Kötü bir barış, iyi bir savaştan daha iyidir. -Puşkin |
|
||||||||||
|
Bileklerimi kessem sonbahar akar. Sokaklar ağlar, ıhlamurlar ağlar, sen ağlarsın. Sesin ağaçlara asılı kalır. Biraz zaman geçer… Yeşiline sarı karışır, sarısına kavuniçi, turuncusuna kan kırmızı sarmaşıkların şarkısı. Selvilere aldıran kim, ardıçlara ve zeytinlere… Ne yeşili yeşile benzer, ne mavisi mavi… Alaca belece bir soluk kül rengi işte. Hep donuk, hep soğuk ve sessiz... Şarkılar Hazanı hep hüzünle söyler. Hadi gel de oturup ağlama. Oysa gerçek başka... Ayva sarı, nar kırmızı, zeytinlerin moru buğulu… Biliyorum. Ne senin gelmeye gönlün var. Ne benim gitmeye… Bizimkisi eski hamam eski tas. Sen beni sevmiş olsaydın diye başlayan cümleler kurma lütfen. Elimde olsa zaten seni sevmezdim. İlk kırağıyı aklımda tutuyorum. İlk yağmur ekimin ortasında gelmişti. İncirler hala yeşildi, hurmalar azıcık sarı… O sabah şemsiyemin altından sana baktım. Sonbaharla aşkın ne alakası var?, dedin. Aklımda söylemeye hazır bir söz bulamadım. Sustum ve yürüdüm. Parktaki havuzda güvercinler yıkanıyordu. Suyun yüzü biraz sonbahar, biraz bulut, biraz mavi… Güvercinlerin kırmızı ayakları tıpır tıpır... Üşümez onlar desene bana. Hadi söyle… Sen ağlıyor musun yoksa? Neden ama? Bana mı kızdın? Ama ben hiç bir şey söylemedim. Gözüne bir şey mi kaçtı. Hadi ama, yapma şimdi. Bu yalana çocuklar bile kanmaz. Bilmediğim bir şey olmuş. Farkında olmadan bir şey söylemişimdir belki. Ağla ağla açılırsın diyesim var. Çünkü sen her ağladığında ben çaresiz kalırım. Kendimi beceriksiz hissederim. Dilim tutulur. Doğru sözcükleri bir türlü aklıma gelmez. Şu banka oturalım. Parkın karşısındakine. Sen için yıkanıncaya kadar ağla. Ben de yanında korkuluk gibi oturayım. Boş gözlerle gelene geçene bakıp iç çekerek… Artık zamanı gelmiştir. Bir mektup yazmalıyım sana. Ne zamandır aklımda. İlla hemen yazmalıyım çünkü ertelersem öylece kalır. Beyaz kâğıda, zarflı marflı. Yazıp telefonuna gönderdiğim cümleler eninde sonunda uçup gidiyorlar. Ya hafıza kartın kayboluyor veya telefonun bozulunca tamircide siliniyor. En iyisi gerçek bir mektup yazayım sana. Beyaz kâğıdın kenarına kedi merdiveni çizeyim. Üzerinde sarı yapraklar… Okla yaralanmış kalbim… Ve gagasında zarf taşıyan bir güvercin... İçinde karalanmış birkaç cümlem olsun. Sağ üst köşeye tarih atayım. Aynı okulda öğrendiğimiz gibi. Ortada sana hitaben iki kelime. “Sevgili … Sana daha önce hiç yazmadım. Bu mektubun ardından bir daha yazacak mıyım? Henüz bunu da bilmiyorum. Bir zarfı açıp içinden fatura veya banka dekontu çıkmaması seni şaşırtacaktır. Ne güzel. Bu zamanlar kırmızı, turuncu ve sarı yapraklar incecik bir derenin kıvrımında birikir. Ben işte tam da böyle bir durulmanın eşiğindeyim şimdi. Sen ise hala akıp gitmelerin telaşında… Akıp gitsek ne olacak? Varacağımız göller çoktan tükendi, denizler kurudu. Benimle gel, o kuytuda kalalım. Suyun usul usul okşadığı o kuytuda. Yaşlı bir ağacın kökleri yanı başımızdan suya uzansın. Üzerinde son birkaç yaprağı soluklandığı dalların gölgesi suya düşsün. Sonbahar olmanın tam zamanıdır şimdi. Gel etme, eyleme… Belediye hercai menekşeleri dikmiş kavşaklara. Bordo, mor, mavi ve bolca sarı… Atkestaneleri dökülmüş kaldırımlara. Kabuk, yaprak, kestane birbirine karışıp yollara taşmışlar. Arabaları geçiyor üstünden. Sağa sola fırlayanlar olsa bile kimse kaçamıyor ki sonundan. Yakında meşe yapraklarının arasından yükselip çiğdemler çiçek açar. Eli kulağındadır. Bir yağmura bakar. Kaç yıl geçti üstünden bilmiyorum. Güneşin kavurmadan ısıttığı bir öğleden sonra senle çay içmiştik Tophane de. Akasyalar kaldırımları sarıya boyuyordu. Çöpçüler gelinceye kadar da öylece kalıyordu. Taş duvarlara tırmanan sarmaşıklar tüy gibi uzayan püsküller çıkarmıştı. Yapraksız gövdeleri bir o yana, bir bu yana kıvrım kıvrım… Ben bu gün kederlerimi toplayacağım. Hüzünlerimi katlayıp dolaba, yazlıklarımın yanına kaldıracağım. Sen gözlerinde öfkeli bir ayrılık biriktiriyorsun. Aklında canımı çok acıtacak sözcükler sıralıyorsun. Söyleyeceğim hiçbir şey bunu değiştiremez. Ne yalvaracak halim var? Ne de Hadi gel yeniden başlayalım diyecek gücüm… Ne olursun sus. Sen konuştukça üşüyorum ben. Baksana zaman kanıyor şimdi. Sonbahar ılık bir yağmurla ağlıyor. Ağaçlardan sokaklara kırmızı, sarı, turuncu ve soluk yeşil bir sonbahar yağıyor. Ne olursun sus. Bilenmiş, eski bir bıçak kınından uyanıyor. Bu öfke dolu bakışlar senin mi? Bu derine kaçmış gözler… Karşımda gördüğüm bu kadını tanımıyorum ben. Daha önce hiç görmedim. Sonbahar son nefes değildir. Birkaç ses daha kalından gir hüzün. Ritmi de biraz yavaşlat. Sonbahar gibi bir sesi var gözlerinin. Kırmızı kiraz yaprakları gibi gülersin istesen. İçinden gelmediğini biliyorum. Birlikte güldüğümüz mevsimleri anımsarsan belki bir yardımı olur. Yazın tam ortasında deli bir yıldız yağmuru altında o küçük kumsalda yatmıştık seninle. Taze badem kırmıştık. Yol kenarındaki bahçeden çalmıştır. Taş duvara tırmanırken neredeyse düşecektin. Bizim de telefonlarımızda güzel zamanların fotoğrafları var. Ayrılmak kolay bence... Dönmek çok zor... Anılar kırgınlıkla kapanan kapıları kör eder. Kilitler paslanır, menteşeler birbirine saplanır. Açamazsın…
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © Seyfullah ÇALIŞKAN, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |