Kitabının bir kopyasını gönderdiğin için sağol. Onu okumakla hiç zaman yitirmeyeceğim. -Moses Hadas |
|
||||||||||
|
Yaklaşık üç saat sonra... Cadı'nın güvertesindeki geçitten Derindere önündeki kavgaya ulaştıklarından bu yana durmadan vuruşmuştular. Althar'ın Akıncılarından yirmi dördü savaş alanına kafadan daldığında savaşın karmaşası ilk anlarda daha da karışık bir hal almıştı. Althar çılgın bir cüce olarak haklı bir üne sahipti. Savaş taktikleri çoğu zaman son derece doğrudan ve dolanbaçsız olması ile bilinirdi. Yine de bu taktikler de çoğu zaman salt kafadan dalma hücumlarından ziyade, gereklilikten doğan stratejik kararlar olurdu. Çünkü Althar gençliğinde epey aptal ve düşüncesiz, açgözlü bir cüceydi ve zor yoldan öğrenmişti, kendi hatalarının bedellerini dostlarının hayatlarıyla ödediklerini. Bu bir lanetti. Althar haykırdığı her hücum emrinde geçmişi tekrar yaşıyor ve en tezcanlı emrini bile kılı kırk yararak tarttıktan sonra haykırıyordu. Kavganın göbeğinde, korven saflarını ikiye bölen ve gitgide ilerleyen kamanın sivri ucunda dövüşüyordu Althar. Çevresi bir kıyamet gibiydi. Havada ateştopları, ayazmızrakları, gölge mızrakları uçuşuyordu. Zehir ışımaları, ateş çemberleri, ayaz patlamaları, girdap bulutları savaş alanını kasıp kavuruyordu. Koruma ve şifa büyülerinin ezgileri alçalıp yükselen bir ritimle susmadan şakıyordu. Havadaki kan ve büyü kokusu çok yoğundu. Savaş çığlıkları acılı can verme tonundan kana susamış neşe çığlıklarına kadar her tondaydı. Cüce paladin kalkanıyla önündekilere bir disk vuruşu yaptı. Paladinin büyülü saldırısı yanyana duran dört fareadam piyadesini yere serdi ve üç tanesi kalkamadı. Dördüncü doğrulmaya çalıştı ve kafasına cücenin zırhlı tekmesini yedi. O da bir daha yüzünü yerden kaldıramadı. "Son durum nedir?" diyerek yanıbaşında duran kardeşine sordu komutan. Althar'ın küçük kardeşi aynı zamanda bir Akıncı olan Hunthar idi. Hunthar da savaş alanlarında dehşetli bir üne sahipti. Kolcu ve silahşör olarak hatırı sayılır bir üne sahip cengaver savaş alanlarını çok iyi okuyup kritik müdahalelerde bulunması ile tanınırdı. "Ölüolmayanları(yazar notu: iskeletler ve zombiler-undead; "namevt" diyebilir miyim) s...tir et," diye Althar'ın duyabileceği bir sesle mırıldandı Hunthar. "Anlık karar almamız gerekiyor Althar. Bu haliyle iyi gitmiyor kardeşim. Bir değişiklik yapmamız gerek. Ne olursa olsun her karar şu anki gidişten daha iyi olacak," diye kararlı bir sesle konuşuyordu silahşör cüce. İşaret etti. "Şuna bak Althar, üzerimize nasıl da kapandı namevtler. Korvenler geri çekiliyor, yeni birliklerle takviye almıyor ve yerlerini ölüolmayanlara bırakıyorlar." Althar tam gaz üstüne gelen önündeki etdevine bir kutsal ateştopu gönderdi. Beyaz ve altın alevli ateştopu bir vuruşta devin koşusunu durdurdu ve onu iki adım geri fırlatıp dengesini bozdu. Etdevi sarsıldı. Ama yine koşmaya başladı. Althar bir ışık tebliği emretti ve patlayan bir ışık tam devin kafasına vurdu. Dev acıyla inleyip sarsıldı koşarken ama hala geliyordu ve gelmişti bile. Althar devin kokusunu alıyordu. Evet büyülü yapının üzerinde iğrenç et kokusu ve ölüm kokusu vardı ama asıl büyü kokuyordu. Güçlü büyülere sahip bir etdevi idi bu. Kutsal toprak büyüsüyle çevresinde bulunan bütün düşmanlara bir süre boyunca yakınlıkları ölçüsünde hasar verecek olan alan ışımasını oluşturdu Althar. Cüce merkezli ve cüce ile hareket eden yakıcı çember çevredeki daha zayıf ölüleri ve fareadamları çoktan yere düşürmeye başlamıştı. Dev üzerine kapandı yine de. Sıkı bir vuruş indi Althar'ın üzerine. Kalkanı ile durdurdu cüce. Kolu vuruşun gücünü hissetti ama Althar sarsılmadı. Aynen bir vuruşla kalkanını devin bel kemiğine yandan geçirdi ve süratle yanından dönüp geçerken bir de elindeki silahını diz kapağına vurdu. Berelenen bel kemiği ve parçalanan dizi yüzünden etdevinin dengesi bozuldu, sendeledi. Güçlükle ayakta kaldı. Cüce bir vuruş ile belkemiğini yine yokladı ve yine süratle yer değiştirip sağlam dizin üzerine kapandı. Bir ışık tebliği çaktı. Bir kutsal ateş topu daha gönderdi. Devin özü inledi. Dev hala dövüşme çabasındaydı. Sakatlanmıştı ama hala özünde güç vardı. Dayanıklılık tılsımıyla işlenmiş devlerden biriydi bu. Savaş alanında çok hasar alarak diğer birliklerin önünde kalkan olması için tasarlanmış "etkalkanı" yem askerlerdendi bu. Althar elinde tuttuğu Akyumruk silahının büyüsünü güçlendiren kutsal efsunları mırıldandı. Kısa bir an içinde, silahın çevresinde dönmeye başlamış kutsal ışık rünleri hemen bir iki hızlı turun ardından silahın üzerine yapışıp, onun kutlu bir ezgiyle ışıl ışıl şakımasını sağlıyordu. Cücenin elinde tuttuğu kudretli ışık silahı şimdi bir süre için çok daha kudretli bir ışık silahına dönüşmüştü. Paladinin çevresindeki kudret halesi daha bir parlamış ve çevresine verdiği hasar katlanmıştı. Akyumruk devin debelenmelerine ve sakatça savrulan silahlı yumruklarına aldırmadan indi. Bir daha indi ve sonra bir daha indi. Dev işte şimdi tamamen bitmişti ve içindeki büyü süratle sönüp içe çökerek yok oluyordu. Althar kardeşine döndü ve başını salladı. Bu haliyle iyi gitmiyordu, doğruydu. Bir süre düşündü paladin. Ne yapılabilirdi? Şu an için aklında sadece biraz zaman kazanmak vardı. Bazen en iyi çözüm biraz daha zamandı. Sadece biraz daha zaman. Kaderin gelgitleri bazen hareketten ziyade sadece biraz zamana ihtiyaç duyardı, meyvelerini olgunlaştırmak için biraz zamana. Hepsi o... Paladin hemen üzerindeki iletişim taşının etkinleşme sözcüğünü zihninde mırıldandı. Yakın mesafelerde, birbirini tanıyan zihinleri, karşılıklı onaylar çerçevesinde birbirine bağlayan bir büyülü ilim cihazıydı bu oval minik kaya. "Neekor. Zamana ihtiyacımız var. Biraz zaman kazanmalıyız. Bu dalgayı dağıtacak bir şey lazım. Nefes aldırmalıyız Derindere'ye." "Anlıyorum, Althar," diyerek düşünceli ve onaylar bir ses tonuyla konuştu morlu büyücü. Keçi sakalını sıvazladı. Bir iki adımla yürüdü. Gerekirse diye hazırlanmış bazı savunma tedbirlerini aklında tartıyordu. Sonunda çok uzatmadan karar verdi. Daha önce bir iki kez kullanılmış savunma önlemlerini aklında eledi ve uzun zamandır kullanılmamış ve korvenin nesillerdir görmediği bir önlemde karar kıldı. "Althar, selyollarını kullanacağız. Gördüğüm kadarıyla sen ve diğer savunucular zaten arazideki yüksek noktalarda tutunuyorsunuz. Büyü ile sizin gözlerinize görünecek şekilde işaretleyeceğim yerlere çekilin işaretimle. Siz çekildiğinizde üzerinize kapanacaklar. Sizi koruyacağız ve diğerlerini suya boğacağız. Bu bize biraz zaman kazandıracaktır," diye konuştu Neekor. Cüce başını onayla salladı ve onaylayan bir nida ile konuştu. "Anlaşıldı Neekor. İşaretini bekleyeceğiz. Diğer savaş şefleriyle koşup bildireceğim." Selyolları güçlü bir savunma tedbiriydi. Bazı cüce şehirlerinin uygun noktalarda beceriyle uyguladığı bu yöntem Derindere'de de yine bir cücenin önerisi ile yerini bulmuş bir silah idi. İlk zamanlarda, Derindere suyu yağışlı mevsimlerde çok gürleyip şehrin içini tarumar ederek şehrin limanına bakan şelaleden aşağıya bir çığ gibi çağlardı. Sonra ilk cüce mühendislerin şehre davet edilmesiyle birlikte tahliye kanalları ve rezervuarlar yapılmaya başlandı. Derindere koridorundaki uygun bir noktaya inşa edilen gölet ve tahliye kanalları sayesinde Derindere şehri yağışlı mevsimlerin yarattığı sorunlardan tamamen kurtuldu. Cüceler bu kadar suyu ve sürekli bölgeyi yoklayan orklar ile korvenleri hesaba katarak bir şey daha yapmışlardı. Selyolları. Bu bir silahtı. Savunma amaçlı bir silah. Bir göl dolusu suyu büyük tahliye kapakları ve iyi hazırlanıp gizlenmiş yıkıcı bir rota ile düşmanın üzerine boca etmek savunan için çok güçlü bir müttefik idi. Nitekim bu güçlü müttefik şimdi savaş alanında kendini gösteriyordu. İşaretler verilmişti ve Althar'ın Akıncıları ile şehir savunucuları beraberce korunaklı yüksek noktalara çekişmişti. Büyücülerin korumalarıyla selin küçük taşmalarından bile tamamen korunan bu birlikler sel yanlarından akıp giderken süpürülen düşman güçlerini hem neşe hem de dehşetle izlediler. Bir çoğu için bu denli bir sel ilk kez gördükleri bir şeydi ve suyun gücü karşısında hepsi huşu içindeydi. Koca tahliye kapakları bir anda açılmıştı ve sular koca rezervuar kanallarından kulakları sağır eden bir uğultuyu takiben, bir yanardağ patlaması gibi gürleyerek fışkırmıştı. İlk dalgalar ile birlikte ön saflar dağılmış ve orta saflar panikle donmuş ya da kaçışmaya başlamıştı. Arka safların daha çok zamanı vardı ve onlar manzaranın ciddiyetini gördüklerinde doğru tepkiyi düşünme lüksüne nisbeten sahipti. Kararları arkalarına bakmadan kaçmak idi. Yani daha doğrusu kaçmaya çalışmak. Ölüler için sel bir şey ifade etmiyordu. Onların boğulması söz konusu değildi fakat savaş alanından sürülmeleri ve sürüklenirken aldıkları darbelerden dolayı yaralanıp tükenmeleri çok mümkündü. Nitekim durum da buydu. Korven safları, kumlara yazılan bir yazının vuran bir dalgayla silinmesi gibi, Derindere önlerinden iz bırakmadan silinip atılmıştı. Bu şiddetli darbenin ölülere etkisi sadece savaş alanına geri yürünecek uzun bir yol ve liçler onları tekrar guruplayana kadar geçecek süre idi. Ama korven safları çökmüştü. Böyle bir darbe korven morali üzerinde çok yıkıcı olmuştu. Ne kadar kontrol altında tutmaya çalışsa da hiçbir korven general böyle bir orduyu ve böyle bir haberi kontrol altında tutamazdı. Bir saate varmadan haberin vurduğu diğer cephelerde de korven safları sarsılmış ve dağılma noktasına gelmişti. Topyekün bir geri çekilme emri verilmiş ve bütün ordular, gemiler yeniden guruplanma için belirlenmiş toplanma noktalarına akmaya başlamıştı. Korven generalleri son derece öfkeli ve aynı derecede çaresizdi. Beşler konseyi yanlarında general ve amiralleri ile Kabukada'da toplanmıştı. Bu defa yanlarında Althar ve savaş şefleri de vardı. Althar'ın şefleri ışıltılı ve sakınılası bir gurup resmi çiziyordu ve çizdikleri görkemli resim, gerçekte olduklarının yanında çok sönük kalırdı. Paladin Bulutz, ründemircisi Brom, savaş rahibi Berd Sarhoşsakal, silahşör Hunthar Buzsakal, ölümbüyücüsü olan vampir Arina Hanım, Kaptan Jonin, İkinci kaptan Firavel, savaş rahibi Theoros, bir mavi rell olan paladin Bluti Hanım. Hepsi adlarını akınlarda haklarıyla kazanmış şöhretli ve yürekli cengaverler, gerçek dostlardı. Konuşmalar sürerken pek çok defa Arina telepatik telkinlerle Althar'ı sakinleştirmek ve sıkı iplerle kontrol altında tutmak zorunda kalmıştı. Cüce çok sinirli ve tezcanlı olsa da Arina Hanım'a büyük saygı ve sevgi beslemesi nedeniyle en çok onu dinlerdi bu durumlarda. Arina onu sözcüklerle en iyi kontrol edebilen kişiydi. "Sakin ol Althar. Busenger doğru olduğuna inandığı şeyleri savunuyor," diyerek yumuşatmaya ve o anı kurtarmaya çalışıyordu Arina. İkisi de bunun doğru olmadığını biliyordu ama ikisi de yine biliyordu ki şu anda patlayıp ortalığı karıştırmanın sırası değildi. Sessizlik ile Busenger'in bütün politik manevraları bir noktaya kadar görmezden gerilip sineye çekilirken Busenger gizlice gülümsüyordu. Sözcülerin ona karşı çıkacak cesareti olmadığını düşünüyor ve kartlarını doğru oynadığını düşünüyordu. Bu oyundan sonunda çok güçlenerek çıkacaktı. Kötü insanların çok güçlü olduğuna dair bir ilüzyon vardır. Bu ilüzyon doğal olarak her kötünün olduğu ortamda var olur. Bu engellenemez. Bu ilüzyonun nedeni kötülerin diğerlerinin yapmayacağı, yapamaya cüret etmeyeceği, yapmamayı seçeceği kötü ve yasak şeyleri yapmasından doğar. Bu onları güçlü ve sakınılası gösterse de aslında bu onların bataklığıdır. Pisliğe, kire, lanete bulanmışlıktır bu. Şu aşamada Beş Şehir Sözcüleri bu pisliğe ellerini sürmek istemiyordu çünkü elleri zaten korven ve namevt belaları ile tıka basa doluydu. Ama Althar'ın bakışları Korsan Tutez'in bakışları ile çakıştığında ikisi de geleni görebiliyordu. Althar biraz daha sakinleşti. Sadece kendisi değil, Tutez de bu durumdan öldüresiye rahatsızdı. Tutez anlayışla başını salladı ve dudakları sessizce, sadece Althar'ın görebileceği biçimde kımıldadı, "Bu iş bittiğinde..." Althar da sadece Tutez'in görebileceği ince bir gülümsemeyle hafifçe başını salladı. Konuşmalar sonucu Busenger büyük lütuf sunar gibi destek güçlerini ağırlıklı olarak Derindere çevresine olmak üzere saldırıya uğrayan diğer yerleşimlere göndereceğini ilan etmişti. Tabii bu daha ziyade uzaktan vuran gemilerini gönderip risk almadan çarpışacağı ve birliklerini sadece yedekler olarak çok gerektiğinde savaş alanına süreceği anlamına geliyordu. Busenger aslında savaşmayacaktı. Bununla beraber sadece on gökkalyonu bile korvenlerin Derindere önünde kurmaya çalışacağı hava kuşatmasına karşı büyük bir engel olacaktı. Diğer şehirlerin üzerine düşen saldırılar sadece onları Derindere'ye yardım etmekten alıkoyacak güçte kuşatmalardı ve gerçek birer saldırı olarak görülmüyorlardı. Üç şehir olabildiğince kuvvet ayırıp en seçkin adamlarını büyülü veya sinsi yollarla Derindere'ye gönderiyordu. Bu savaşın yani Beş Şehir'in kaderinin Derindere önünde karara bağlanacağını düşünüyordu hepsi. Hepsi yanlış düşünüyordu. Bu savaşın sonucu Altıngöl'den başka bir yerde belirlenecekti. ******* Sonunda korven safları bir gün sonra savaş alanına geri gelmişti ve onlardan da önce gelmiş olan namevt ordunun iki kanadında mesafeli yerlerini almıştı. Ölüolmayanlar'ın ordusu sakince ve sessizce, ürkütücü bir vakarla duruyordu. Koca bir soğuk meltem ve uğursuz fısıltılar bu ordunun çevresinde esip duruyordu. Savaş alanında soğuk ve kötü kokular vardı. Savaş alanında ölüm havada asılı sallanıp duruyordu. Kemm iskeletleri ordunun çavuşlarıydı ve seçkin bölükleriydi. Bunlardan bazıları iskelet haldeki kertenkele bineklere biniyordu, bazıları ellerinde devasa yaylar ve asalar taşıyordu. Korven iskeletleri ordunun en kalabalık kısmını oluşturuyordu ve yer gök fareadam iskeleti olmuştu sanki. Kılıçlılar, asalılar, iskelet sürü çobanları, iskelet devler vardı. Zombiler ayaklanmış ve safların en önünde yerlerini almıştı. İskelet ejdersiler ve iskelet yarasa binekler üzerlerinde büyü kullanıcısı süvari iskeletler ile orada burada tünemişti ya da ordunun üzerinde alçaktan uçup saflarının üzerine koruma, güçlendirme efsunları üflüyordu. Savaş geliyordu. **** Savaş ateşli, kanlı, büyülü ve ölümlüydü. İlk önce kuşatma makineleri yıkım yağdırmaya başlamıştı. Kalyonlar da bunlara ve koruma ateşi sağlayan zeplinlere, leşkanatlara vuruyordu cevaben. Şehrin kalkan kubbesi yukardan yağan bu kuşatma saldırısına karşı büyük bir koruma sağlarken duvar seviyesinde ise güçlendirme büyüleri ve hızlı tamir düzenlemeleri vardı. Ve surlara hücum edenleri ise savunucuların kuvvetli hattı karşılıyordu. Savunmada usta ve muhteşem bir dans sergileniyordu. Ölüler savunmanın üzerine akarken kutsal ışıktan savunma duvarları ve ateşten duvarlar zombi taburlarının büyük bölümünü yere çalıyordu. Süvarileri elmaslar ve falankslar karşılıyordu. Sürüler ve korven taburları silahşörler ile büyücülerin önünde boyun eğiyordu. Kemm bölükleri olanca güçleriyle saflara bindiriyor ve savunucuların kılıçlarında, kalkanlarında sonlarıyla buluşuyordu. Korven ordularının asıl gövdesi iki kanatta sadece izliyordu. Onların bu dansa şu aşamada katılmaya niyeti yoktu. Zaman onlardan yanaydı, buna inanıyor ve bunu biliyordular. Derindere'nin toplam nüfusu yirmi beş bin kadardı ve bunların içindeki savaşçı sayısı beş bin kadardı. Biraz daha zorlama ile az çok savaş tecrübesi olan ve eli biraz silah tutabilecek kişi sayısı on dört bine çıkabilirdi. Ama hepsi buydu. Öte yandan şu anda karşılarındaki ölüolmayan ordunun büyüklüğü tek başına bunun altı katına yakındı. Ucu bucağı görünmeyen ve hala mavnalarla gelen korven birlikleriyle beraber fareadam ordusunda ise iki yüz bin kişilik bir kuvvet vardı ve sayı artmaya devam ediyordu. Şimdiye kadar neredeyse yetmiş bin fare adam ve otuz bine yakın iskelet katledilmişti ama korven safları sel olayının dışında moral olarak zerre sarsılmamıştı. Bir tek istisna durum hariç... Altındiş olayı. Altındiş olayı... Korven saldırısı Kabukada yönüne ilerliyordu. Buradaki filo iki koldan ve zigzag çizerek ağır top atışı altında kıyıya yanaşırken, korven amiralinden bağımsız hareket eden beş kemm liç vardı. Bunlar Kabukada'nın payına düşen liçlerdi. Liçler, korvenlerin neden doğrudan çok korumasız duran ve kolay çıkartma yapılabilir bir kumsala çıkmadığını herhalde hiç düşünmediler. Düşünme yetileri tamamen efendileri Auruz Vektashi tarafından ellerinden mi alınmıştı yoksa düşünmeyecek kadar bağnaz biçimde emirlere dümdüz itaat mi ediyordular bilemeyeceğiz ama birliklerini o kumsala yönlendirdiklerini biliyoruz. İskelet birlikler, onları denizin üzerinde ölülerin aradiyarlarından çağıran büyüyle oluşmuş, hayalet mavnalarının güvertelerindeydi. Soğuk ve ölüm kokan filo kumsala doğru ilerliyordu. Korven amirali ve kaptanlarından bazıları filoya işaret ettile boş yere, liçlere ulaşmaya cüret etmeyi düşündü mühendis büyücüler ama sonra liçlerin ve ölümün korkusu herşeyi bastırdı ve sadece izlediler. Ölüm filosu ilerledi. Yırtık ve yosunlu yelkenleri uğursuz rüzgarlarda sallanıp çürümüşlük kokusunu üflerken, iskelet forsalar kürek çekerken, uğursuz fısıltılar ve hasta eden kötü bir meltem sahile doğru vuruyordu. Shokunami gelen iki korven filosuna baktı ve bir de ortadan giden filoya baktı. Kendini gülmekten alamadı. Koca bir kahkaha ile güldü. Çozz ona döndü ve onaylamayan, eleştiren bir hırlama ile silah arkadaşına sitem etti. Kızgındı Çozz. Shokunami av disiplinini bozuyordu. Sessiz olması gerekiyordu ama çok ses çıkarıyordu. "Özür dilerim... ortak. Ama... kendimi... tutamadım," derken hala katıla katıla gülüyordu Shokunami. Bu liç salaklar neden o kumsalın önündeki fenerli işaret şamandıralarının çok bariz biçimde bir bölgeyi çevirdiğini hiç düşünmemişlerdi anlaşılan. Anlaşılan korvenler de bu namevtlere neden o kolay bölgeye değil de bir dünya dolanarak daha zorlu sahillere çıkartma yaptıklarını açıklamamıştı. Shoku gülüyordu hala. "Dostumuz Altındiş'in koyuna doğru giden koca bir filo var Çozz. Bunu izlemek çok eğlenceli olacak," diye pis pis sırıtarak konuştu Shoku. Yüzündeki gülümseme gerçekten kötücüldü. "Uyandırın bakalım Altıngöl'ün dişlerini, sizi ahmaklar," diyerek fısıltıyla dişlerinin arasından konuştu cüce melezi. Çozz da başını saklandığı gölgelerden çıkarmıştı. Shoku'nun yanına yanaşıp, ona başını okşamasını söyleyen bir sürtünmeyle dokunarak, izlemek için oturuyordu. Kocaman ejder kedi yaratık gülümsemeye yakın neşeli bir ifadeyle oturmuş izliyordu. Shoku güzel yoldaşının yanar döner koyu mavi tüylerini okşayarak gülümsüyor ve izliyordu. (devam edecek)
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © Levent Ölçer, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |