"Sevgi bilmekten doğar." -Mevlana |
|
||||||||||
|
O gün cezaevi ve mahkûmlar ile ilgili bütün bilgilerim sıfırlandı. Zaten bildiklerimin hepsi romanlarda okuduklarımdan ibaretti. Hükümlülerin yaz kampı gibi yaşadıkları, sadece günde iki kez sayım vermek zorunda oldukları böyle bir infaz şeklinden haberim bile yoktu. Orada herkesin bir işi vardı. Tarlada bahçede çalışanlar, halı ve kilim dokuyanlar, mutfakta veya diğer cezaevi biriminde çalışanlar, resim ve el sanatları ile uğraşanlar farklı mahkûm gruplarını oluşturuyordu. Örneğin Halil cezaevinin muhasebe servisinde çalışıyormuş. “Tam üç gündür anam ağladı,” demişti. Defterlerde beş kuruşluk bir kayıp varmış. Tam üç gündür o beş kuruşluk hatayı arıyormuş. Çünkü defterlerdeki hesap hatasıyla kasayı bağlayamazlarmış. Cebinden ver beş kuruş kapansın gitsin diyecektim. Ama önemli olan para değil aritmetik işlemelerin doğru bir sıra içinde ilerlemesiydi. Artık öğrenmiştim ve bu nedenle sustum. Bir mahkûma nasıl hapse düştün diye sormamalısınız. Dinledikleriniz genellikle içinizi acıtır. Ve gözbebekliniz yerde çaresizlik içinde gezinirken siz teselli olabilecek cümleler arar durursunuz. Halil köy kahvesinde çıkan bir kavgada adam yaralamaktan içire düşmüş. Daha on altı yaşındaymış. “Kavgadan sonra olay siyasi bir boyut kazandı. CHP ve AP davasına dönüşüverdi. Bir kurban gerekiyordu. Beni seçtiler,” demişti. Kavga birden kocaman bir kaosa dönüşmüş. Her şey toz duman olmuş. Ortalık duruluncaya kadar ne olduğunu kimse tam olarak anlayamamış. Mahkeme aşamasına gelince ifadeler ezberlenmiş, suçlular bulunmuş. Olay onlarca kez gözden geçirilip temize çekilmiş. Halil, “Benim bıçağım yoktu. Nasıl böyle bir suçu işlemiş olabilirim?” diyordu. Halil sonuçta bizim adamımızdı. Üzerinde durmaya değmezdi. İnanıverdik… Gökçeada’da mahkûmların suçlu mu masum mu olduğu hakkında çok şey öğrenemedim. Ama yaşıtlarımın hiç umursamadığı bir şey vardı ki bu benim için yaşamsal öneme sahipti. Deniz Kuvvetleri Komutanlığının Seyir Hidrografi ve Oşinografi Dairesinin bültenlerini günü gününe dinlerdim. Bültenler genellikle meteoroloji haberlerinden sonra televizyon ve radyolardan yayımlanırdı. Kendi yaşıtlarım arasında bu bültenleri dinleyen benden başka kaç çocuk vardı acaba? Tahmin edilmesi neredeyse olanaksız değil mi? “Niye dinliyordun kardeşim, sen cins misin?” diyeceksiniz. Damdan düşülmeden halden bilinmez. Sizler hiç yatılı okuldan yarıyıl veya bayram tatiline gideceğiniz gün denizde dalga olduğu için veya fırtına nedeniyle limandan geri döndünüz mü? Üç hatta beş gün hava düzelsin, rüzgâr dinsin diye çatıların sesini dinleyerek beklediniz mi? Ben birkaç kez bunu yaşadım. Adanın ana karayla ulaşımını sağlayan tek bir feribot vardı. Kışın hava patlayınca yirmi gün bile gelmediği oldurdu. Normal seyirleri iki veya üç gün arayla olurdu. Gökçeada’da günlük gazete bu nedenle son üç günün gazeteleri demekti. Ada merkezi ile feribotun yanaştığı kuzu limanı arasında yedi kilometrelik mesafe vardı. Limandan kasabaya ulaşım belediye otobüsleri ve minibüslerle sağlanırdı. Kuzu Limanı’nda sadece deniz yolları binası ile bir iki ev bulunuyordu. Üç saatlik yolculuktan sonra limana ulaşınca büyük bir hayal kırıklığı yaşıyordunuz. Vardığınız limanda in cin top oynuyordu. Görmeye hazır beklediğiniz, evler, sokaklar ve ada halkı yerine çalılık tepelere bakıyordunuz. Ada insanlarının kader ortaklığı sosyal psikolojisi kentlerde yaşayan topluluklardan farklıdır. Gökçeada’da farklı dinlerden ve farklı kültürel geçmişten gelen insanlar hoşgörü içinde sokakları paylaşırlardı. Ada sakinlerinin bir kısmı cezaevinden çıktıktan sonra orada kalmış, evlenmiş, ev ocak kurmuş insanlardan oluşuyordu. Nasıl anlatsam bilemiyorum ama gelişmiş bir uzlaşı kültürü vardı. Kavga, gürültü veya hırçınlık sadece Doğu Karadeniz’den getirilip adaya yerleştirilen Çaykaralı’lar arasında yaygındı. Çaykara’lılar ada halkından yalıtılmış, kendi içlerine kapalı bir topluluk olarak yaşıyorlardı. Onların mekânlarında sürekli kemençe ile yapılmış müzikler çalardı. Ve birbirleriyle öfkeli bir ses tonuyla yarışır gibi hızlı bir şekilde konuşurlardı. Konuşuyorlar mı, tartışıyorlar mı anlayamazdım. Orada yaşayan birçok insan gibi onları baş belası olarak görürdüm ve uzak durmayı tercih ederdim. Anlatılanlara göre adanın Rum nüfusunun önemli bir kısmı 1974 yılındaki Kıbrıs Savaşı sırasında Yunanistan veya başka ülkelere göç etmişti. Köylerin boş olmasının nedeni böyle açıklanıyordu. Okulumu bitirip adadan ayrıldığımda Arişti koyun ve keçilerle uğraşıyordu. Yorgo Atina Üniversitesi’ne okumaya gitti. Yaklaşık altı ay kadar mektuplaştık. İkimizin de yollarımızın tekrar kesişebileceğine ilişkin umutları azalınca mektupların da ardı arkası gelemedi. Taki’nin ne yaptığını hiç bilmiyorum. 1975 yılının sonbaharında Gökçeada benim için bütün dünyadan uzakta bir yerdi. Önceleri zaten deniz yolculuklarından korkuyordum. İnsan zamanla alışıyor. Okulun ilk yılında ada hepimizi evimizden, kasabalarımızdan, köylerimizden koparıp kendi içine hapsediyor gibi algılıyorduk. Zamanla dünya bizden uzaklaştı. Gökçeada bizim yaşamımız oldu. 1978 yazında oradan ayrılırken de bunun tersini hissetmiştim. Kendi güvenli limanımızı terk edip uçsuz bucaksız, bilinmezlerle dolu bir okyanusa yelken açıyordum. Onlarca yıl zaman zaman kaçıp o sakin limana yeniden sığınmayı istedim. Ne zaman başım belaya girse, ne zaman yenilsem, yorulsam hep oraya dönmeyi düşündüm. Gemiler yakmadım ama oraya bir daha hiç dönemedim. Seyfullah Eylül 2009
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © seyfullah ÇALIŞKAN, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |