Engin öylece bu hoş Necla'nın karşısında durdu. Onun sürmeli koyu kahve gözleri ve esmer tenindeki güzel pembe dudakları arasında hapsolup kaldı bakışları bir süre. Engin ne söyleyeceğini, nasıl söyleyeceğini tam toparlayamıyordu. Nereden başlamalıydı. Söyleyecek çok şey vardı. Yanlış bir şey söylemekten korkuyordu. Hem zaten kızlarla konuşurken öyle çok harikalar yaratan birisi de değildi. Tamam arkadaş muhabbetinde sorun yoktu ama ince mevzular söz konusu olunca Engin bir Don Juan olmaktan epey uzaktı doğrusu. "Konuşacağımızı söylemiştin Engin," diye sordu Necla. Sesi hem meraklı hem sabırsızdı... Engin bunun üzerine daha fazla beklemeden konuya kafadan girdi. Doğrudan, dolandırmadan, süslemeden, basitçe, en saf haliyle; Nasıl hissediyorsa öyle söyledi. "Özür dilerim..." diyen sesi doluydu. Çok samimi bir özürdü bu. "Önemli değil Engin," diyerek gülümsedi Necla'nın o güzel bebek yüzü. Engin'in onu beklettiği için özür dilediğini sanmıştı. "Hayır. Yanlış anladın. Ben... Ben... Özür diliyorum. Herşey için özür diliyorum..." derken durdu ve gözlerini Necla'nın gözlerinden kaçırıp bir suçlu gibi öne eğdi. Suçluydu. Bir kalbi bu denli kırdığı için, bu denli aptal olduğu için, kör olduğu için suçluydu. Necla şimdi doğru anlamıştı. Karşısındaki bu enkaz gibi dağılmış delikanlıyı gördüğünde, havadaki duygu yükü bir anda şok edici bir hızla artmış hava çok yoğunlaşmıştı. Sarsıcı biçimde kütüphanedeki atmosfer bir anda çok değişmişti. Kütüphanenin dışında da hava aynı anda değişiyordu. Kara bulutlar aralanmış ve fırtınanın gözü açılmıştı. Güneş tepede parlıyordu ve gökyüzü bulutsuzca açıktı. Havada ışıldayan yağmur damlaları kristal taneleri gibi güneş ışığını etrafa gökkuşağı rengiyle saçıyordu. Havadaki rüzgar usulca ağaçları ve çalıları dans ettiriyordu. Kütüphanenin arkadaki küçük tepe camlarından sarı güneş ışıkları içeriye oynaşarak sızıyordu. Gölgeler ve güneşin dans eden altın ışıkları buraya masalsı bir atmosfer sağlıyordu. Kütüphanenin havası duygu yüklüydü. Kütüphanenin havası çok ağırdı. Engin'in duruşu ve Necla'nın yüzündeki ifade çok değişmişti. Genç kızın yıllardır içinde tuttuğu duygular ve yaşadığı fırtınalar şimdi burada, tam ait oldukları kişinin karşısında gerçek gücünü buluyordu. Necla titriyordu. Necla burada ağlıyordu. Önce sessizce ve yavaşça. Sonra derinleşen nefeslerle ve yavaş hıçkırıklarla ağlıyordu Necla. Engin karşısındaki gözyaşlarıyla birlikte daha beter yıkıldı. Birisini bu kadar incitmiş olduğunu görmek genç adamı derinden sarsmış, yaralamıştı. Bu anı, uzun yıllar bir hayalet gibi onu rahatsız edecek ve asla tam olarak kendini bağışlayamayacağı bir günahı olarak, kalbine kazınıyordu burada. Bu gözyaşlarını ve hıçkırıkları ömrü boyunca asla unutmayacaktı. Necla'yı biraz olsun teselli edip yatıştırabilmeyi istedi. Genç kızın hıçkıran gözyaşları durmuyordu. Elini Necla'nın omzuna ürkekçe koydu. Teselli edici kelime bulmakta çok zorlanıyordu Engin. "Çok, çok üzgünüm Necla. Sana yaptıklarım için çok üzgünüm," diyebildi Engin. Konuşmaya korkuyordu şu anda. Yanlış bir şeyler söyleyip onu daha beter üzmekten korkuyordu. Necla ağlayarak ve öfkeyle Engin'e dönüp başını kaldıramadan yumruklarını sıktı. Kontrollü bir öfkeyle Engin'in omuzlarını yumruklarıyla dövmeye başladı. Engin orada bir şey yapamadı. Elleri yumuşakça teselli için Necla'ya sarılırken Necla içindeki zehri akıtıyordu. Hıçkırıklarla hem Engin'in omuzlarını dövüyor hem de ağlayarak konuşmaya çalışıyordu genç kız. "Bana hiçbir şey yapmadın! Bana hiçbir şey yapmadın..." diye dövüyordu Engin'i. Engin şaşırmıştı. Necla durmuyordu. "Bana hiçbir şey yapmadın. Hiçbir şey... Sorun da bu ya... Bana hiçbir şey yapmadın. Benimle konuşmadın. Benimle yürümedin... Elimi tutmadın, beni öpmedin. Bana sarılmadın. BENİ SEVMEDİN!" diye son sözü ölümcül bir itham gibi, ilahi bir sitem gibi, sessizce kendi içine çökerken haykırdı Necla. Engin'e sarıldı ve başını onun omzuna gömerek ağlamaya devam etti. Sesi kilitlenmişti. Hıçkırıkları derinleşmişti. Engin onun deli gibi atan küçük kalbini kendi göğsünde hissediyordu. Necla'nın sözleri ve hıçkıran gözyaşları, sesindeki acı Engin'i vurmuştu. Engin hüç düşünmeden sımsıkı sarıldı Necla'ya. Onu iyice kendine çekti ve sımsıkı bir sarılmayla, korumacı bir şefkatle daha daha sıkı sardı genç kızı. Canından bir parçayı sarmalar gibi sarmaladı kolları Necla'yı. Kayboldukları o muazzam duygu girdabının içinde ne kadar süre kaldıklarını ikisi de asla bilemeyecekti. Öyle iç içe geçmiş öyle sıkı sarılmıştılar birbirlerine. Engin ne zaman onun saçlarını okşamaya başladığını hiç hatırlayamadı. Necla'nın saçlarını okşuyor ve saçlarına, yüzüne, gözlerine, boynuna masum sevgiyle dolu şefkatli öpücükler konduruyordu. Necla'nın ağlaması yavaşlamıştı ve hıçkırıkların eski şiddeti kalmamıştı. Kalbi daha rahat atıyor ve nefesi daha dingin bir ritim ile göğsünü şişirip indiriyordu. Genç kız çok hoş kokuyordu. Engin kokunun adını koyamıyordu ama koku çok hoştu. Koku çok tatlıydı. Çok harikaydı. Hem baharatımsı, hem odunsu çok tatlı bir kokuydu bu. Engin derin bir nefes çekti elinde olmadan. Genç kızın saçını okşadı. Boynuna bir öpücük kondurdu. Büyüleyici diye mırıldandı sessizce dudakları. Engin laneti hissediyordu. Erkek bedeninin laneti. Bedeni bu genç ve taze vücuda bu kadar uzun süre yakın olmanın etkisiyle süratle uyanıyordu. Engin erkekliğindeki hareketliliği hissettiği anda bir küfür savurdu. Kendini kontrol etmeye boş yere çabaladı. Başka şeyler düşünmeye, başka konulara odaklanıp aklını bu taze bedenden, bu sıcak dokunuştan, bu yakınlıktan, bu kokudan uzaklaştırmaya çabaladı. Bu çaba hiçbir işe yaramadı. Engin kendini usul usul Necla'nın bedeninden geri çekmek istedi. Kızın dokunuşu hala çok sıkıydı ve bırakmayı istemiyordu. Necla'nın uyanışını hissedip ürkmesini ya da yanlış fikirlere kapılmasını istemeyen Engin kararlılıkla ve nazikçe sarılışlarının mengene gibi hapsinden sıyrıldı. Masumca ve ölçülüce gülümsemeye çalıştı. Genç kızın ellerini nazikçe tuttu ve teselli eden sıcak bakışlarla gülümsedi Engin. Aralarındaki duygusal girdap hala çok güçlü ve çok çekiciydi. Necla'nın gözleri hala yaşlıydı ve çok yorgun bakıyordu. Gözlerinde hala ruhundaki yaraların izleri konuşuyordu. Engin farkında olmadan onun yanağına bir öpücük kondurdu. Sonra bir tane de diğer yanağına. Necla Engin'in gözlerinin taa içine baktı. Adeta orada onun kalbini ve ruhunu okurcasına uzun uzun baktı o gözlere. "Gözlerin değişmiş Engin. Başka bakıyorsun," diye neredeyse baygınca fısıldadı Necla'nın güzel sesi. Üçüncü öpücük Necla'dan geldi ve Engin'in dudaklarına küçük bir öpücük kondurdu. Engin buna aynen cevap verdi. Necla'nın dudaklarına bir küçük öpücük daha. Karşılıklı küçük öpücüklere izin verdi Engin. Küçük öpücükler çok kısa süre sonra artık öpüşmeye dönüşmüştü. Engin ilk anda buna izin verdi. Buna direnemedi zaten. Havadaki koku ve bedeni buna karşı durmasına engel oluyordu. Yine de Engin az sonra zorla da olsa kendine geldi ve dudaklarını nazikçe geri çekti. Nefeslerinin derinleştiğini ve ikisinin bedeninin de ciddi biçimde uyanıp diğer bedene şiddetlenen bir arzuyla çekildiğini biliyordu. İkisinin de tatlı tatlı kontrolden çıkmasına az kalmıştı. "Sana bunu yapamam. Hayatım karmakarışık. Biliyorsun Yeşim ve ben..." diye konuşmaya çalıştı Engin. Necla iki parmağını Engin'in dudaklarını kapatmak için uzatırken bilmiş ve gölgeli bir gülümsemeyle konuştu. "Biliyorum... biliyorum Engin. Yeşim'i biliyorum. Sumru'yu da biliyorum..." diyerek hafifçe güldü Necla. Engin şaşkınca sordu. "Nasıl?" "Seni hala biraz yakından izliyorum Engin. Birazcık. Yıllar içinde bazı şeyler biraz hafifledi ama hiç bitmedi. Hiç bitmedi." Dudakları yeniden öpücüklerle birleşti. Bu kısa bir öpüşme değildi. Usul usul masum bir öpüşmeyle sakince öpüştüler. Engin yine geri çekildi ve durdu. "Necla..." diyebildi ama gerisini getiremedi. Necla onu yine aynı şekilde susturdu. "Senden bir beklentim yok Engin. Seni sadece seviyorum. Seni çok seviyorum. Belki bir daha hiç görüşmeyeceğiz. Bugün son günümüz. Ama, şimdi... Burada... beraberiz," derken Necla ufak öpücükler kondururken aralarda konuşuyordu ve nefesi derinleşip güçleniyordu. Bedeni Engin'in bedenine tutkuyla sokulup dokunuyordu. "Burada sadece ikimiz varız," dedi Necla. Öpücüklerini hesapsızca serbest bıraktı. Bu Engin'e yetenden çok fazlasıydı. Engin karşı koymayı tamamen bıraktı. Öpücükler özgür kaldı... *********** Öpüşmeleri uzundu. Hem de çok uzun. Engin şimdiye kadar hiç bu kadar uzun öpüşmemişti. Yeşim harika öpüşüyordu. Doğru. Sumru'nun öpücükleri hem oyunbaz hem tatlıydı. Kesinlikle. Buket'in öpücükleri tutku dolu ve yakıcıydı. Bu da hakkıyla doğruydu. Buradaki Necla'nın öpücüklerini tanımlamaya ise Engin'in sözlüğü yeterli gelmiyordu. En hafif tabirle bu öpücükler kavurucu ve sersemletici, uyuşturucu, baş döndürücü, bağımlılık yapıcıydı. Bir erkeğe aynı anda hem ihtiyaç duyduğu herşeyi sunan tamamen teslim olmuş öpücükler, hem de ölesiye umutsuzca, yer doldurulamaz biçimde ihtiyaç duyulduğunu hissettiren öpücüklerdi bunlar. Bunlar bir erkeğin felaketi olacak türden öpücüklerdi. Bunlar bir erkeği körkütük aşık edip onun geri kalan hayatındaki bütün öpücükleri kahredecek öpücüklerdi. Necla için de durum bundan hiç aşağı değildi. Genç kız kendini tamamen Engin'in kollarına ve yanan dudaklarına bırakmıştı. Engin'in kollarında ateşte kavrulan bir yılan gibi kıvranıyor ve memnuniyetle inliyordu. Böyle bir öpüşme yoktu. Bu çok sıcaktı. Bu öpüşme ikisini de yakıp kavuruyor ve bitiriyordu. Öyle bir öpüşmeydi ki tek başına bütün vücudun çırılçıplak sarmaş dolaş sevişmesine bedel zevk depremleri yaratıp iki bedeni de sallıyordu. Terden ikisi de sırılsıklam olmuş ve ağır nefeslerle tatlı bir baygınlığa, farklı bir bilinç düzeyine erişmişlerdi. Zil çaldı. Okul tenefüse çıktı. Zil çaldı tenefüs bitti. Zil çaldı öğretmenler derse girdi. Zil çaldı, ders bitti. Onlar hala öpüşüyordu... Yıllar sonra Engin bu anıyı bir kız arkadaşyla paylaştığında kızın buna inanabilmesi için onunla Kaz Dağlarındaki bir kulübede 3 gece geçirmesi gerekecekti. Necla'nın elleri Engin'i ustaca ve süratle soyuyordu. Engin daha farkına varamadan kravatı ve ceketi çıkmış, gömleğinin düğmeleri çözülmüş ve savrulmuştu. Engin ancak ondan sonra kendine biraz gelebildi ve genç kızın beyaz polosunu çıkartıp onu soymaya başlayabildi. Necla'nın teninin ilk çıplak görüntüsüyle birlikte dudaklarını bu taze bedenin küçük ve biçimli memelerine kapatması bir oldu. Necla'nın teri ışıldayan bir mücevher gibi zeytin karası esmer tenini süslüyordu. Terden ıslanmış saçları heyecan verici dalgalarla Engin'in yüzüne vurup delikanlının aklını başından alıyordu. Kokusu çok çekiciydi... Engin'in dudakları önce sağ memeye kapandı. Biçimli ve dik küçük memeye kapanan dudakların ıslak, emici temasıyla birlikte Necla inledi. Engin'i kendine iyice çekti. Engin'in bir eli diğer memeyi avuçlayıp okşarken ve meme başını usulca sıkıp çekiştirirken diğer eli de ağzındaki memeyi okşamaya yardım ediyordu. Engin'in sadece tatlı sert avuçlaması ve okşamaları bile Necla için yeterince sarsıcıydı ama meme ucuna kapanmış ve zevk dolu bir işkenceyi amansızca uygulayan o dudaklar ve dil varken herşey çok daha başka bir noktadaydı. Necla'nın nefesleri kesikleşmiş ve derinleşmişti, dudaklarına kontrol edemediği gülücükler gelip gidiyordu. Engin önce biriyle sonra diğeriyle, iki memeyle de uzun uzun ilgilendi. Neclanın memeleri bu yakın ilgi sayesinde şimdi kızarmış ve dimdik olmuştu. Engin'in her ıslak dokunuşu Neclayı inletiyordu. Engin kızın poposunu iki eliyle sımsıkı avuçlayıp tutkuyla sıktı. Bedenini bu bedene gömmek ister gibi sımsıkı kendine çekti ve o dehşetengiz küçük popoyu okşamaya, sıkmaya başladı. Elleri durmayan bir devamlılıkla sıkıyor, avuçluyor ve okşuyordu. Dudakları bir o memede bir diğerinde emip yalıyor, çekiştirip küçük öpücüklerle işkenceye devam ediyordu. Necla daha fazla dayanamadı ve Engin'i gülerek itti. Dudaklarında şehvetli ve aç bir gülümseme vardı. Neredeyse yırtıcı ve hain bir gülümsemeydi bu. Belki biraz da haklı bir zaferin; uzun yıllar hayali kurulan bir şeyi sonunda elde etmenin haklı gurur ve tatmini vardı yüzünde ve gözlerinde. Necla usulca delikanlının kemerini çözdü ve pantolonun iççamaşırıyla beraber bir hamlede sıyırıp indirdi. Engin'in erkekliği zankkadanak önüne fırlayıp yüzüne dayandı. Necla gülümsedi. Ellerini uzattı ve iki eline alıp erkekliği ıslak dudaklarıyla öptü. Tekrar ve tekrar öptü. Bunlar ateşli, tutkulu öpücüklerdi. Öpücükler kısa sürede iyice hızlandı ve yalamaya dönüştü. Bütün uzunluğu boyunca Engin'i alttan, üstten ve yanlardan yalayıp elleriyle sıvazlamaya başladı Necla. Engin masaya dayanmış ve ayakta kendinden yarı geçmiş halde duruyor, bir rüya aleminde yüzüyordu. Necla Engin'i tamamen ağzına aldığında genç kızın ağzı aşkın kızgın fırını gibi yanıyordu. Engin bu ilk anda zirveye ulaşabileceğini, boşalmanın eşiğinde gezdiğini hissetti. Uzun bir öpüşmenin ve duygusal olarak tamamen karşısındaki kızın tahrik edici büyüsüne kapılmış olmanın etkisi ortadaydı. Necla'nın ağzının içinde çok dayanamayacağını biliyordu. Ama orada kaldığı her anın tadına varmaya kararlıydı. Necla, Engin'i tamamen ağzına alamayacak kadar ufak tefekti. Ama aldığı kadarını boğazına kadar alıyordu ve arada gözyaşartan öğürtülerle zorlansa da Engin'in inlemeleri ve aldığı nefeslerin tahrik edici ezgisi ona büyük bir tatmin veriyordu. Devam etti. Emdi, yaladı. Elleriyle sıvazladı. Yavaşladı, hızlandı. Küçük molalar verdi ama devam etti. Engin bir noktadan sonra kendini kaybetmenin eşiğine geldi. Bu sıcak ve ıslak his, bu daracık sarıp sarmalayan kaygan his ve dişlerle yapılan oyunbaz dokunuşlar, o duruşlar ve uzun güçlü sıvazlamalar çok fazlaydı. Kendini geri çekti. Neclanın dudaklarına yapıştı ve ateşli bir şehvetle onu öptü. Adeta yercesine öptü ve öptü. Boynuna indi, öpücükler emmeye ve yalamaya, küçük tutkulu ısırıklara dönüştü. Elleri o sıkı popoyu sımsıkı sıktı, okşadı, avuçlayıp ete doymayan bir açlıkla kendi bedenine çekti. İki bedenin arasınma sıkışan erkekliğinden gelen güçlü nabız titreşimleri Engin'i deli ediyor ve düşünme kapasitesini yok ediyordu. Engin düşünmeyi bırakmış ve kendini hayalgücüne, bedensel arzularına bırakmıştı. Elleri süratle eteğin fermuarını aradı. Etek katlanarak suni biçimde kısaltılmıştı. Şehvetle ve sertçe katları kıvırdı. Fermuarı açtı. Eteği sıyırdı. Necla'yı sertçe çevirdi ve masaya ellerini yaslamasını sağladı. Kızın arkasına geçti. Dudaklarıyla ensesinden başladı işkenceye. Boynuna ve omuzlarına indi. Öpücükler ve emen yalayan darbelere küçük ısırıklar karıştı. Havada derin kesik nefesler ve iniltiler vardı. Elleri Necla'nın küçük ve biçimli, artık iyice uyarılmış ve hassaslaşmış göğüslerinde uzun süre oyalandı. Arkadan erkekliğini onun poposunun yanaklarının arasına yaslarken o küçük o biçimli, tatlı göğüsleri avuçladı, okşadı. Meme uçlarını usulca ve tutkuyla çekiştirip sıktı. Minyon ve aç genç kız bedeni bu dokunuşlara cömertce yanıt verdi. Terden sırılsıklam olmuş bedenden yükselen kokular baş döndürücüydü. Necla da şimdi Engin gibi iyice kendini bırakmış ve saçını başını çılgın gibi sallar olmuş, dağıtmaya başlamıştı. Başını ileri geri kontrolsüzce atıyor ve dişlerini tutkuyla sıkıp dudaklarını yalıyor, kasılıp gerilerek derin düzensiz nefesler alıyordu. Necla'dan çıkan sesler de gitgide Engin'den çıkan sesler gibi tatlı bir tonda vahşileşip ilkelleşiyordu. Bilinç düzeyleri çok temel ve çok basit bir noktaya iniyor, ikisi birbirine karışıyordu. Engin hiç düşünmeden Necla'nın zeytin esmeri tenini soyup çırılçıplak bıraktı. Ayakkabısını ve çorabını sıyırıp savurdu attı. Genç kızın üzerindeki yegane elbisesi esmer teninde bembeyaz parlaya sırılsıklam ıslanıp şeffaflaşmış küloduydu. Onu da çekip şehvetle çıkardı attı. Engin o sıkı ve küçük genç kız poposuna arzuyla yumuldu. Elleri popo yanaklarını sıkıp okşarken ağzı ve dudakları emen ve öpen, yalayan dokunuşlarla, şehvetli ısırışlarla bu tatlı popoyu yiyordu. Engin popo yanaklarından bacaklarının arasına doğru kaydıkça Necla'dan çıkan sesler şiddetleniyor ve bedeni kendini biraz daha ve biraz daha dağıtıp arzuyla kasılıyor, gevşiyor, titriyordu. Engin'in dudakları Necla'nın en güzel yerine kapandığında Necla inledi. Hem de nasıl inledi. Bütün vücudu bu zevk işkencesinden; uzun süreli yoğun duygusal uyarılmadan ve okşanmadan, öpülmeden, yenmeden dirilmiş genç kız inledi. Nefesi kesildi. Sarsıldı. Engin durmadı. Engin'in ağzı ve dudakları ilk bir iki güçlü ve yavaş dokunuştan sonra daha hafif ama çok daha hızlı dokunuşlarla bir zevk kabusu gibi çöktü Necla'nın bacaklarının arasına. Necla inledi. Kasıldı. Poposunu Engin'e doğru arzuyla ve istemsizce uzatırken sırtını yay gibi bükerken omuzlarını ve başını geriye attı. Saçı uçuştu, başı sağa sola savrulurken neşeyle ve nefessizce inledi. Engin uzun uzun içti Necla'nın gizli bahçesinden doğan pınarın suyunu. O tat aklındaki yangınlara benzin gibi geldi. Kalan iki damlacık kontrolü ve bilinci yitti gitti. Kendini kaybetti. Burada sadece ikisi vardı. Dünya yok oldu. Kainat bitti. Herşey önemsiz bir hiçlik oldu. Kainatın varoluşundan geriye sadece bu kütüphane ve onun içindeki bu iki beden kaldı. Engin'in dokunuşları öğretmeni Sumru'yu gururlandıracak kadar ustacaydı. Tecrübe eksikliğini hayalgücü ve doğaya kendini tamamen teslim etmesiyle kapatıyordu. Necla bu kısa yalama darbeleri ve emme hareketleri, sonra yandan ve yukardan, aşağından dil darbeleri yanında öpücükler, ısırıklar, çekiştirmeler, okşamalar karşısında kuşatılmıştı. Necla bu kuşatma altında çaresizce boyun eğdi. Masaya yığıldı ve titreyen dizleriyle inleyip kasıldı, derin ve kısa nefeslerle havasızlığın sınırlarında gezindi, aklında zevk depremleri sallanırlen terden bunalmış tatlı bir cehennnemde cayır cayır yanıyordu. Yangın sonunda öyle ısındı ki Necla patladı. Bir volkanın, bir yanardağın patlaması gibi patladı Necla. Bütün vücudu sarsılıp titrerken ayaklarına yükseldi ve sırtını yeniden geriye yay gibi büküp saçını başını geriye savurarak zirveye çıktı. İçindeki enerji patladı ve bedenindeki pınar şehvetle püskürüp Engin'i en tatlı aşk yağmurunda yıkayıp boğdu. Necla'nın kesik derin nefeslerinin toparlanması, sarsılan vücudunun kendine gelmesi uzun sürmedi. "Bu inanılmazdı..." diye gülümseyerek, zorlukla, titreyen bir sesle konuştu Necla. Hala çok sıcak ve hala çok sert halde olan Engin şehvetle, mutlulukla gülümsedi. Yanağına uzandı ve onu öptü. Sonra dudağından öptü. Öpüşmeleri süratle dillerin azgın ve şiddetli dansına dönüştü. Dilleri sarmaş dolaş öpüşmeleri esnasında Necla'nın elleri Engin'in kazık gibi sertleşmiş erkekliğinde gezinip duruyordu. "Sana saklamıştım. Ama bir yerden sonra... Olmayacaktı..." diyerek biraz hüzünlenerek ama hala gülümseyerek konuştu Necla. "Ama aslında oldu biliyor musun?" derken masanın üzerine oturuyor ve bacaklarını davetkar biçimde açarak Engin'i çağırıyordu Necla. Genç kızın kukusunun üzerindeki o küçük bir tutam tüyden başka bütün vücudu tüysüz bir esmer yangındı. Bedenin çekiciliği büyüleyiciydi. Engin kendini zor tutuyordu ve tutmadı da. Yaklaştı ve erkekliğini Necla'nın sırılsıklam olmuş kuytusunun içine soktu. Öyle şehvetle, yavaşça ama kuvvetle girmişti ki Necla bunun karşısında hem fiziksel hem de duygusal bir zevkle derin bir şiddetle inledi. Tırnakları Engin'in çıplak sırtına geçerken bacakları onun bedenine sarıldı. "İlk defasının hep seninle olmasını istemiştim. Olmadı. Ama aslında yine de seninleydi. Başkasının bedeniydi. Ama aklımda sen vardın. Kalbimde sen vardın. Dudaklarımın haykırdığı isim senin ismindi. Beni ilk sen aldın Engin. İlk senin oldum," diye konuşuyordu Necla. Engin yavaş ama kuvvetli bir ritimle Necla'nın içinde gidip gelmeye başlamıştı ve bu konuşma onu duygusal olarak çok tahrik etmişti. Bu kızı istiyordu. Onu çok istiyordu. Onun içine sonuna kadar girmeyi, onun içine herşeyini boşaltmayı, onunla bir olup bir kalmayı herşeyden çok istiyordu. Gidip gelişlerin ritmi güçlendikçe güçlendi ve kısa süre içinde inlemeler ve zevk dolu küçük haykırışlar çıplak tenlerin birbirine şap şap vuruş seslerine karıştı. Engin olanca uzunluğuyla sonuna kadar Necla'nın içine giriyor, kısa bir an o dipte kalıyor, Necla'nın inleyen yüzünü ve nefesini yüzünde hissedip süratle geri çıkıyor ve süratle geri içeri giriyordu. Kısa süre içinde ritimleri uzun süre devam edemeyecek kadar çılgın bir hızdaydı ve masa gürültüyle sallanıp çılgın sesler çıkartarak onlara bu çılgın aşk şarkısında eşlik ediyordu. Bu şarkı gerçekten de uzun sürmedi. Süremezdi. Engin'in dayanacak bir yanı kalmamıştı ve Necla ise arka arkaya ikinci orgazmını ve daha küçük gizli orgazmlarını yaşıyordu. Necla mutluluk ve neşenin içinde sarhoş olmuş kendini saçıp dağıtmıştı. Engin en sonunda zirveyi bulduğunda kasıklarından fışkıran sıcak volkanın şiddeti Neclayı süratle doldurdu. Genç adamın kasıkları öyle şiddetli itiyordu ki taze genç kız bedeni neredeyse her itişte havaya kalkıyordu. Engin bu şiddette ve kendini kaybederek boşalmamıştı şu ana kadar. Yavaşlayıp zayıflayan ama bitmek bilmeyen bir ritimle gidip gelmeye devam ederken belki 11. kez içinden tam ve dolu bir dalga yükselip Necla'nın içine vuruyordu. Minik genç kızın başdöndürücü bedeni bunu kaldıramayacak kadar taze ve sıkıydı, küçücüktü. Necla içine vuran bu dalgalar karşısında sonunda ıslak seslerle süzülmeye ve etrafa ıslaklık sıçratan bir yağmurla taşmaya başladı. Necla, Engin'le dolup taşmıştı. Sonunda gelgit durup sular çekildiğinde koyun koyuna masanın üzerinde yattılar. Necla yavaşça süzülürken ve Engin nefesini düzeltip toparlanırken sarıldılar. Birbirinin bedeninde gezinen durgun elleri ve parmaklarına küçük öpücüklerle dudakları da katıldı. Ama en çok orada sarılıp yattılar. Küçük okşamalar ve öpücüklerden başka birşey yapmadan yattılar. Durgunlukları öğle paydosunda yerini yine harekete bıraktı. Eda kapıya gelip giderken, Müdürün ziyaretçileri gelip giderken, kapıyı çalan öğrenciler cevap alamadan dönüp giderken ikisi çılgınlar gibi seviştiler. Bedenlerinde su kalmayıncaya ve dokunuşları artık karşısındakine acı vermeye başlayana kadar arzu ve açlıkla seviştiler. Bir değil bir çok kıyamet yaşadılar, bir çok tatlı ölüm yaşayıp tekrar birbirlerinin kollarında doğdular. Sonunda ise öpüştüler. İlk öpücükleri gibi bu da uzun bir öpüşmeydi. Tutkulu ve aşık bir öpüşmeydi. Sonsuzluğu kucaklayan bir öpüşmeydi bu. Kucaklaştılar. Sarıldılar. Necla biraz ağladı usul usul. Engin hüzünle onu teselli etti; Okşadı, öptü, saçlarıyla oynadı. Yeniden sarıldılar ve yeniden öpüştüler. Yavaş yavaş birbirlerini giydirdiler ve üzerlerine, saçlarına başlarına çeki düzen verdiler. Beraberce dağıttıkları gibi beraberce toparladılar, temizlediler. Son kucaklaşmaları sevgi doluydu. Sıcak ve sakin, huzurlu bir kucaklaşmaydı bu. Ruhlarında ve bedenlerinde bir dinginlik vardı. Karşılıklı içten teşekkürlerle, sevgi sözcükleriyle, öpüşerek ayrıldılar. Gözyaşı yoktu son kez elleri ayrılırken. Mutluluk ve gülümseme vardı. Seni seviyorum sözcüklerini yürekten söyleyen dudaklar vardı. Gerisi de yalandı. **** İşte o kadar... Sevgi... Yolu sevgiden geçen herkesle bir yerde mutlaka buluşur muyuz? Peki ya sevgiyle yapılan herşey doğru mudur? Yanlış nedir? İhtiyaç doğru ve yanlış gibi kavramlardan üstün müdür? Neyse Efendim. Engin'in yolculuğu burada bitmedi. Yola bir ara devam edeceğiz.
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © Levent Ölçer, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |